Namludaki yazı

İkinci 31 Mart gerici ayaklanması da isyancıların İstanbul’un kontrolünü yitirmesi ile sonuçlandı. Sökülüp atıldılar. 17 günlük direnişleri mevzileri tutmalarına yetmemiştir.

En büyük kayıpları ayaklanmaya önderlik eden alaylı “medya ordusu”nda verdiler. İstanbul sokakları çürümeye yüz tutmuş yandaş gazeteci kokuyor. Aralarında ağır yaralı, can çekişenler var. Son sözleri sorulduğunda “bir süre yazmayalım, zaten okuyan yok” oluyor.

Gerici ayaklanmanın silahşoru Cem Küçük, “Bizim taraf köşe yazarları yüzünden muhafazakârlar AK Parti'den soğuyor. Bir süre yazı yazmayalım. Zaten okuyan yok” dedi mesela. Son nefesini vermek üzeredir.

Bir başka silahşor, Süleyman Özışık, "Bizim mahallenin medyasının bir Sözcü kadar Cumhuriyet kadar etki gücü yok. Bizim hiçbir yazarımızın Yılmaz Özdil kadar, Uğur Dündar kadar, Bekir Coşkun veya Emin Çölaşan kadar itibarı yok" dedi. Bu sözlerinden sonra akıbeti ne oldu bilinmez. Kimsesizler mezarlığında değilse, Ayasofya önünde icabına bakarlar, yakındır.

O kadar eğitimsiz bir topluluk ki, çatışmaya giderken kendi kendilerini vurup imha ettiler. Mesela Turgay Güler nam bir gazetecinin karşısına çıkardılar CHP’nin belediye başkan adayını. Gazeteci o kadar motive olmuştu ki doğru dürüst soru soramadı konuğuna. Mahalle çaçaronu gibi göründü seyreden herkese ki, öyledir.

Saray bir tamim çıkardı, 31 Mart gecesi ilk ateşte vurulup düşen Anadolu Ajansı'nın kendisine bağlanması için. Faaliyet, bütçe ve örgütlenme denetimi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nca yürütülecek bundan böyle. Tamam ama işe yaramıyor işte, açıkça görüldü. Denetlesen ne denetlemesen ne?

Bir başkası, Ömer Lekesiz, adını vermediği bir başka yandaş köşe yazarı için "Bir dönem AKP milletvekilliği de yapmış olan bu yazar, ’80 kuşağından, bir grup solcu şairin çıkardığı Üç Çiçek adlı dergiye katılabilmek için, onları yıllardır Kur’an okumadığına inandırma uğrunda her türlü dansözlüğe baş vurmuş ve sonrasında da hep bu minvalde yaşayarak ’yürü ya kulum olmuş’ bir omurgasız şairdir" dedi.

Bilmem, okumam, Mehmet Ocaktan’dan söz ettiğini söyledi bilenler. Buralardan geliyorlar. “Pelikancılar” adında bir çıkar şebekesi bile oluşturmuşlar kendi aralarında. Patronlarının çıkarlarına zarar gelmemesi için İstanbul Belediyesini seçimi kazanana vermeyeceklermiş! İslamcı görünüyorlar ama -buna şiirini yayınlatmak dahil- herhangi bir kişisel çıkar için din ve ahlakı kimsesizler mezarlığına bırakıp kaçmaya hazırlar.

Ömer Lekesiz yazısında “Böyle bir Müslüman ahlakı olabilir mi?" diye soruyor. Bana sorarsanız olur. Ahlaksızlık İslamcılığın fıtratındandır.

***

Gerici ayaklanmada sorun çıkarmasın diye bir tüpçüye rehin verdiler bütün gazete ve TV kanallarını. O günden bu yana bırakın iktidar aleyhine bir satır yazmak, tüp patlaması haberi vermek bile yasak. 17 gün süren direnişten sonra İstanbul’daki kaleleri düşerken Hanım Sultana eş dost akraba tarafından verilen “el alem alışverişte görsün ödülü”nün törenini naklen yayınlamayı tercih ettiler. Vakti zamanında patronunun emriyle belinde çifte tabancasıyla grev yapan meslektaşlarının çadırını basan Fatih Altaylı bile isyan etti bu tablo karşısında. Tüpçüye teslim edilen emanetler arasındaki Hürriyet gazetesini kast ederek "İnternet sitesinde yukarıda 5, aşağıda 15 manşet var. Bir tekinde bile İmamoğlu yok. Sadece minicik bir kutu ‘İmamoğlu mazbata almaya çağrıldı.’ Siz yazmayınca mazbata verilmemiş mi oluyor? Gazete misiniz, deve kuşu mu?" dedi. O gazeteyi 1 milyar Dolara aldığını da hatırlattı tüpçüye. Fakat tüpçünün canına minnet, o aldı ama parasını saray ödedi. Kamu bankaları faizsiz kredi yağdırdı, tüpçü gazeteleri rehin alsın diye. Geri ödüyor mu ödemiyor mu bilemiyoruz. Belli ki emanetleri batırmak da planlar arasındadır. 300 bin tirajla devraldılar, seneyi devriyesinde 30-40 bine kadar düşürdüler. Yakında kapatıp, kimsesizler mezarlığına gömerler…

Emanetler arasındaki büyük TV kanalının ana haberini imam hatip Ahmet Hakan’dan alıp imam hatip bile olmayan Buket Aydın diye bir kadına verdiler. Biyografisine göre Kadıköy Kuşdili Spikerlik ve Sunuculuk Kursu mezunudur. Hala tahammül edip sunduğu haberleri izleyebilenler onu Bolu Belediyesinden maaşlı AKP Kadın Kolları Başkanı ile karıştırıyor. O kadar partizan ve o kadar yeteneklidir. Her nasılsa 31 Mart çarpışmasından önce programına davet ettiği Ana Muhalefet Başkanı “Ankara, İstanbul düşecek” dedi. Olup bitenden o kadar bihaberdi ki, bu sözleri duyunca haberciliği falan unutup şuh kahkahalar attı.

Peki ne oldu?

Ankara ve İstanbul düştü. Düştüğü durumu fark edip, “bir süre sunmayayım, zaten izleyen yok” dedi mi bilmiyorum. Düşenlerin en önemsizidir.

***

Paris merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün 2019 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'ne göre AKP Türkiye’si 180 ülke arasında 157’nci sırada. AKP’nin iktidar geldiği 2003 yılında 99. sıradaydı ülke, 16 yılda 58 sıra birden geriledi. RSF, "en büyük medya grubunun hükümet yanlısı bir holding tarafından satın alındığı Türkiye'de kalan birkaç eleştirel yayın organının üzerindeki baskının da sürdüğünü" belirtti raporunda. Gazeteci hapsetmekte dünya lideri AKP. Bir faşist uygulama olan önleyici gözaltıyı sistematik hale getirdi. Gözaltına alanlar zanlının suçunu ispat etmek zorunda değil, tam tersine zanlı suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda. Tutuklananların -ki bu da kural haline getirildi- mahkemeye çıkmadan bir yıl ömür çürütmesi garanti.

Bunlara gerek de yok aslında. İktidar kamu bankalarından aktardığı kaynaklarla bütün TV ve gazeteleri yandaş patronlara zimmetledi. Saray, uzun süredir medyanın yüzde 95’ini doğrudan kontrol ediyor. Bunun dışında kalan yüzde 5 ise ağır baskı altında. Davalar, erişim yasakları ve olanaksızlar ile mücadele eden yüzde 5 ülkenin bütün yükünü omuzluyor.

Bir üniversite tarafından yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, her 5 yurttaşımızdan 3’ü ülkemizde basın özgürlüğünün olmadığını düşünüyor ve medyanın aktardığı haberlere güvenmiyor. Nasıl güvensin, yüzde 95’te işsizlik, fakirlik, sömürü, zulüm, zam, iflas, banka borcu, sebze kuyrukları, hırsızlık, yolsuzluk, adam kayırma, ekonomik kriz haberi görmek imkânsız. Tüp patlasa bu basından duyamazsanız, iktidar seçim kaybetse öğrenemezsiniz.

Bizde basının en karanlık dönemi II. Abdülhamit iktidarında diye bilinir ama nevzuhur III. Abdülhamit, uygulamalarıyla elemanın ruhuna rahmet okutmuştur. Basınımız “Hürriyet Devrimi”nin gerisine düşmüştür. Hürriyetsiz basın olur mu? Yüzde 5’in yüzde 95’e galebe çalmasının nedeni işte bu esarettir.

***

6 Nisan tarihli “İki 31 Mart” yazısından hatırlatayım: “İkincisinde birincisinin rövanşını almayı planlıyorlardı. İkincisinde de birincisinde olduğu gibi geri püskürtüldüler. İlkinde olduğu gibi ikincisinden sonra da Sultanlık ve Saray ayakta kalmayı başarmıştır. Gerici ayaklanmayı püskürtenler böylece Sarayı ve Sultanı kurtardıkları kanısındadır. Püskürttüklerini ancak sarayı yıkarak durdurabileceklerini görmemekte, bilmemektedirler. Şikâyet ediyor değilim, iyidir, yeni bir cumhuriyete ulaşmamıza vesile olacaklardır.”

Hürriyetin ilanı basın tarihimizin başlangıcıdır. O günden beri hürriyet yoksa basın da yoktur.

Öyle veya böyle, ikinci 31 Mart’tan da çıkmanın bir yolunu bulduk. Hürriyete yaklaşıyoruz. Yeni bir cumhuriyete doğru ilerliyoruz, görüyoruz.

Hırsla, inatla yazmaya devam edeceğiz öyleyse; okuyanı oldukça, okurunu buldukça namluya yazı süreceğiz. Hamitlerin uykularını kaçıracağız, para babalarının çıkarlarına çomak sokacağız ve halkımızı savunacağız. Yazacağız… Israrla, inatla özgürlüğü ve eşitliği çağıracağız…