Laikliği savunmalıyız

“Öteki İslam”, eski bir kitabın adı… “Öteki”den kasıt cari olanın dışında kalan, saf, bozulmamış olan İslam değil. O son zamanların icadı. Çok kirlettiler ve temizini aramaya koyuldular. Burada söz edilen İslam, “laik” devletin bir politik enstrümana dönüştürdüğü, kalabalıkları yönetmek için bir disiplin aracı olarak kullandığı İslam. Üst başlığı bu ayrıma işaret ediyor: “Devletin Din Operasyonu”… “Öteki İslam” bir devlet operasyonunun erken tutanağıdır. 

Birinci baskısı 1995 yılında yapılmış. Aradan geçen uzun zamanda iki baskı daha. Birinci baskısının önsözü şöyle başlıyor: 

“Bu çalışmanın esin kaynağı Nokta dergisi için hazırladığım bir haberdi. Genelkurmay Genel Sekreterliği'ne bağlı bazı subayların, Avrupa'da Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslâm Birliği) adlı örgütte, din görevlilerine ‘psikolojik harp’ konusunda seminerler verdiğini öğrenmiştik.” 

Şöyle devam ediyor: 

“Talih mi yoksa koca bir talihsizlik mi saymak gerektiğine karar veremiyorum. Artık Türkiye'de ‘İslâm’ olmayanların önemli bir bölümü, şu veya bu şekilde ‘Öteki İslâm’a dâhil olmuştur. ‘Öteki İslâm’ ise gizli devlet örgütlerinin psikolojik harp aracı olan İslâm, TİB'in İslâmı, Refah'ın İslâmı, MHP artıklarının ve CFR'in İslâmıdır; emperyalizmin kalite kontrol damgasını taşıyan İslâmdır.”

Demek ki kitapla 1995 yılında Türkiye’deki iki gelişme kulağından yakalanmış oluyor. İlki, Genelkurmay’ın DİTİB üzerinden topluma karşı bir psikolojik harbe giriştiğidir. İkincisi, devletin siyasal partileri ile birlikte bütünüyle İslamize olduğudur. Sanıldığının tersine, devleti dinselleştiren AKP değildir. Ondan önce bu işi yüksek komutanlar yapmış, tarikatlar ve AKP için ortamı hazırlamıştır. 12 Eylül ile başlayan zifiri karanlıkta işlenmiş iki cinayetten söz ediyoruz…

***

İlk baskısından iki yıl sonra bir baskı daha yaptı Öteki İslam. Yeni baskısının önsözü kitaba açılan davalarla başlıyordu. Hakkında üç ayrı mahkemede soruşturma açılmıştı. Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce yürütülende "devletin gizli belgelerini yayınlamak, Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na, Genelkurmay'a MİT'e ve daha bir dolu kuruma hakaret edildiği" iddiası vardı. Başka bir davanın konusu Genelkurmay’ın psikolojik harbini yöneten kurmay subaylardan birinin kitapta kendine hakaret edildiği iddiasıydı. Türkiye o sırada askerler eliyle başka bir uçuruma doğru sürükleniyordu. 

İkinci baskısının önsözünde bu sürüklenme de şöyle kayda geçirildi: “Ortaya çıkan tablo, sağda 'sol'da farklı şekillerde dillendirilmeye çalışıldığı gibi “gericilik döneminin’ bittiğini gösteriyor. Devlet artık ‘ilericilik’te karar kılıyor ve hepimizin bundan böyle ‘ilerici’ olmasına karar veriliyor. Bu tabloda, aslında bu programın gerçek sahibi olan ‘sol’ yoktur ve anlaşıldığı kadarıyla, 12 Eylül'den sonra dinci gericiliğe ne kadar açık kapı bırakılmışsa, ‘sol’a da o kadar açık kapı bırakılmıştır. 1997 yılında bırakılan açıklıktan ‘sol’un bir kısmı girmiştir ve bir kısmı da girmek üzeredir.” Erbakan’ın RP’sini alaşağı etmek ve eteklerinden gelen gençlere yolu açmak üzere 28 Şubat dalgası geliyordu. Devlet İslamizasyonda kontrolün elinden kaçırmış ve çubuğu tersine bükmeye karar vermişti. Sola ihtiyacı vardı, birileri ihtiyaca cevap vermeye, her zamanki gibi, hazırdı. 

Önsözün son sözü şöyle: “… 1997 yılı sadece dinci gericilikle değil, aynı zamanda çetelerle mücadele yılı ilan ediliyor ve hem dinci gericilik hem de çetelere karşı önemli mevziler elde ediliyor. Böyle bakıldığında ne RP'nin hükümetten düşmesini ne de 1997 yılına damgasını vuran Mercedes marka otomobilin bir kamyona çarparak durmasını rastlantı saymamak gerekiyor. 1997'de devlet İslami alandan çekilme ve çete faaliyetlerinde özelleştirmeden vazgeçmeye karar veriyor.” Tarihte ve toplumda rastlantı yoktur… 

***

Öteki İslam’daki bu savaşın yurtdışı cephesi hakkında pek çok veri var. Konsolosluk yetkisi verilen imamlar, cami cami dolaşıp, “vatandaşların dertlerini dinleyen” konsoloslar bu politikanın icabıdır. Zamanın Düsseldorf Başkonsolosu Bozkurt Aran’ın mutat bir cami ziyaretinde yaptığı konuşma yapılmak isteneni özetlemektedir; "Gençlerinizi mutlaka camiler etrafında toplayın. Buralar milli eğilimin uyanışının, milli kültürün korunup yaşatıldığı yerlerdir. Onlara buraları sevdirin... Birlik ve beraberlik içinde olun. Sizin bu güzel oluşumlarınıza ve aranıza fitne çıkarmak için sızmaya çalışan çok art niyetliler var, onları tespit edin."

İçeride cephe Diyanet ve Milli Eğitimde kurulmuştur. Bir eli Diyanet örgütünde diğer eli üniversitede olan Toplumla İlişkiler Başkanlığı Milli Eğitim Bakanlığı'nı da kontrol etmektedir. TİB, Milli Eğitim için bir de "özel plan" yapmıştır; bu plana göre öğrenciler "konsept ve Atatürkçülük" konularında eğitilecektir. TİB'in kurmay subaylarına göre "Atatürkçülük" ile "İslâm" birbiriyle çelişmemektedir. Avrupa'da cami cami dolaşıp Türk vatandaşlarını İslâma davet eden TİB, Talim ve Terbiye Kurulu aracılığıyla kontrol ettiği Milli Eğitim'e "Atatürkçülük ve konsept" kavramlarını yerleştirmeye çalışmaktadır.

O kadar ki, psikolojik harbin hedeflediği toplum yüzdelerine kadar tasarlanmıştır. “Türkiye'de Laiklik ve İrtica Üzerinde Psikolojik Harekât" başlığını taşıyan bir askeri kaynakta bu oran yüzde 25 laiklik, yüzde 75 Türklük ve İslamlık olarak veriliyordu. Generallerin bu politikası ülkeyi çoktan Cumhuriyet öncesinin şartlarına taşımıştı. Emekli General Mahmut Boğuşlu “Belgelerle Türk Tarihi” adlı dergideki yazısında bu zaman yolculuğunu şöyle ifade ediyordu: "... Ülkemizde, şu ya da bu şekilde oluşan veya oluşturulan Türkiye'ler; üç cins Türkiye (laik Türkiye, mürteci Türkiye ve hem laikliğe ve hem de irticaya ilgisiz ve duyarsız Türkiye) görüntüleri vardır. Her üç Türkiye de bir bütünün parçalarıdır. Fakat, 64 sene sonra da hâlâ, 1920-1922 sınırı sanki vardır ve laik Türkiye ile mürteci Türkiye bu sınırda karşı karşıyadır.”

Generaller ağırlığını koydu ve “mürteci Türkiye”ye yuvarlandık. Boğuşlu o ağırlığı şöyle özetliyor: Kur'an-ı Kerim'i ezbere bilen hafızların yanında Türkler bu mukaddes kitabı 10-15 dakikada ve 3-5 sahifede özetleyecek derecede bilgi sahibi olmalıdır. Din adamı tipinde değişikliğe gidilmeli, her türlü meslekten; hâkimden, savcıdan, avukattan, lise öğretmeninden, doktordan, gemi kaptanından yeni bir din adamları yetiştirilmelidir. Bu arada son yıllarda sayıları artan İmam Hatip Okulları reorganize edilmeli, bu okullara endüstriyel, ticari, turistik, vs. hüviyetler de kazandırılmalıdır…

İrtica tehlikesini önlemek için herkesi imam yapmaya karar verdiler. Öteki İslam’ın getirisidir.

***

O politikanın iki sonucuyla yüzleşiyoruz şimdi. Generaller “devletin din operasyonu”na hazırlık olmak üzere devletin güvenlik aygıtlarında Fethullahçıların örgütlenmesine yol vermişlerdi. Birkaç yıl önce darbeye kalkışıp sistemin tamamına el koymaya kalkıştılar. İkincisi, uzun yıllar boyunca marjinal bir parti olarak yaşayan İslamcı partinin büyüyüp serpilmesi için imkân hazırlamaktı. Somut hali AKP’dir ve şimdi devletin operasyonunu mantıki sonuçlarına ulaştırmak üzere faaliyettedir. Her meslekten imam yaratmış, laikliği yüzde 25’e sıkıştırmış ve Türk-İslamlığı yüzde 75’e çıkarmıştır. Askeri bir başarıdır!

Öteki İslam’da anlatılanlar, Türkiye’nin egemen sınıfının laikliği cami avlusuna bırakıp kaçmasının hikayesidir. Büyük patronlar ve yüksek komutanlar el ele verdiler, toplumu dinselleştirdiler, dini kamu yaşamına soktular ve laikliği yıktılar. 

Laikliği yıkarsanız Cumhuriyet de yıkılır. Yıktılar. Ölüsünü kaldırmak için imamları görev çağırdılar. Dağ taş imama boyandı. Yalnız imamlar ipe un serdi. Uzatıyorlar cenaze törenini. Ölüyü kaldırmak yerine tecavüz ediyorlar. İçinden geçiyoruz, tecavüzün tanığıyız.

Laiklik ve cumhuriyet, daha iyisi laik cumhuriyet artık sadece bir sınıfın meselesidir. Haliyle düştüğü yerden doğrulup ayağa kalkmaları o sınıfın doğrulup ayağa kalkmasına bağlıdır. Demek ki laikliği sadece tarikatlara ve kurumsal dine karşı değil burjuvaziye karşı da savunmalıyız. 

Savunacağız ve göreceğiz; Sosyalizm Cumhuriyete çok yakışacak!