Şahitler ölmez!

1990’lı yılların başı; Zamanın etkili haftalık haber dergilerinden birinde muhabirim. Tuhaf bir haberi araştırıyorum. İddia o ki, Almanya istihbaratı Diyanet İşleri’ne bağlı “DİTİB” adlı bir kuruluşa “MİT tarafından kullanıldığı” iddiasıyla baskın düzenlemiş. DİTİB’in açılımı “Diyanet İşleri Türk İslam Birlikleri.” MİT’in neden böylesi bir dini örgütlenmeyi kamuflaj için kullanmaya kalkıştığını anlamıyorum. Zaten teşkilatın Alman istihbaratı BND ile arası iyi; hat da iyiden öte iç içe iki teşkilat. CIA kardeşliği var aralarında…

Kısa bir telefon trafiğinin ardından olayın kahramanlarının Türkiye’deki gazetelerde yazıldığı gibi olmadığını anlıyorum. Evet, Alman istihbaratının bastığı dernek DİTİB ama MİT yok denklemde. Kısaca TİB diye anılan Türk Genelkurmayına bağlı “yarı gizli” bir askeri teşkilatın peşinde Almanlar. Diyanet’e bağlı DİTİB’i de kullananlar onlar. Bundan güttükleri amaç Avrupa’daki Türkleri “bölücü ve yıkıcı faaliyetlere karşı” camiler etrafında örgütlemek. Avrupa’ya gönderilen TİB’e bağlı subaylar TC vatandaşlarını İslam’a davet eden ateşli nutuklar atıyor. 

TİB’in açılımı, “Toplumla İlişkiler Başkanlığı”… 

DİTİB’in son üç harfinin TİB’i çağrıştırması da rastlantı değil; DİTİB’i kuran aslında Diyanet değil Genelkurmay’a bağlı TİB. Yani Avrupa’daki en büyük tarikat Genelkurmay emriyle kurulmuş.

O haftaki derginin manşeti böyle çıkıyor ortaya: “Avrupa’da İslam Genelkurmay’ın emrinde…”

xxx

Araştırma ilerledikçe “Diyanet” adıyla anılan kurumun da bütünüyle askerlerin kontrolünde olduğunu öğreniyorum. O zamanlar Diyanet siyasal İslamcıların değil “ülkücü”lerin kontrolünde zaten. Örneğin zamanın Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç çevresinde “ülkücü” diye biliniyor. “DİTİB” kurması için görevlendirilenler de Avrupa’ya iltica etmiş ülkücü militanlar. Bunun anlamı şu; askerler yaptıkları darbe sebebiyle Avrupa’ya kaçmış ülkücüleri görevlendirmiş, onlara “dinci” bir örgütlenme yaptırıyor. İş bilir albaylar, marifetli ülkücü kaçakçılarla iş tutmuş, güya “irtica”yı önleyecekler. “İrtica”dan anladıkları dinin kontrolünü ellerinden kaçırmamak. Bunun tek yolunun da daha fazla dincilikten geçtiğine inanıyorlar. İşte o cafcaflı “psikolojik harp” lakırdısıyla kastettikleri bu.

Bu arada sistem milli eğitimi de bu “TİB”in emrine vermiş. “Talim ve Terbiye Kurulu” aracılığıyla, güya eğitime “irtica”nın sızmasını engellemeye çalışıyorlar. Tabii bunu yapmanın yolu da eğitimi “emirler doğrultusunda” dinselleştirmekten geçiyor. Fethullahi şebekenin önü böyle açılıyor.

Bir ara Yaşar Nuri Öztürk, Beyza Bilgin gibi “Atatürkçü” ilahiyatçıları toplayıp kitap yazdırmaya bile kalkıştılar. Kitabın adı “İslam Gerçeği.” Ordu “gerçek İslamı” sadece kendisinin bildiği kanısında, kitap yazıp yayınlatarak sahte İslam peşinden giden dincileri ikna edeceğini sanıyor. Bunun yolu da tahmin edebileceğiniz gibi dini “doğru” anlatmak.

Xxx

Son kurşunumu atıp bu olup biten kepazeliği herkese anlatmak istiyorum. Bir haberi takip ederken öğrendiklerimi “Gizli Devlet Örgütlerinden Refah Partisi’ne-Öteki İslam” adıyla kitap haline getirip yayınlıyorum. Hakkımda bir çuval dava açılmasından başka bir işe yaramıyor bu. Ordu kızgın, albaylar öfkeli. Hatta aralarından biri hakkımda “General olmama engel oldu” diye dava açmaya bile kalkıyor. Mahkeme böyle bir davanın muhatabının sadece “Yüksek Askeri Şura olabileceğini” söyleyince vazgeçiyor.

Yıl 1995. Bütün bu hay huyun ardında süreç işliyor, elbirliği ile hazırladıkları dinsel ortamdan yararlanan Refah Partisi seçimden birinci parti çıkıyor. Refahyol hükümeti için kapı sonuna kadar aralanıyor. “İrtica”yı engellemek için canla başla irticai faaliyet yapan ordu ilk kez “irticai” bir hükümetle tanışıyor.

Sonrası panik içinde girişilen tuhaf birkaç iş; Güya “ilerici” bir siyasal program arayışları, laikliği yeniden vurgulama çabaları, Erbakan’a “irtica” üzerinden ayar verme çabaları ve o garip “28 Şubat” girişimi… Ama ordu o kadar antikomünizme şartlanmış ki, “28 Şubat”ta yaptıkları tek iş kendini eleştiren solcu gazetecileri patrona şikâyet edip kovdurmak oluyor. Kovulanlardan biri benim. 

Gerisini biliyorsunuz: Ergenekon Lobi belgesi, Ümraniye gecekondu baskını, Ergenekon operasyonu, Balyoz davası… 12 Eylül cuntası eliyle yürürlüğe konulan “toplumun İslamileştirilmesi” projesi nihai sonuçlarını yaratmak üzere. Topluma “az din” yetmiyor artık, devletin de bir “din devleti” haline getirilmesi gerekiyor. Bu davalar, bu dönüşüme hazırlamak üzere TSK’nın safralarını atması anlamına geliyor. Laik ve cumhuriyetçi ordu efsanesi Silivri yollarında yitip gidiyor.

xxx

Muktedirin kızının düğünü vardı Cumartesi günü. Nikâh şahidi koltuğunda “laiklik anayasadan çıkarılsın” diyen Meclis Başkanı ile Genelkurmay Başkanı yan yana oturdu. Komutanın yanındaki siyasal İslamcı, daha birkaç gün önce komuta ettiği ordunun başkomutanını dinsiz ve ayyaş ilan etmişti üstelik. Orduyu “laik” bir güç sanan halkımız “irtica”nın nasıl hezimete uğratıldığını ilk kez o gün anladı. 

Ordu “irtica”ya karşıydı evet ama karşı olduğu irtica başkasının irticasıydı. Ordunun terbiye edilmiş kendi irticası vardı; zararsız ve toplumu disipline etmek için gerekli bir irticaydı bu. O irtica olmazsa halk “bölücü ve yıkıcı akımların” kucağını düşüyordu çünkü. O gün o masadaki irtica, ordunun besleyip büyüttüğü irticaydı.

İrticayı engellemek için irticayı yayma programıdır bu. “İmam hatipler kapatılsın demenin yeri mi?” itirazıdır. “Aslında biz de Müslümanız ama gerçek İslam bu değil” mavalıdır. “TSK laikliğin bekçisidir” yalanıdır. Dini iş haline getirip Diyanet İşlerine teslim etme uyanıklığıdır. 

“Öteki İslam”dan sonra yazdım “Faili Meçhul Cinayetler Tarihi”ni. 28 Şubat vesilesiyle işten kovulduğum zamanlara denk geldi hazırlığı. Rastlantı değil. Devlet, toplumu dinselleştirmenin tek başına yetmeyeceğini, aynı zamanda solu ve Kürdü ezmesi gerektiğinin bilincindeydi. Yani devletin cami avlusunda verdiği vaazla, gözaltına alıp kimsesizler mezarlığına attığı ceset aynı programın bir parçasıydı…

Ordunun laikliğin bekçisi olduğu tezinin ayakları havadadır. Ordu olsa olsa sermayenin bekçisidir. Egemen sınıfla askeriye arasındaki Katolik nikâhıdır bu. Onun için koşar gider nikâha, şahit olur. 

Laisizmde şahadet olmaz, şahitlik ise imam nikâhında olmadığı sürece laisizme uygundur. Yalnız alışmamış bünyelerde şahitlik şehitlikten daha büyük kayıplara yol açabilir. 

Olsun; Şahitler ölmez!

xxx

Son söz olup biteni içeriden izleyenlere: Tek kurşun atmadan teslim olan orduların komutanı olmaz. Muzafferlerin memurları yönetir o orduları…