Kutsal

“İslam ülkesi” Malezya’da bir şampuan reklamı. Kadın oyuncu türbanın üzerine şampuanı dökmüş, köpürtüyor. Makyaj yerinde, yüz ifadesine bakılırsa oyuncu türbanının üzerinden köpürttüğü şampuanın verdiği hazla az sonra orgazm oldu olacak. Şampuan köpürmüş de, dinen caiz olmadığı için saç görünemiyor. Saça değmeden köpürüyor şampuan. Oyuncu kadının yüzü, kaşı, gözü ortada; bunlar cinsellik çağrıştırmıyor Müslüman erkeğe. İlle de saç! Hal böyle olunca şampuan reklamını yapanlar türban üzerinden deniyorlar şanslarını. Tamam, türban kutsal ama kapitalizmin de kâr gibi vazgeçilmez kutsalları var. İki kutsalın kesiştiği noktada filiz veriyor türban üzeri şampuan köpürtme kepazeliği.

***

Günde beş vakit okunan ezana Perşembe ve Cumaları iki vakit daha eklendi 15 Temmuz girişiminden sonra. Sebep? Osmanlı zamanında böyle bir uygulama varmış. Hoş AKP döneminin takıntısı “kandil” de dini bir vecibe olmaktan çok Osmanlı icadı. Padişah “kutsal gün”lerde minarelere kandil takma emri verdiği için adı “kandil” olmuş. Fethullahiler modernize etti kandili, “kutlu doğum” dediler adına. Güya peygamberin doğum gününü kutluyorlardı. Sonra günü haftaya çıkardılar. Takvimini de miladi gavur takvimine endekslediler ki 23 Nisan kutlamasına karşı dini bir bayrama dönüştürsünler.

Hâlbuki doğum günü kutlamasına da, miladi takvime de karşıdır arkadaşlar. Ayrıca peygamberin doğum günü de tam olarak bilinmiyor. Olsun, ne gam. Okullara kadar indirdiler kutlamaları.

Geçtiğimiz günlerde tartışma çıktı aralarında. Fethullah’a karşı olanlar “kutlu doğum haftası”nın FETÖ uydurması olduğunu açıkladı. Fethullah 27 Nisan doğumluydu, aslında kutladıkları oydu. E dayanamadılar haliyle, kutlu doğum haftasını kameri takvime endeksleyip dolaşıma soktular. Bir daha 23 Nisan’a denk gelmesi zayıf ihtimal. Hoş zaten 23 Nisan’ın da bir anlamı kalmadı arada. TBMM önce fiilen sonra resmen feshedildi. Artık Beştepe Külliyesi İstişare Salonu var. Geçti gitti!

Yıktıkları meclisin muhteşem camisi ile uğraşıyorlar şimdi. Behruz ve Can Çinici tasarımıdır o cami. Ödüllüdür. Ağa Han Mimarlık Ödülünü almıştır. Kubbesizdir, zemindedir. İşyeri payı bırakılmamıştır bodrumuna. Çünkü Müslümanlar aslında toprağa secde eder. Önünde bir havuz vardır. Camiye gidenler baktılar mı suretlerini görür o havuzun suyunda. O suretin tanrının bir yansıması olduğuna inanılır. Minare yerine de selvi ağaçları vardır. Selvinin bizim kültürümüzde önemli bir yeri var, öte dünyayı hatırlatır. Mimari olarak çok yakışır ibadethaneye. Minare sonradan eklenmiştir mescide ayrıca, çan kulelerinden kopyalanmıştır, bidattir. Yıkacaklar o camiyi, yerine kubbeli ve minareli yenisini yapacaklar. Bidatleri kutsal sanıyorlar çünkü. Dinleri var imanları yok. Bu yüzden hırsızlığı, ahlaksızlığı, zulmü yasaklamıyor artık inançları. Yeni kutsalları bu…

***

İsmailağa Cemaatine mensup büyük bir gurup entarilerini giyip “umre”ye gitti. Dini vecibe değildir, bir tür dini turizm faaliyetidir umre. Umre de ziyaret demek zaten. Her ne olursa olsun, bu ziyaretin amacının “dünyevi hırslardan” arınma, tanrıya yaklaşma olduğu varsayılıyor. Boru değil, “Allah’ın evine” gidiyorsun. Ama onlar tam tersini yaptı, Kabe’de, “Allah’ın evinde” kavga ettiler. Allah ne verdiyse birbirlerine savurdular. Kafa göz, nereye vurdularsa yarıp kanattılar. Daha önce de birbirlerine bıçaklı saldırıda bulunmuşlardı. Sınırsız kazanma hırsının yan etkileri bunlar. Bir elleri dinde, bir elleri piyasanın sonsuzluklarında. Kafa göz yaran cemaatin jet ski’si ile ünlü hocalarından biri yanmayan kefen, Noel’e itiraz kitabı, peygamber saç kılının yıkandığı su, peygamberi gösteren terlik gibi çok kutsal ürünler satarak buluyor yolunu. Hem inancının kutsalına, hem piyasanın kutsalına hizmet ediyor. Öte dünyada olmazsa bu dünyada cennet garanti!

***

İttire kaktıra referandumu kendi lehlerine çevirdiler. Fakat ittirip kaktırmak için hazırladıkları pusulalar az geldi. O kadar çalmak gerekeceğini hesaplamamışlardı. Apar topar “mühürsüz geçerlidir” kararı çıkartmak zorunda kalınca oyun anlaşıldı. Zaferlerini ilan etmeye alı al moru mor çıktılar haliyle. Yıktıkları cumhuriyetin üzerine ancak mühürsüz bir gecekondu kurabilecekleri anlaşılınca, referandum sürecindeki kabadayılığın yerini içeride suçlu arama didişmesi aldı. En kabadayıları olan Cem Küçük, "AK Parti'nin radikal İslamcılarla yolunu ayırması lazım" dedi. Tayyip Erdoğan'a da AKP'nin başına geri döndükten sonra "Mavi Marmara'daki manyak tiplerle" yolunu ayırması tavsiyesinde bulundu. AKP’deki İslamcılar ise zaten mağdurdu, partiden İslamcılar atılıyor, yerlerine İslamcı olmayanlar getiriliyordu. İslamcılar “reis”ten destek beklerken reis çıkıp şunları söyledi: "Biz tekkeye mürid aramıyoruz ki. Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını milletini seven, parti ilkelerine uyacak insan aramaktır. Bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. Kimse uluhiyet davasına girmesin."

Cem Küçük “reis”in pasını aldı, gole çevirdi, "Bu ağır lafları yedikten sonra azıcık onurunuz varsa istifa edersiniz. Ama siz etmezsiniz. Siz suratınıza tükürülse yarabbi şükür diyen tiplersiniz" dedi.

“Uzaktan baktım ay parçası, yanına vardım estağfurullah” özlü sözünde işaret edildiği gibi uzaktan bakılsa kavga basbayağı din-iman kavgası. Yaklaşınca bambaşka tablo ortaya çıkıyor. Bizim Barış Terkoğlu, şöyle yorumladı olup biteni: “Tarihte tesadüf yok: Aynı anda ABD İhvan'ı terörist ilan etmeyi, Hamas İhvan köklerinden kopmayı, AKP İslamcılardan kurtulmayı tartışıyor.” Yani? İktidarın gereği dinden vazgeçmek olsa, ondan da vazgeçecek Müslümanlarımız. Dünyevi kutsalları uhrevi kutsallarının çoktan önüne geçti.

***

Dinin toplumdaki yerinin bir göstergesi bütün bunlar. Yüzeyde dağ taş din, o yüzeyin altında piyasanın tanrısı Yüce Çıkar’ın hükmü sürüyor. Onun için bütün tartışmaları yüzeyde, içi boş, yüzeysel.

Bakın işte; Yılbaşı kutlamalarını “gayrimeşru” ilan eden, “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değil” fetvası” veren Diyanet bütün bunlar olurken kadınların cımbız alanına girip fetva vermeye kalkışıyordu. Neymiş? Mecbur değilseler kaşını, bıyığını, tüylerini aldırmak günahmış. Ama psikolojini bozacak kadar kötüyse aldırabilirmiş. Diyeceksiniz koca Diyanet kıl tüy işiyle neden ilgileniyor. Dedik ya din adına kılın, tüyün suyunun suyunu satanlar bile var piyasada. Bir üniversitede “helal ilaç” konferansı düzenledi örneğin. Emin olun çoktan “helal ilaç” üretimine girişmişlerdir. Kutsal kitabın değil, Yüce Çıkar’ın emridir bunlar.

Emeviler de işte tıpkı böyleydi. Din adına iktidar oldular, ilk yaptıkları iş dini tedavülden kaldırmak oldu. Yerine kendi dinlerini koydular; yoksul kalabalıklar için şeriat, kendileri için vur patlasın çal oynasın...

Kutsal, güçlü bir dinsel saygı uyandıran ya da uyandırması gereken (şey) demek. Tapılacak ya da yolunda can verilecek denli sevilen bir inanç kast edilen daha çok. Kutsal diye diye geldiler. Kutsallarına saygı isteye isteye iktidar oldular. Şimdi bütün kutsalları yıkarak iktidara tutunmaya çalışıyorlar.

Kutsalın bir kutsallığı kalmadı. O yüzden köpürtüyorlar türban üzeri şampuanı. Türban bahane şampuan şahane çünkü. Dinin yeşilinin yerini Doların yeşili alalı uzun zaman oluyor…