Ne yani, şike olmadı mı diyorsunuz şimdi?

2011 yılının baharındayız. Enver Aysever’le birlikte SkyTürk’te yaptığımız programlara son verildi ve bir süre bekleyişten sonra Enver kovuldu. Alışığız kovulmalara. Zaten bu benim o kanala ikinci gelişim. Bir kez kovuldum ve geri döndüm, daha önce kaç kere kovulduğumu ise hatırlamıyorum. Gazeteciliğin şanından sayıyoruz. Ama bu kez Enver’i kovmalarına rağmen beni kovmamakta diretiyorlar. Tuhaf. Hâlbuki ben sahne gerisi elemanıyım. Sahnedeki adamı kovmuşsun daha ne? Yeni gelen ve televizyon işinden anlamadığı her halinden belli genel müdürün kapısını tıklattım, “Beni ne zaman kovacaksınız” dedim. Şaka yaptığımı sandı önce. Ciddi olduğumu anlayınca, “konuşuruz sonra” dedi, başından savdı.

Kovulmayı bekliyorum. Enver’in terk ettiği odaya sabah giriyorum, çay, kahve, sigara, sohbet derken öğle oluyor. Yemekten sonra sıkıntı. Herkesin işi gücü var, ben kitap okumakta, kovulmayı beklemekteyim. O sıkıntılı günlerden birinde kanalın spor müdürü geldi odaya. “Abi elimde müthiş bir dosya var, sen bu çete işlerinden anlarsın bir baksana” dedi. Kalın bir dosya bıraktı önüme. Kovulmayı bekliyorum ya, üşenmedim baktım. Futbolda şike meseleleri, meclis tutanakları, raporlar. Memleketin hali gibi bir futbol fotoğrafı, tepeden tırnağa pislik içinde. Dosyayı getiren arkadaşın kapısını çaldım, “Bu iş senin işin yazsana bunları” dedim. “Yazarsam bu sektörde bir daha çalışamam” dedi. “Sen bir yol bulursun” diye ekledi.

Dosya elimde, o zaman yayıncım olan yayınevinin yolunu tuttum. Yayın yönetmeni arkadaşım, durumu anlattım. Dosyaya şöyle bir baktıktan sonra, “Biz bunu böyle basamayız, sen bir şeyler yaparsan olur” dedi. Bulaşmadığım tek mevzu futbol kalmış ama gelmiş önüne, bulaşmaktan nasıl kaçacaksın? Oturdum çalıştım, uzun bir giriş yazdım, arkasına raporları ekledim yayınevine verdim. Maksat şike olmasın!

Fakat kitap bu, bir yazar adı lazım. Futbol işine bulaşacak halim yok, yazarlıkta yeri var, müstear bir isim ekledim. “Şike Şike Futbol” “eseri” böyle ortaya çıktı. Açığa çıkarmayı hiç düşünmüyorum, rahatım.

***

Bahar yaza durdu. Galiba kovuldum, İzmir tarafında tatildeyim. Telefonum çaldı, açtım, Fatih Altaylı’nın yardımcısı. “Programa gelir misin” diye soruyor. Alışığım ara sıra çağırıyorlar, kitaplardan biri gündeme denk geliyor. “Mevzu ne” dedim. “Orhan Bey, duymadınız mı Aziz Yıldırım”ı gözaltına aldılar” dedi. Duymadım. “Benden ne istiyorsunuz” havasındayım.

Sonra anladım; Operasyon başlayınca şikeyle ilgili kaynak aramışlar. Ara tara sadece bizim “Şike” kitabı var. Yayınevini aramışlar, sekreter olup biteni biliyor havasında, “öyle bir yazar yok Orhan Abi yazdı” deyiveriyor. Gitmedim Altaylı’nın programına. Ama iş patladı, gazeteler, söyleşi istekleri falan. Biz olduk Gökçe Giresunlu. Hatta HaberTürk’teki bir programda sunucu hanımefendi Gökçe Samsunlu’ya çevirdi bunu. Bana program bitene kadar Gökçe Samsunlu dedi. Sözünü ettiği arkadaş kim, bilemiyorum. Düzeltmenin fayda etmediğini anlayınca peşini bıraktım.

Aziz Yıldırım içeride, bir sürü kişiyi tutuklamışlar. Bizde zorda olanın arkasından konuşmak ayıp. Aziz Yıldırım’la ilgili soruları geçiştirdim. Ama şikenin olduğunu ısrarla savundum. Nasıl olmasın? Şunlar yazmıştım önsözüne:

“Şike, Fransızca kökenli (chiqué) bir sözcük; ‘bir spor karşılaşmasının sonucunu değiştirmek için maddi veya manevi bir çıkar karşılığı varılan anlaşma’ demek. Mecazi anlamda ‘bir çıkar karşılığı, uzlaşarak bir iş yapma, aldatma’ anlamında da kullanılıyor. TCK'ya göre ise bir tanımı yok. Yani şike, bizde suç değil… Peki, şikeye neden başvuruluyor? Hile futbola, bu dünyanın en basit oyununa neden giriyor?

Bu, futbolun giderek sporun artık spor olmaktan çıkması ile ilgili. Spor faaliyetleri endüstrileşiyor çünkü. Spor endüstrileştikçe kavramlar da hızla kabuk değiştiriyor. Sporun dili piyasanın diline dönüşüyor. Spor kulüplerini kâr amacı güden şirketler, sporcuları işçi, taraftarları müşteri, spor alanlarını işyeri yapıyor bu. Oyun doğal bir yarışma-mücadele olmaktan çıkıp piyasa etkinliğine dönüşüyor. Şikeyi üreten de işte tam bu dönüşüm. Şike endüstrileşmiş sporun doğal bir uzantısı. Kâr ve kazanç, burada da sonucu belirleyen tek unsur oluyor haliyle… Sporun özünde kazanma kadar kaybetme de var evet ama piyasanın mantığında sadece kazanmak var. Başarı ve başarısızlık hem kulüpler hem de oyuncular açısından büyük maddi kayıp ve kazançlara yol açtığında şike için de yol açılmış demektir.  Demek ki endüstriyel spor, şikeyi de üretmektedir.”

***

3 Temmuz’da kaleme aldım bu yazıyı. Fenerbahçe’ye yönelik bir “Fetö” operasyonu olduğu yönünde bir konsensüs var toplumda. Öyledir. Ancak şike de ortalıkta, sahipsiz kaldı bu sayede. Ülkemizin çamur içinde yüzen futbolu aklandı, tertemiz oldu. Hâlbuki o operasyonun başlama vuruşunu Bohum Savcılığı yapmış, şimdi iktidar etrafında boy gösteren, çaka satan adamları kadın ticareti yaparken bahis işleri üzerinden servet edinirken yakalamıştı. Devlete öbeklenmiş çeteler her zaman olduğu gibi hem hukuku bir manivela gibi kullandılar ve hem de büyük bir çürümeyi böylece hasıraltı ettiler.

“Şike Şike Futbol” o çürümenin belgelerinden biri. Tam bir kitap sayılmaz. Yazarı da ben değilim. Ama içinde söylenenler önemli.

O kitabın önsözündeki son söz ile bitireyim: “Meclisin ‘şike’ raporu, bu alanda bir ilk. Futbolumuzun net bir resmini çekip koyuyor önümüze. O resme bakıp ülkenin bir fotoğrafına ulaşmak da mümkün aslında. Ülke olarak şikeye battığımızdan ‘şike şike’ koşuyoruz maçlara. Ortalıkta gerçekten bir ‘oyun’ varmış gibi yapıyoruz ki şike yaptığımız anlaşılmasın!”

*Boyun Eğme’nin 82. sayısında yayınlanmıştır