Önü bahar, ardı Haziran!

Şurası artık çok açık: Ülkede Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutmak için tasarlanmış bir muhalefet var. 15 yıldır her kırılma anında aralarından biri veya ikisi koşup kollarından tutuyor, düşmesini engelliyor. Bu sayede iktidar bir tür Hacıyatmaz gibi görünüyor dışarıdan bakanlara.

Hatırlarsınız, AKP’den bir önceki hükûmet bir DSP-MHP-ANAP koalisyonuydu. 2000-2001 yıllarında birbiri peşi sıra patlayan ağır ekonomik kriz bu koalisyonu salladı. Bir tuhaf darbe geldi ardından. Bülent Ecevit’i sağlık durumunu gerekçe göstererek rehin aldılar, hastaneye kapattılar. Birtakım generaller, TÜSİAD cemaati ve başını Hasan Cemal’in çektiği bazı liberal gazeteciler Ecevit’in indirilmesi, yerine Hüsamettin Özkan’ın getirilmesi için kampanya başlattı. DSP’yi bölmeyi başardılar ancak Ecevit direndi. İmdada zamanın başbakan yardımcısı Devlet Bahçeli yetişti. Kulağına Kemal Derviş fısıldamıştı. O ağır şartlarda bir iktidar ortağının hiçbir şekilde atmayacağı bir adım atıp “erken seçime gidilsin” dedi. Fısıltının sihrindendir. Erken seçim 3 Kasım 2002'de yapıldı. Yapılan seçimde ağır ekonomik krizin sorumlusu olarak görülen MHP, ANAP ve DSP silindi. AKP iktidarı için yol böylece açılmış oldu. Yolun açan Devlet Bahçeli’dir.

Darbedir ve senaryo AKP’yi iktidar yapmak içindir.

Ancak Tayyip Erdoğan hazırlıksız yakalandığı seçimlere katılamamış ve milletvekili seçilememişti. Bir hukuksuzluğa sığınıp Siirt’te Tayyip Erdoğan’a özel seçim yaptılar, iktidar yolunu açtılar. Bu da Deniz Baykal’ın rızası ile oldu. Sonuç ortada; Devlet Bahçeli AKP iktidarının mimarı oldu. Baykal, Tayyip Erdoğan’ı Başbakan yaptı. Kılıçdaroğlu “Ekmeleddin skandalı”na imza atarak Cumhurbaşkanı olmasını sağladı. Bahçeli başkan yaparak rolünü tamamladı.

Haliyle hem Devlet Bahçeli hem de Kemal Kılıçdaroğlu hakkında “AKP’yi iktidarda tutmaya memur edildiler” yorumu spekülatif değildir. Pratikte ortaya çıkan rol budur ve gerçekte memur olup olmamalarının hiçbir önemi yoktur. Devletin başka memurları gelip kulaklarına fısıldarlar ve kulak kiminse o fısıldananı emir telakki eder.

***

“Arap Baharı”nın başlama vuruşu yanlış yerlerde aranıyor. Arap Baharı, Ankara’da AKP’nin iktidara taşınması ile başlamıştır. Darbedir ve darbe Ortadoğu’yu “Müslüman Kardeşler”e teslim etme operasyonunun ilk hamlesidir. AKP’den sonra Mısır ve Suriye’nin de düzleneceği, böylece BOP için ortamın hazırlanacağı sanılıyordu. Plan budur. “BOP eş başkanlığı” herhalde bu plan mucibince dağıtılmış bir payeydi. Ancak AKP hazırlıklı değildi, tezkere duvarına çarptı. Mısır sanılanın tam tersine direndi ve İhvan’ı devirdi. Suriye dostu düşmanı şaşırtarak teslim olmadı, artık o savaştan zaferle çıktığı kesindir. Plan bozulmuştur.

Arap Baharı’nın son sahnesi yine başladığı yerde, Türkiye’de sahnelenmekte. AKP ile başlayan Arap Baharı'nın AKP ile sona ereceği kuşkusuzdur ama AKP direnmektedir. Pazar günkü referandum AKP’nin can havliyle tutunma hamlesidir. Olağanüstü Hal'de yapılmıştır ve oylanan anayasa maddeleri ancak olağanüstü halde uygulanabilir. Arap Baharı'nın son sahnesi bu şartlarda oynanmaktadır ve eninde sonunda sert bir biçimde nihayete erecektir.

***

2002’de Ecevit’i devirip yolu Tayyip Erdoğan’a açanlar 2010 12 Eylül’ünde yargıyı da ona teslim etmek için büyük bir kampanya başlattılar. 2002 darbesinin kahramanı Hasan Cemal yine en önündeydi. “Yetmez ama evet” şarlatanlığı o günlerin icadıdır. Yargıyı vermenin yetmediğini biliyorlardı, bir tür monarşi lazımdı ülkeye. Başka türlü bu derme çatma düzeni ayakta tutmak mümkün olmayacaktı. Yargıyı bir kuralsıza verdiler.

Kuralsız yargıyı kaldırdı, yerine kendi yargısını kurdu. Hâkimler, savcılar artık birer emir kuluydu. O “yetmez ama evet” şarlatanlığını icat edip, yargıyı bir ölçüsüze teslim edenler dün YSK Başkanı'na bakıp “AKP”nin emriyle iş görmesinden” yakınıyordu. Hasan Cemal’in icadıdır ama unutulmamalı Kemal Kılıçdaroğlu’nun eksik oyu ile kabul görmüştür. Kulaklara fısıldayan bu kez Fethullah Gülen’dir ve o fısıltıyla yargıyı kuralsıza teslim etme oylamasında “ana muhalefet lideri” oy kullanmamıştır. Fısıltının büyüsündendir. Yargıyı verdiler ve yargının yokluğunda çalınmış oylarla monarşi geldi ülkeye. Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli ve Hasan Cemal’in eserleridir. Kaldırılan Mustafa Kemal heykellerinin yerine bu âdemlerin heykelleri dikilmelidir. Cumhuriyeti yıkmanın onuru onların üzerindedir.

OHAL şartlarında referandum yaptılar. Hayır diyeni tepelediler. Çaldılar, çırptılar, yine de hayır çıktı. Ülkeyi teslim almaya çalışırken Devlet Bahçeli yanlarında, Kemal Kılıçdaroğlu karşılarındaydı. Akşam saatlerinde oyların çalındığı anlaşıldı. Kılıçdaroğlu MYK’sını topladı, ite kaka bir açıklama yaptı; “Seçimlere gölge düşmüştür” dedi ve çekip gitti. Cevap az sonra Tayyip Erdoğan’dan geldi, “atı alan Üsküdar’ı geçmiştir, uğraşmayın boşuna” dedi. Ne desin?

Kılıçdaroğlu AKP'yi iktidarda tutsun diye atanmış düşük profilli bir memurdur. Tıpkı YSK Başkanı gibi referandum gecesi TV’ye çıkıp AKP’yi savunmuştur. YSK Başkanı'nı CHP'nin başına, Kılıçdaroğlu'nu da YSK'nin başına geçirin, sonuç değişmez. Referandumun en açık dersidir; Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli'den kurtulamazsanız AKP'den hiç kurutulamazsınız...

***

Referandum bitti. Kesin olan tek sonuç ülkeyi hırsızların ele geçirdiği. Gerisi muğlak. Hayır'ı çaldılar ve saf şer kaldı geride. Ama halkımız teslim olmadı, burası da açık. O gece Kadıköy sokaklarından gelen çığlığa bakın, umut işte orada…

Önemsiyor değiliz, geçin Kılıçdaroğlu’nu, Bahçeli’yi. Onlarla veya onlarsız, İzmir'in dağlarında çiçekler açar her şartta, biliyoruz. Bu gidişin önü bahar, ardı Haziran'dır çünkü…