Minareler süngü, kubbeler miğfer

Doğan Kuban bilge mimarlarımızdan biri. İlerlemiş yaşına rağmen üretmeyi kesintisiz sürdürüyor. Geçen yıl yayımlanan Türk Ahşap Konut Mimarisi'ni yakında keşfettim. Fırsat kolluyorum okumak için. Kuban, Türk-İslam sanatının da uzmanlarındandır. Yıllar önce editörlüğünü yaptığım bir TV programı için kapısını çalmıştım. Yaptığımız o uzun söyleşiden o cümle çakılıp kalmış hafızama. Söz dönüp dolaşıp AKP’nin mimari uygulamalarına gelince şöyle demişti: “Bunlar kendine muhafazakâr diyor. Muhafazakâr olmak için muhafaza etmek lazım. Muhafaza etmek için de bir şeyleri beğenmelisiniz. Bunlar hiçbir şeyi beğenmiyor, neyi muhafaza edecekler?”

Beğendikleri tek şey göçüp geldikleri köy veya kasabalarda gördükleri o ilk cami. Onun da ne sanatı, ne mimarisi, ne estetiği var. Bir kubbe ve bir minareden ibaret çoğu. Mevcut cami mimarisini Allah’ın emri sanıyorlar haliyle. Ne kubbenin kökeninden, ne minarenin tarihinden haberleri var. İbadethanelerinin altına işyeri yapılmasına itirazları yok ama minaresiz, kubbesiz camiyi görünce kırmızı görmüş boğa gibi saldırıyorlar. Toprak yitirdi kutsiyetini, parayı geçirdiler yerine. İşyerlerine secde ediyorlar beş vakit.

***

Kadın oyunculara yaptığı aşağılama ile gündeme gelen Meclis Başkanı İsmail Kahraman iktidarı elinde tutan o nevzuhur muhafazakârlarımızdan biri. Ta “Kanlı Pazar”dan beri üstlendiği bir misyon var, nefes alıp verdiği her an o misyona uygun davranıyor. Düşman eski olan ne varsa. Yıkmaya meyilli…

Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne sahip olan Meclis Camii'nin yıkılması için de uzun süredir uğraşıyordu. Geçen hafta bu yolda önemli bir adım attı. TBMM Camii’nin bir parçası olan ve minare yerine dikilen selviler, Meclisin kapalı olduğu bir zaman kollanarak onun talimatıyla kesildi. O selviler oraya 1989’da caminin hizmete açıldığı yıl dikilmişti. Yani Meclis Camii artık minaresiz. Kestirdi minareyi, odun yaptırdı. Ne doğaya saygısı var ne yeşile tahammülü. Kubbeye ve minareye tapıyorlar sadece. O da ağaç olmamak şartıyla…

Bilen bilir, minaresi olmadığı gibi kubbesi de yoktur Meclis Camii’nin. Tek katlıdır ve düz bir çatısı vardır. Önünde bir havuz uzanır. Mimarı Behruz Çinici şöyle açıklamıştır bu yapının mimari mesajlarını: Müslümanlar toprağa secde eder. O yüzden yapı zemindedir. Minare ve kubbe caminin asli unsuru değildir, İslamiyet’ten çok sonra bu mimariye eklenmişlerdir ve zamanının mimari zorunluluklarından kaynaklanır. Yani betonarme binada kubbeye gerek yoktur. Hoparlör varsa minare gereksizdir. Havuzun amacı ise dekorasyon değildir. Müslümanlar ibadet için camiye girerken ve çıkarken suda suretlerini görsün, titreyip kendine dönsün diyedir.

Fakat artık nevzuhur Müslümanların kendi suretlerini görmeye tahammülleri yok. O kadar günah işlediler ki görmesin, görülmesin istiyorlar.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan diyor ki, "Bu eser Müslümanlığın ilk ibadethanesinden esinlenerek yapıldı. Bu yüzden bu caminin ne kubbesi ne de minaresi var. Bunun yerine bir selvi ağacı minare olarak stilize edilmişti." İsmail Kahraman ne bilsin? O selvilere bakıp dine bir saldırı görüyor. Zaten yoldaşlarından bazıları da camiyi kiliseye benzediği gerekçesiyle hedef almışlardı. Benziyor, evet. Hangisi benzemiyor ki. Bakın Sultanahmet’e, Ayasofya’nın birebir kopyasıdır. Camiler esinini kiliselerden almışlardır. Sadece çan kulesinin yerinde minare yükselir. Birisinde çan çalar, öbüründe aynı işi müezzinin sesi üstlenir.

Selvilerini kestiler. Bütünüyle yıkacaklar yakında o ödüllü eseri. Yerine hep birlikte dolaşacakları kubbeli, minareli devasa bir yapı yükseltecekler. Havuz olmayacak avlusunda. Girerken kimse suda suretini görüp dehşete kapılmayacak…

***

Atatürk Kültür Merkezi’nin temelleri 1946’da atıldı. 1953’te açılması planlanıyordu ancak inşaat 1969’da tamamlanabildi. Aynı yılın Nisanında Devlet Opera ve Balesi’nin Aida operasıyla açıldı. Bu büyüklükteki bir kültür merkezi, ülkemiz için bir ilkti.

Mimarı Hayati Tabanlıoğlu. Binada 1320 kişilik büyük salon, 700 kişilik konser salonu, 350 kişilik oda tiyatrosu, 350 kişilik çocuk tiyatrosu, sanat galerisi, 400 kişilik lokanta salonu, çeşitli yönetici odaları ve diğer yan tesisler bulunuyordu. Çeşitli eğilim ve kademeler verebilen altı tane podyumlu esas sahnesi; alt, arka, iki yan ve döner sahnesi vardı.

27 Kasım 1970’te Arthur Miller'ın Cadı Kazanı oynanırken sahnenin üst kısmında başlayan yangın, az zamanda bütün yapıyı sararak küle çevirdi. Yangında Topkapı Sarayı’ndan getirilip sergilenen pek çok tarihi eser de yanıp kül oldu. Büyük bir çabayla onarıldı bina. Sahne tekniği çalışmaları Alman mimar Willi Ehle, mimari çalışmalar ise Hayati Tabanlıoğlu tarafından hazırlanıp uygulandı. İç dekorasyonu değiştirildi. Lokanta salonu sanat galerisi haline getirildi. Bina, “Atatürk Kültür Merkezi” olarak 1977-1978 sezonunda yeniden hizmete açıldı.

Eksiğiyle fazlasıyla Cumhuriyet döneminin bir anıtıdır AKM. Onu da yıkıyorlar şimdi. AKM iş makineleri tarafından alaşağı edilirken karşısında koca bir cami yükseliyor. Tabii minaresi ve kubbesi ile birlikte. Mimarı kim, bilmiyoruz. Avlusunda havuz olmayacak, bunu biliyoruz…

***

12 bin 500 kişilik kapasitesiyle ülkenin en büyük spor salonlarından biri olan Abdi İpekçi’nin mimarları ise Ragıp Buluç, Ziya Tanalı ve Ercan Yener. Temeli 1979 yılında atılan spor salonuna, aynı yıl suikast sonucu öldürülen gazeteci Abdi İpekçi’nin adı verilmiş. 3 Haziran 1989’da Amerikan Harlem Wizards ve Washington Generals takımlarının yaptığı gösteri maçıyla hizmete açılmış. 2004 yılında Türkiye’de gerçekleştirilen Eurovision’a ev sahipliği yapmış. Yani ülkenin böylesine büyük organizasyonları yapabileceği tek salonuydu Abdi İpekçi.

Yıktılar Abdi İpekçi’yi de. Şimdi büyük bir depremin tokadını yemiş gibi kendi üzerine çökmüş halde akıbetini bekliyor. AKP’nin yan kuruluşu haline getirilen Türkiye Basketbol Federasyonu, yıkılan Abdi İpekçi’nin arazisinde, Basketbol Gelişim Merkezi adıyla yeni bir tesis inşa edileceğini açıkladı. Neden orada, neden illa yıkarak yapıyorlar belli değil. Eski olan hiçbir şeye saygıları yok. Cumhuriyetin yaptığı her şeye kin besliyorlar. Abdi İpekçi tu kaka, Mustafa Kemal bir nefret objesi. Yakında bütün kültür merkezlerini, bütün spor salonlarını kubbeli ve minareli yaparlarsa kimse şaşırmaz.

***

Malum Marmaray inşaatı sırasında Yenikapı’da Bizans Limanı’nın kalıntıları çıktı karşılarına. Çok sinirlendiler bu rastlantıya. Alelacele kazı yaptırdılar ve kaldırıp attılar geri kalanı. Zamanın başbakanı şöyle değerlendirdi bu talihsizliği; "Aslında Marmaray 2010’a yetişebilirdi. Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz. Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular. Bunlar insandan çok daha mı önemliydi? Bundan sonra ne olursa olsun engel mengel tanımıyoruz. Yok kuruluydu, yok yargısıydı bunlara takılıp kaldık. 3 sene bizi engellediler. Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun…”

Ne Bizans kalıntısı, ne Cumhuriyet anıtı; tanımıyorlar artık engel mengel. Osmanlı'ysa duraklıyorlar sadece, sonra onu da yıkıp geçiyorlar. Üsküdar meydanına bakın inanmıyorsanız. Üsküdar’da yaptıkları gibi Yenikapı limanının üstüne beton dökmekle yetinmeyip kıyısını da doldurdular. Tarihi Yarımada’nın o bölümünde kocaman, kanserli bir ur var şimdi. Tek işlevi AKP’nin miting alanı olması.

Göbeklitepe’ye beton döktüler. Aspendos Antik Tiyatrosu'na mutfak mermeri döşediler. Sivas’taki Selçuklu Sultanı Türbesinin çinilerini öyle bir restore ettiler ki sanırsın türbede yatan soytarılar kralıdır. IŞİD ülkeyi işgal etse ne yapar diye merak ediyorsanız dönüp bir daha bakın ülkeye.

Ülkenin tamamı kendine muhafazakâr diyen bir çetenin tasallutu altında. On binlerce Tayyiban kamyonu her yanda hafriyat taşıyıp duruyor. Önlerine ne çıkarsa yıkıp yerine yenisi yapıyorlar. Gömüyorlar vatanı. Beton döküyorlar üstüne ki bir daha başını kaldırmasın.

“Minareler süngü kubbeler miğfer” nidasıyla başlamıştı bu hikâye. Doğruymuş…