Orhan Gökdemir

Bu durumda yürüyeceğimiz yol belli; bizi mülkiyetten, inançtan, çalışma zorunluluğundan, açlık tehdidinden, piyasadan kurtaracak yeni bir cumhuriyete ihtiyacımız var. O kurulduğunda ilk getirisi demokrasi ve özgürlükler olacaktır. 

Özgürlük ve Demokrasi Bildirisi

Orhan Gökdemir

“İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” 1789 Büyük Fransız Devrimi'nin ardından yayımlandı. Fransa’nın yoksulları, monarşiyi devirmişler, kralı giyotine, kiliseyi öteki dünyanın sınırlarına göndermişler, bu yolla eşit ve özgür olmuşlar ve insanlaşmışlardı. Ümmetin, kulun, tebaanın “insanlığından” söz edemeyiz. İnsan olmak için özgür ve eşit olmak şarttır. Önünde ve arkasında devrim var.

İnsanlar doğuştan özgür ve eşittir, zulme direnme hakkı vardır. Egemenliğin kaynağı tanrı değil halktır, kişi ve grupların elinde bulunamaz, ondan doğan yetkileri de halk kullanır. Devleti idare edenler halka karşı sorumludur, halk tüm kamu görevlilerinden hesap sorma hakkına sahiptir. Hiç kimse dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamaz. Mülkiyet kutsal ve dokunulmazdır… Bunlar bildirgenin söylediklerinin özetidir.
Eski düzenin bütün değerlerini dinamitleyen bildiri kâğıt üzerinde kalmadı, 1791′de kabul edilen Fransız Anayasası'na önsöz olarak eklendi. İnsan, cumhuriyet ile birlikte kayda geçirilmişti. 

Demek ki hakları olan insan ile cumhuriyet arasında da kopmaz bir bağ var. Devrimin yıktığı monarşi ise kurduğu laik cumhuriyettir. Yurttaşlık ve tabii yurttaşın insan olarak hakları bu yıkılışın ve kuruluşun getirisidir. Karşıdevrimde, cumhuriyetsizlikte ve laiksizlikte, insan hakkı bulamazsınız. Bunlar yıkılırken insan da dizlerini üzerine çöker, özgürlüğünü kaybeder, insanlıktan çıkar; tebaaya, kula, ümmete dönüşür. 

***

Peki, güzel, ilerliyoruz ama kimdir bu hakları olan insan? Burjuva toplumunun üyesi olan bencil bireyin ta kendisidir. Emek gücünü satan “proleter” değildir o, başkalarının üretici yeteneğini ücret karşılığı kiralayan “burjuva” da değildir. Üretim sürecinden çıkmış, piyasada alıcı veya satıcı kılığında dolaşan toplumsal kimliğinden soyunmuş özgür bireye öyle ulaşıyoruz. 

Demek ki insan toplumda bildiride durduğu gibi durmaz. Üretir, alır-satar, ücreti karşılığında üretici yeteneklerini devreder, üretirken özgürlüğünden vazgeçer, soyuttan somuta iner. Bildirgenin soyut insanının temeli piyasa toplumunun içinde devinen somut insandadır. O da burjuvalar ve proleterler olarak bölünmüş haldedir. Demek ki insan hakları dediğimizde, bencil insandan, toplum birliğinden kopmuş, yalnızlaşmış, yabancılaşmış, cemaatin bir üyesi olmaktan özgürleşmiş insandan söz ediyoruz aynı zamanda. Bu tür bir özgürlük, insanın eski toplumun bir parçası olmaktan çıkması ile, piyasa marifetiyle yeniden bir araya getirilip iktisadi bir birime dönüştürülmesi ile mümkün olabilmektedir.

Peki bu durumda ilerleme dediğimiz ne? Burjuva toplumunda siyasi özgürleşme, devletin dayandığı eski toplumun çözülmesi anlamına gelmektedir. Buna din toplumunun çözülmesi de dâhildir. Yani kapitalizm, din dâhil, eski toplumu mümkün kılan bütün yapıları parçalar, o yapılara dayalı bağımlılık ilişkilerine son verir ve soyut insanı ortaya çıkarmak üzere bütün bağımlılıklarından özgür kılar. Böylece parçaladığı ve atomlar haline getirdiği “insan”ları özgür bireyler olarak üretim sürecinde yeniden birleştirir. Ancak bu durumda soyut insanın hakları ve özgürlükleri mümkün olabilir. Bunlar bildirgede yazılmayanlardır.

***

Bildirgenin mantığına en güçlü itiraz Marx’tan gelmiştir. Dediği açıktır, insan hakları, burjuva toplumunun kuruluş manifestosudur aynı zamanda. Çünkü bencil insanın özgürlüğünün tanınması, onu var eden yeni maddi manevi şartların da tanınması anlamına gelmektedir. Yani din özgürlüğü insanı dinden kurtarmamakta, ona dindar olma özgürlüğü sağlamaktadır. Mülkiyet hakkı insanı mülkiyetten kurtarmamakta, ona sadece mülkiyet sahibi olma özgürlüğü kazandırmaktadır. Çalışma hakkı insanı hayatını kazanma zorunluluğundan kurtarmamakta, açlık tehdidi ile çalışma dayatması ile karşı karşıya bırakmaktadır. 

Ve asıl önemlisi o, bütün bu haklara ancak “soyut” insan kılığında, dolaşım alanında, sahip olabilmektedir. Fabrikada özgürlük olmaz! Deniyor ki sonunda, “biz ise insanın özgürleşmesini soyut yurttaş olmaktan çıkması ile evde, sokakta, işte insan türünün bir üyesi haline geldiği zaman, üretiminde özgür olduğu zaman mümkün olabilecek bir şey olarak görüyoruz.” Sınıflar varsa haklar görünüşte hak olmaya yazgılıdır. Hakların olması için sınıfların ortadan kaldırılması gerekir. Demek ki insanın gerçek özgürlüğü onun mülkiyetten, devletten, çalışmadan ve dinden özgürleşmesi ile ortaya çıkar. Komünizm budur işte!

***

İnsan hakları devrimlerle ilgili ama geçen yüzyılın ikinci yarısında bir soğuk savaş silahına da dönüştürülmüşlüğü var. Dediklerine göre sosyalist-komünist ülkelerde insanların hakları yoktu ve hak sadece Batılı kapitalist düzenlerde imkân dahilindeydi. Demokrasinin piyasa toplumunun getirisi olduğu kuyruklu yalanı da aynı dönemde uyduruldu. Vahşi bir sömürü ve dolandırıcılık düzeni böylece demokrasinin temeli yapıldı. 

Piyasa toplumunda, insanlar, açlık tehdidiyle çalışmaya zorlanıyordu oysa. Sanılanın tersine, devrimlerin en şiddetlisi piyasa toplumunun kuruluşuydu. Çevirme hareketi ile köylüleri “özgürleştirdiler” ve kitleler halinde şehirlere yığdılar. Şehirlere yığılmış köylüler çalışmazlarsa aç kalıyorlardı, ölmek istemiyorlarsa ücretli çalışmaya rıza göstereceklerdi. 

Egemen sınıf, kölelikten kurtulmuş ayaktakımını açlıkla terbiye etmekteydi. Piyasa toplumu teorisyeni Thomas Robert Malthus yeni toplumun mantığını şöyle özetliyordu. “Açlık en vahşi hayvanları bile ehlileştirir, en sapıklara bile ahlaklı ve uygar olmayı, itaati ve boyun eğmeyi öğretir. Genel olarak yoksulları çalışmaya itebilecek tek şey açlıktır ama yasalarımız hiç aç kalınmayacağını belirtiyorlar.” Özgür bir toplum iki ırktan, mülk sahipleri ve emekçiler, oluşuyordu. İkinci ırktan olanların sayısı yiyecek miktarıyla sınırlıydı ve mülkiyet güvence altında olduğu sürece açlık onları çalışmaya zorlayacaktı.

İngiliz Sanayi Devrimi tamı tamına böyle yaptı, köylüleri kitleler halinde büyük şehirlerin atölyelerine doğru göçe zorladı. Bir iş bulma şansına sahip olan özgür insanlar şanslıydı, bulamayanlar açlığın insafına terk ediliyordu.

Tabii bu azgın saldırının şiddet doğurması kaçınılmazdı. Makine kırıcılık hareketi öyle başladı. Tekstil işçileri, İngiltere’nin her yerindeki dokuma tezgahlarına saldırılar yakıp yıkmaya başladı. Bu isyanların ardından makine kırmak büyük bir suç olarak kabul edildi, 17 işçi bu kanunu ihlal ettikleri gerekçesiyle idam edildi. İngiliz şair Lord Byron duygularını şöyle not etmişti: Dövüşerek öleceğiz ya da özgür yaşayacağız / Kral Ludd dışındaki tüm kralları devireceğiz… Çıkar yol kalmamışsa şiddetten başka çare yoktur. Direndiler ve yenildiler. Piyasa toplumu meşruiyet kazanmış örgütlü şiddettir. 

***

Karşıdevrimde, cumhuriyetsizlikte ve laiksizlikte, insan hakkı bulamazsınız. Bunlar yıkılırken insan da dizleri üzerine çöker, özgürlüğünü kaybeder, insanlıktan çıkar; tebaaya, kula, ümmete dönüşür. Piyasa toplumunda da insan yoktur; üretici yeteneklerini ücreti karşılığında başkasına devredene insan diyemeyiz. Çünkü ücret karşılığında devrettiği sadece üretici yeteneği değil, eşitliği ve özgürlüğüdür. Feodalin köylüsü ile burjuvanın işçisini akraba kılan işte bu yoksunluktur.

Demek ki karşıdevrimle demokrasi yan yana durmaz. Demokrasi için yeni bir devrim yapılmalı ve yeni bir cumhuriyet kurulmalıdır. Halk ve sınıf ayağa kalkmalı, mülkiyete dayalı düzene son vermelidir. İnsan hakkı, bundan böyle, piyasanın kaldırıldığı, insanın üretiminde özgür olduğu bir ekonomik düzenin getirisi olabilir ancak.

***

Uzun karşıdevrimin içindeyiz. Demokrasiye, insan haklarına, hatta parlamentoya ihtiyaçları kalmadı. Bunları var eden devrimleri yıktılar veya içlerini boşalttılar. Halkı soyup mülksüzleştirdiler, cumhuriyetten ve laiklikten kalan ne varsa kaldırıp bir kenara attılar. Saf sınıflar halinde karşı karşıyayız artık.

Bu durumda yürüyeceğimiz yol belli; bizi mülkiyetten, inançtan, çalışma zorunluluğundan, açlık tehdidinden, piyasadan kurtaracak yeni bir cumhuriyete ihtiyacımız var. O kurulduğunda ilk getirisi demokrasi ve özgürlükler olacaktır. 

Yüzümüzü devrim tarihimize dönüyoruz, insan olmak için yürüyoruz. Komünizm budur işte!