Nakşibendi Cumhuriyeti

Bizim devlet geleneğimiz tarikatların kucağında doğdu. Osman, Orhan, Murad Ahiydi. Gerçi bugünkü manada bir tarikat sayılmazdı Ahilik. Dinle bağının derecesini tam olarak bilemiyoruz. Adı geçen bu sultanlar Müslüman mıydı, bu noktada da kesin bir bilgiye sahip değiliz. Önde gelen tarihçiler, Osman adının bu kurgudan bir sapma olduğunu, bu ismin ilk sultana sonradan yakıştırılmış olabileceğini iddia ediyor. Aslı Odman veya Otman olmalıdır. Henüz devletin devlet, tarikatın tarikat olmadığı bir zaman aralığıdır. Açık olan tek şey İslamizasyonun bu üç sultandan sonra gerçekleştiğidir.

II. Murad Bayramiydi. Bu tarikatın kurucusu Hâce Bayramı Veli, Hâce Bektaşi Veli ile birlikte Osmanlının ilk döneminin en önemli iki tarikatıdır. Hâce, hacılığa değil hocalığa bir göndermeydi. Her ikisi de Anadolu’ya göçerken geçtiği bütün coğrafyaların rengini almış, karşılaştığı bütün inançların kokusuna bulanmıştı. Bu halleriyle hem İslam’dı hem İslam dışıydı.

Yavuz Selim Sümbüli, Kanuni Süleyman Gülşeniydi. Sünbülilik biraz tuhaf bir tarikattı. Gülşenilik Mevleviliğin bir versiyonuydu. I. Abdülhamit Nakşibendi, II. Abdülhamit Şazeliydi. III. Selim Mevlevilikte, Abdülmecid Cerrahilikte karar kılmıştı. Abdülaziz Bektaşi, Mehmet Reşat Mevleviydi. V. Murad modern bir yol tutturmuş Mason olmuştu; 112. İslam halifesidir. Ama her halükarda Bektaşi kızılının solduğu Sünni yeşilinin baskın hale geldiği bir tablodur bu. Osmanlı sarayının rengidir nihayetinde ve tarihini Yavuz Selim ile başlatabiliyoruz.

***

Yavuz Selim’in hayatı neredeyse İran Safevi devleti ile didişerek geçti. Bu, sınırlar ötesindeki tehditten kaynaklanan olağan gerilimlerden biri değildi. Mülkü olan topraklarda yaşayan Türkmen-Kızılbaş nüfus kendisini Osmanlıdan çok Safevi devletine yakın hissediyordu. Selim bu nedenle ayaklarının altındaki toprağı hep kaygan hissetti. Öyleydi. Kızılbaş isyanları iktidarını zorluyordu. Bu isyanları Celali isyanları takip etti. Selim, her hareketinde arkasından emin olmaya çalıştı, her dış seferi bir iç sefere dönüştü. Sınıf savaşının din ve mezhep savaşı gibi göründüğü bir zaman aralığıdır. Ezilenler Türkmen Kızılbaşlardı, bu nedenle, iktidarına karşı bütün hareketler Sultana ayrımsız bir Kızılbaş ayaklanması olarak görünüyordu.

Selim, Şah İsmail’i durdurmayı ve Kızılbaş isyanlarını bastırmayı başardı. Fakat nihai zafer henüz çok uzaklardaydı. Celali isyanları sürüyor, Kızılbaşlar her yerde ayaklanmaya hazır bekliyordu. Sorunun nihai çözümü için İran ile Anadolu toprakları arasına bir “duvar” örmekten başka yol yoktu. Duvar Sünniliktir. Mısır Seferi sonucunda “kutsal topraklar” Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Orada ele geçirdiği kutsal emanetleri toplayıp İstanbul’a taşıdı. Mısır’da “keşfedilen” sözde son Memluk Halifesi III. Mütevekkil İstanbul’a gelip halifeliği sultana devretti. Böylece Hilafet Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçmiş sayıldı. Bütün bunları ilk “ılımlı İslam” projesi sayabiliriz. Şiiliği kuşatma ve Kızılbaşlığı bastırma ihtiyacından üretilmiştir.  

Osmanlı sarayı Kızılbaşlardan ürktüğü için Sünni oldu ve devlet içinde Sünni tarikatların örgütlenmesinin yolunu açtı. Hayat inançtan önce geliyordu ve hayat devletin tarikat tercihlerini de belirliyordu. Başlangıçta Kızılbaşlığın panzehri olarak onun şehirli ve ılımlı bir versiyonu olan Bektaşilik desteklendi, kollandı. Yeniçerilik sarayın önünde bir engel olarak dikilince bu ocakla birlikte onunla özdeşleşmiş olan Bektaşiliği de kaldırıp attı. Yerine önce Mevleviliği, o da olmayınca Nakşibendiliği koydu. Nakşibendilik Sünni bir tarikattı. Sarayın isteklerine çok uygundu ve böylece devletlû bir tarikat haline geldi. Hala öyledir.

***

Kaderin cilvesi, Kızılbaşların İran’a meyletmesini önlemek için tercih edilen Nakşibendiye İran çıkışlı bir tarikattı. Görünüşte şeriata, Kurana ve hadislere sıkı sıkıya bağlıydı ama gerçekte pragmatizm hükmünü sürdürüyordu. Kaynaklar eski İran inançlarının tarikatın oluşumunda etkili olduğunu haber veriyor. Bu senkretik yapısına karşın tutucu, padişahçı, hilafetçi, şeriatçı bir tarikat Nakşibendiye. Neredeyse yakın dönemin bütün karşı devrimlerinde bir şekilde dahli var. 31 Mart gerici ayaklanması bu tarikatın önderliğinde gerçekleşti, Kurtuluş Savaşında direnişin düşmanı. Şeyh Said ayaklanması, Menemen isyanı bu tarikatın marifeti.

Tarikat doğuşundan bu yana 20 yakın filiz vermiş. Çoğu silinip gitmiş. Bugüne kalan kollardan ikisi Said-i Nursi’nin kurduğu Nurculuk ve Süleyman Hilmi Tunahan’ın adına yazılı Süleymancılık. Said, Bitlis doğumlu bir Kürt. Süleyman Hilmi, Romanya’nın Silistre kentinden. Bu kadar farklı kültürlerden gelen iki adamın aynı tutuculukta birleşmesi ilginç ve üzerinde düşünülmesi gereken bir vaka.

Said’in ilk faaliyetleri Osmanlı döneminde. Abdülhamit’in emriyle gözaltına alındı, akıl hastası olduğuna karar verildi ve bir akıl hastanesine kapatıldı. Cumhuriyet döneminde de pek çok kez kovuşturulup, tutuklandı. 1925’te Şeyh Said isyanına katıldığı gerekçesiyle sürgüne gönderildi. Buna karşılık tıpkı Necip Fazıl gibi Demokrat Parti döneminin muteber adamıydı. Yaşadığı dönemde bir tarikat olmaktan-kurmaktan çok uzaktı. Nurculuğu bir tarikata dönüştürenler, onun yazdıklarını propaganda etmeyi bir “hizmet” olarak kabul eden Fethullahçılardı. Tarikat benzeri bir yapıydı Fethullahçılar, gizli örgütle tarikatın tuhaf bir karışımıydı. Tabloyu tamamlamak için son parçayı, Nakşibendiyeden gelen Necip Fazıl’ın kurucusu olduğu “Büyük Doğu” fikriyatını da ilave etmek gerekir. Cumhuriyet dönemi tarikatlar tablosudur bu.

***

Nakşibendilik neredeyse iki yüzyıldır devletin bir uzantısı olarak faaliyet gösteriyor. Cumhuriyetin yol açtığı kısa aranın dışında ülke sathında hep etkili. İnişli çıkışlı bir ilişkileri olmuş devletle ama hep devletin eteğinden tutunarak iş görmüş.

Cumhuriyetin tarikat tarihine verdiği kısa aradan sonra döndük başa. Cumhurbaşkanının eskisi ve yenisi Büyük Doğucu-Nakşibendi geleneğinden. Nakşibendiliğin özellikle İskenderpaşa kolu adeta Enderun Ocağı gibi. Abdulkadir Aksu, Mehmet Ali Şahin, Beşir Atalay, Ali Babacan, Ali Çoşkun, Kemal Unakıtan, Binali Yıldırım İskenderpaşa kolundan. Eskilerden Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Recai Kutan, Korkut Özal, Ahmet Tekdal, Hasan Hüseyin Ceylan, Temel Karamollaoğlu, Nevzat Yalçıntaş bu kolun uzantısı. Murat Başesgioğlu Nur talebesi. Hüseyin Çelik, Bülent Arınç Nurcu. Necmettin Erbakan’ın bir Nakşibendi-Nurcu koalisyonu olan Milli Selamet Partisi içinde çoğalıp ülke sathına yayıldılar. Ülkeyi yeniden bir şeyhler, dervişler ülkesi haline dönüştürdüler.

***

Bu hafta başında Nakşibendiyenin Süleymancılar koluna ait bir kız yurdunda çıkan yangında 11 kız çocuğu yanarak can verdi. Sebebi yurdun yangın merdivenin kilitlenmesiydi. Bina yurt olmaya elverişli değildi. Denetlenmemişti. O çocuklar sanki devlet tarafından toplanmış, yurdu işleten tarikata teslim edilmişti. Bu nedenle valisi, belediye başkanı, bakanı, başbakanı sanki o merdivende suçüstü yakalanmış gibiydi.

Hâlbuki Nakşibendiliğin Said-i Nursi’ye hizmet kolu yaz ortasında darbe yapmaya kalkıştı aynı devlete. O anda o tarikatın bir “ahtapot gibi” her yanı sardıklarını fark etti devlet. Her yerde örgütlenmişler, bütün mevkileri ele geçirmişler, devleti bir tarikata dönüştürmüşlerdi.

Yeni Türkiye’nin normalidir bu. Çünkü artık devlet devlet değil, bir tarikattır, Nakşibendi Cumhuriyetidir. Nakşibendiyenin Nurcuları kovuşturulur, Süleymancıları kollanır. Bir tarikat gider bir tarikat gelir, bir tarikat iner diğeri biner.

Ve devlet tarikata dönüştü mü kız çocukları yanar. İddia edildiği gibi elektrik kontağı değil tarikat kontağıdır yakan.

Bu tarihin dersidir: O kontağı kaldırıp o kız çocuklarını kurtaramazsan yangının ülkeye sıçramasını engelleyemezsin. Bu topraklarda hep tarikat kılığında gelir kundakçı, tutuşturur karanlığı. Marifet bu hakikati görüp harekete geçebilmektir.

Hakikat, yeni bir cumhuriyettir…