Pabuç eskitmekle adalet gelmez!

2002’den beri milletvekili, 2010’dan beri CHP Genel Başkanı. CHP’nin başına oturduğu yıl, ülkede Cumhuriyetin yıkılması ve laikliğin tepelenmesi açısından en kritik yıldı. Genel Başkan olur olmaz Avrupa turuna çıktı. Avrupalılar yeni ana muhalefet partisinin ülkede olup bitenler hakkında ne söyleyeceğini merak ediyordu. Belki de en bilinen, en akılda kalan mesajlarını o gezide verdi. Almanya'da bir gazetecinin "laikliğin tehdit altında olduğunu düşünüyor musunuz?" sorusu üzerine, "Hayır. Anayasa Mahkemesi'nin bir kararı var, ama hayır, bugün için Türkiye'de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz" dedi.

Yurtdışı gezisine çıkarken de şunları söylemişti: "Ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da Fethullahçı da... Yeter ki bunu siyasallaştırmasınlar. Manevi dünyayı siyasete alet etmesinler." Bu konuşmalar onun laiklik ve Fethullahçılık kelimelerini kullandığı ender konuşmalarından bir ikisi aynı zamanda.

O beyanların üzerinden 7 yıl geçtikten sonra durum şu. Laiklik tepelendi, sizlere ömür. İktidar partisi yetkilileri devleti yıktıklarını, Tayyip Erdoğan öncülüğünde yeni devlet kurduklarını beyan ediyor. Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu’nun saygı duyduğu Fethullahçılar darbe teşebbüsünde bulundu, başaramayıp yüzüne gözüne bulaştırdı. Ama onun keyfi yerinde. “Adalet yürüyüşü”nü yeni bitirdi. Ülkede muhalif kanatta saflaşmış kim varsa fareli köyün kavalcısı gibi arkasına takmayı başardı. Gericilikten bunalmış halkın gazını aldı ve öfkesini yatıştırdı. Bir dahaki yürüyüş inşallah şeriat ilan edildiğinde!

***

Bu sürekli sağa çekmenin nedeni düzenin aktörlerinin kişisel tarihlerinde gizli. Aslında iktidarıyla muhalefetiyle bugün var olan üç partinin oluşturduğu denklem 2002 yılındaki bir örtük darbenin ürünü. TSK, TÜSİAD ve Aydın Doğan gazetecileri el birliği ile Bülent Ecevit’i indirdiler ve Tayyip Erdoğan’ı bindirdiler. Devlet Bahçeli yeni denklemin mimarları arasındaydı zaten. Bir tek Deniz Baykal ayağı aksıyordu, çünkü laiklik ve cumhuriyette ısrar ediyordu. Onu da bir kaset komplosuyla alaşağı edip Kemal Kılıçdaroğlu’nu getirdiler. Darbenin son adım böyle atıldı.

Bugünün ağır siyasi denkleminin kısa tarihi işte böyle. Bir tür olgunlaşmış 12 Eylül rejimiyle karşı karşıyayız şimdi. Türkiye’de “çok partili” hayat üç partiden oluşuyor o zamandan beri. Birinci sırada “Evet” partisi var. Ana muhalefet partisi bu. İkincisi “Evet Efendim” partisi. MHP’den söz ediyoruz, şimdi her isteğini başını sallayarak cevapladığı efendisi ile iktidar ortağı olmaya çalışıyor. İktidardaki ise “Şüphesiz Evet Efendim” partisidir. Üçü bir arada elbirliği ile yıktıkları laik cumhuriyetin yıkıntıları üzerine saray görünümlü bir gecekondu kurmaya çalışıyorlar.

***

Bu ağır gericilik döneminde sürekli yalpalayıp duran, sürekli düşme tehlikesi yaşayan iktidarın hala ayakta kalmasının tek nedeni bir bakıma Kılıçdaroğlu. Tersi de doğru; Kılıçdaroğlu da bu rolü sebebiyle ayakta kalabiliyor. Ortakyaşar bir hayattan söz ediyoruz. Karşı karşıya olduğumuz “bir adım ileri iki adım geri” siyasetini ancak böyle açıklayabiliriz. Yoksa saçma bir durumla karşı karşıyayız demektir. Toplumların tarihinde saçma olmaz, nedensellik esastır. Laik cumhuriyetin kurucu partisinin başındaki kişinin dilinin laiklik ve cumhuriyete dönmemesinin bir sebebi olması gerekir. Tayyip Erdoğan’la birlikte cenazeyi kaldırmakla görevli değilse, tabutu birlikte omuzlamayacaklarsa karşı karşıya olduğumuz her şey büyük bir saçmalıktan ibaret demektir.

İşte son bir yıldaki icraatları. Dikkatli bakın, ne saçmalık var, ne de herhangi bir tutarsızlık.

Laiklik tepelendikten sonra devleti bütünüyle ele geçiren cemaatlerden Fethullahiler darbe yapmaya kalkıştı. Kemal Kılıçdaroğlu o kalkışmadan bir hafta sonra halkı Taksim Meydanına çağırdı. Muhaliflerin çoğu meydana koştu. 10 maddelik Taksim Manifestosu hazırlamıştı, gelenlere okudu. Basın özgürlüğü, Ergenekon - Balyoz davalarında mağdur edilenlere itibarlarının iade edilmesini, erleri linç edenlerin de yargılanmasını istedi. “Devlet kinle, öfkeyle, ön yargıya yönetilmez. Girişimde bulunanlar, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalınarak yargılanmalıdır. İşkence, kötü muamele, tehdit, devleti darbecilerle aynı duruma düşürür. Buna izin verilmemelidir” dedi. "Ne darbe, ne dikta, yaşasın özgürlükçü demokrasi" diyerek bitirdi. 10 maddelik manifestosunu oya da sundu. “Kabul edenler” deyince herkes elini kaldırdı, kabul etmeyecek ne vardı?

Bu konuşmadan birkaç gün sonra kendi deyişiyle “kaçak saray”a çağrıldı. Koştu gitti. Döndü İzmir mitingine koştu…

İzmir mitinginden 10 gün sonra bu kez Yenikapı çıkıntısında Tayyip Erdoğan mitingi vardı. “Milli birlik beraberlik” olacaktı bu kez. Fakat o sırada Kılıçdaroğlu 10 maddelik manifestosunda ne söylediyse tersi olmaktaydı. Aldırmadı, Yenikapı’ya koştu. Gitmeden önce Twitter hesabından mesajlar yayınladı. 7 Ağustos'ta “Demokrasi ve Şehitler Mitingi”ne katılacaktı. Bu katılım "Ülke birliğine kastedenlere karşı durabilmek darbeye verilecek en iyi cevaptı." Katıldı, lütfettiler konuştu da. "Artık 15 Temmuz'un bir özelliği var; 15 Temmuz bir uzlaşma kapısı araladı bize. 15 Temmuz'da artık yeni bir Türkiye vardır. Eğer biz bu gücü, bu uzlaşma kültürünü daha da ileriye taşıyabilirsek, çocuklarımıza güzel bir Türkiye'yi hep birlikte bırakmış olacağız" dedi. Taksim Meydanında oyladığı 10 maddelik manifestoyu çoktan unutmuştu.

CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker durumu şöyle değerlendiriyordu: “Taksim’in ardından Kaçak Saray ziyareti, Gündoğdu mitinginden sonra Yenikapı’ya gitme kararı, siyasetin içinin boşaltılması, AKP’ye iktidarı kaybetme kaygılarına karşı destek sunma anlamına geliyor. Yıllardır uyguladığı politikalar AKP’nin ülkeyle ilgili bir kaygı duymadığını, onlar için asıl sorunun iktidardan uzaklaşma ve elde ettikleri ganimeti kaybetme korkusu olduğunu gösterdi. Tabii ki demokrasiden yana tavır koyacağız ama siyasi sorumlulardan hesap sormak boynumuzun borcu.”

CHP’nin son bir yılda izlediği yol Ali Şeker’in sözlerinde gizli. Önce Taksim’e sonra kaçak saraya. Önce Gündoğdu Meydanına sonra Yenikapı çıkıntısına. Üstelik bütün bunları darbecilere karşı birlik beraberlik görüntüsü vermekle açıkladı. Sonra söylediklerini unuttu, olup bitene “kontrollü darbe” dedi. İktidar darbeyi fırsata çevirmiş 20 Temmuz’da bir darbede kendisi yapmıştı. Böyle muhalefete her gün darbe!

***

Önce adalet sonra Saadet, Kılıçdaroğlu’nun son icraatı. Saadet Partisi öncülüğünde düzenlenen Büyük Kudüs Mitingi, Yenikapı'da gerçekleştirildi. Mitinge CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat ile CHP İstanbul Milletvekilleri İlhan Kesici ve Mahmut Tanal da katıldı. Mitingin konusu Kudüs’te İsrail’in camiye giriş çıkışa getirdiği sınırlamalardı.

Hamas Siyasi Büro Şefi Halit Meşal mitinge video konferansla katıldı ve Haniye’nin müjdesini bildirdi. Haniye, “Size müjde veriyorum, Mescid-i Aksa’da elektronik kapılar kaldırıldı. Yaş sınırlaması iptal edildi. İnancımız kazandı” diyordu. E zaten o anda mitingden maksat hâsıl olmuştu, toplu dua edilmesi ve ezan okunmasıyla miting sona erdi.

Haniye’nin mesajından daha çarpıcı ve daha radikal olan ise CHP’li Mahmut Tanal’ın mesajıydı. Twitter üzerinden bir açıklama yapan Mahmut Tanal ''Mescid-i Aksa'yı ibadete kapatan İsrail vicdan ve din özgürlüğünü ihlal etmiştir. Bu hak mutlaktır, sınırlanamaz. Vicdan ve din özgürlüğünü için Yenikapı Kudüs mitingindeyiz'' dedi. Adalet yürüyüşünden sonra böylesine radikal bir günah çıkarma şart olmuştu tabii. Temel Karamollaoğlu’nun partisinin çağrısına koştular, dinciden daha dinci, yobazdan daha yobaz oldular. İki üç hafta önce uğruna yürüdükleri “adalet” akıllarına gelmedi haliyle.

***

CHP için 16 Nisan’da gösterilen tereddüttün telafisiydi adalet mitingi. AKP’nin iktidarda kalmak için her yolu mubah saydığı açıkça ortada çıkmasına rağmen CHP ayak sürümeye, düzeni sarsacak adımlar atmamaya dikkat ediyordu. Bu “aman bir tatsızlık çıkmasın” politikasının sonucu AKP’nin milletvekili Enis Berberoğlu’nu tutuklatması oldu. Sokağa çıkmaya mecbur kaldılar ama artık her zamanki gibi artık çok geçti. Atı alan Üsküdar’ı geçmişti.

Hatırlayan var mı bilmiyorum, o uzun yürüyüşten sonra da Türkiye’nin değiştiğini iddia edenler oldu. Değişti hakikaten. Mesela “Cumhuriyeti yıktık, yeni devlet kuruyoruz” diyorlar şimdi. İmamlara nikâh kıydırmaya hazırlanıyorlar. OHAL yerli yerinde, adaletsizlik yükselerek sürüyor. CHP’nin hükümlü vekili hala içeride gün sayıyor. Nuriye ve Semih’i mutfağın yanına yerleştirdiler, ara sıra ölmüş mü diye kontrol ediyorlar. Hatta gardiyanlardan biri arada Semih’i tartakladı.

Peki, neden böyle oldu bu? İçişleri Bakanı Süleyman Soylu vermişti 16 Nisan oylamasından önce yaptığı bir konuşmada sorunun cevabını. Soylu, CHP’nin hiçbir zaman iktidar olmak gibi bir niyet taşımadığını belirterek, “Hep bir adım ileri iki adım geri gitmiş. CHP hiç iki, üç adım ileri gidememiş” dedi. Bunu bildikleri için oyları çalabildiler zaten.

Durum şu: “Şüphesiz Evet Efendim” partisi vasfını çoktan kaybetti. Sarayın ateşten kestaneleri almak için kullandığı bir maşa şeklini aldı. “Evet Efendim” partisi “son Türk devletini” yıkmanın ihalesini almış, halinden memnun. Sorun bu karanlık tablodan çıkışın formülünün “Evet” partisinde olduğunu sananlarda.

Ne diyorlardı Adalet yürüyüşünde? Türkiye’nin dengeleri bu yürüyüşle değişti.

Kim değiştirmiş dengeleri?

Kemal Kılıçdaroğlu...

Hadi canım!

 

*Boyun Eğme’nin 87. Sayısında yayınlanmıştır