Körler ülkesinde şair uğurlaması

Körler… Tablonun yaygın bilinen adı bu. “Körün Kıssası” ya da “Körlerin Yürüyüşü”, Hollandalı veya rivayete göre Belçikalı ressam Pieter Brueghel tarafından 1568'de yaratılmış. Brueghel, Avrupa’da süren acımasız din savaşlarının ortasında yapmış bütün resimlerini. Ortaçağın cilalayıp azizleştirdiği insanı azizlik mertebesinden indirmiş ve halelerini silerek birer köylü suretinde yeniden yaratmış.

Onun için “Köylü”ye çıkmış adı. Gerçekten köylü mü, bilinmez ama tarihin dehlizlerinden süzülüp gelen bir devrimci olduğunda kuşku yok. "Para Çantalarıyla Kasaların Savaşı" adlı resminin altına şunları yazmış;

"Sakın bırakmayın altın dolu küplerinizi sandıklarınızı, kumbaralarınızı... Altınlarınız ve servetiniz için sıklaştırın safları…" İşte din savaşlarının aslında birer “para” savaşı olduğunun en eski kanıtlarından biri daha.

Brueghel 1569 yılında öldü. Körler’i ölümünden bir yıl önce tamamladı. Tablonun ilham kaynağı, İncil'de yer alan Farisiler hakkındaki bir sözdü. İsa, Matta İncilinde Farisiler hakkında şöyle diyordu: "Bırakın onları; onlar, körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör köre kılavuzluk ederse, her ikisi de çukura düşer."

Farisiler Hıristiyanlığın ilk yıllarında hüküm sürmüş yaygın Yahudi tarikatlarından biri. Tarikatın üyeleri teoloji konusunda donanımlıydı, çoğu kutsal kitabı ezbere biliyordu. Fakat bu bağnaz tarikat, din ile çıkar arasındaki mesafeyi de oldukça kısaltmıştı. Hırslarına tanık olan İsa, Farisileri şu sözlerle azarlamıştı: “Kutsal yazıları araştırıyorsunuz. Çünkü bunlarla sonsuz yaşama sahip olacağınızı sanıyorsunuz.” Çıkarcı Farisiler toplumsal anlamda kör olmuşlardı ve çıkarcı öbür körlerin kılavuzluğuna soyunmuşlardı.

Böyledir; dinin en yaygın olduğu zamanlar, ahlaki düşkünlüğün doruğa çıktığı zamanlardır. Ölçüsüz dindarlık ve ahlaki düşkünlük körleştirir. Her şey koca bir çukura dönüşür. İnsanlığın çukurudur bu…

Körler’in ressamı Brueghel, işte o insanlık çukurunu resmetmekteydi. Şöyledir manzara… Birbirlerinin sopalarına ve omuzlarına tutunan kör keşişler yürüyor. Körlerden ilki bir çukura düşmüş ve düştüğünün farkında. Ardındaki ikinci kör, önde giden kör düştüğü için dengesini yitirmiş, çukurdaki körün üzerine kapaklanmak üzere. Üçüncü kör, bir şeylerin ters gittiğinin farkında ama ters gidenin ne olduğunu henüz algılayamamış. Gerideki üç kör ise birkaç adım sonra başlarına geleceklerden habersiz, çaresiz öndekileri izlemekte... Fonda görünen köyde bu altı körün dışında hiç kimse görünmemekte. Ortalıkta bir kilise… Belli ki körler düşerken köy halkı pazar ayininde. Belki de hepsi, körlerin çukura yuvarlanmakta olduğu tam o anda İsa’nın Farisiler hakkında söylediklerini dinlemekte. Kiliseden çıktıklarında onlar da birbirlerine tutunarak çukura doğru ilerleyecekler...

“Körler Düşerken” yıllar önce yayımlanmış bir kitabımın adıdır aynı zamanda ve esinini Brueghel’in Körler’inden almıştır…

***

Hollanda’nın kıyısında bir yerde doğmuştu Brueghel. Hollanda, kapitalizmin ortaya çıktığı ilk ülkedir. Brueghel çizmeye durduğunda Hollanda gemileri çoktan beri denizaşırı sömürge seferlerindeydi. Hâlbuki her şey hâlâ derinlemesine dinsel görünmektedir. Çünkü insan, inançları ve idealleri ile birlikte çökmüştür ve bir çıkış yolu da gözükmemektedir. Yani, uçuruma doğru giden o üç beş kör, tüm insanlığın aldığı tarihsel yolu simgelemektedir. Körseniz çukura yuvarlanmanız kaçınılmazdır…

Belki de trajedi insanlığın her defasında kendi karanlık mağarasını yaratıp kör olmayı seçmesi ve kendini her defasında çukurun başında bulmasındadır. Görmek istemeyenin göze ihtiyacı yoktur. Sözümüz, görmek istemeyen körleredir.

O yüzden gülünçtür ilk bakışta körler ama yüzlerine dikkatle baktığınız zaman görüp görebileceğiniz tüyler ürpertici dramlardır sadece. Brueghel’in devrimci görüşüdür bu, onun tablolarında güzel prensler yerine ablak yüzlü köylüler vardır; melekler yerine dilenciler, kahramanlar yerine körler, sakatlar vardır. Sanki Türkiye’nin son on beş yılını resmetmektedir Brueghel. Kendi karanlık mağarasında kör olmayı seçmişler ülkesidir resmedilen.

***

“Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.

Köpeklerin bakışlarında birer keman tadı.

Avcılar ve kuşlar avdan dönüyor.

Zaten her yanda hüzün görülür

Uzakta çocuklar kayıyorsa,

Kızaklar tahtadan yapılmışsa,

Kar dinmişse, avdan dönüyorsa avcılar,

İnsan anlamışsa ansızın, başladığını

Gökyüzünün, ayaklarının ucunda.

 

Kuş tüyleriyle kaplıdır burunları

Birer sirk emeklisine benzeyen avcıların;

Soluk alır, tüy verirler yorulunca,

Yürekleri birleşir, geniş bir av ülkesi olur,

İçinde tazılar yaban ördeklerini,

Çantalı okullular kar tanelerini avlar.

Norveç'in nüfusunu bilir de okullular

Karın nüfusunu bilmezler nedense.

Zaten her zaman hüzün bulunur biraz.

Norveç'ten söz açan şiirlerde.

 

Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.

Ağzımın kemiğinde dağınık bir şiir tadı.

Gürgenler ve kayınlar avdan dönüyor.

Sırtsız atmacalar çizerdim şimdi

Bir kayığın yelkeni geçseydi elime;

Unutmazdım, yelkenin bir köşesine

Tabut başlı bir avcı yerleştirirdim.

İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür.”

 

Ülkü Tamer, Bruegel'in bir resmine bakarak yazar bunları. “Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor, ağzımın kemiğinde dağınık bir şiir tadı…”

Bu şiiri okuduğumdan beri ağzımın kemiğinde dağınık bir şiir tadı takılıp kaldı. Yaptığımız yapacağımız, yazdığımız yazacağımız ne varsa insanlar o uğursuz çukura düşmesin diye. İyi şair, iyi edebiyatçı, iyi sanatçı bu karanlık ve dehşet verici insanlık çukuruna dikkat çekendir, körlere dikkat edin “düşeceksiniz” diyendir.

“Bırakın onları; onlar, körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör köre kılavuzluk ederse, her ikisi de çukura düşer." Böyle diyor İsa Farisiler için. Fakat kendisi de kısa zamanda bir çukur kazıcısına dönüşüyor. Uzun Ortaçağ diyoruz adına, kazıcısıdır.

Biz ise Ülkü Tamer gibi, insanlığın kara kışında avdan dönen avcılarımızı izliyoruz yine. Körler aynı körler, çukur aynı çukur. Bugünden geriye kalacak tek şey düşen körlerin suratındaki o insanlık dramlarıdır belki, kim bilebilir?

***

Sabahattin Ali’nin katledilişinin yıldönümüydü dün. Ona hazırlanırken kaybettik Ülkü Tamer’i. Bilen bilir, şairdir ama yoksul bir emekçidir ondan daha fazla. Bakmayın ölümünün ardından koparılan fırtınalara, yaşarken kapısını çalıp hatırını soran olmamıştır hiç. Sihirli sözcüklerin peşinden gitmiş, eyvallah etmemiştir paraya pula. Sözün sihrini ve anlamını yitirdiği çukura dönüşmüş bir körler ülkesinin şairidir. Ölümünü bırakın, yaşadığı bile meçhuldür.

“İçinde bir kaçakçı yaşar senin,

Kayıkla dolaşır göllerinde,

Beynine tabanca ve şiir satar,

O kaçakçının bakışını sakın unutma.”

Sessizce çekip gitti o mahzun bakışlı kaçakçı. Pırıl pırıl aydınlık dizeler kaldı geride. Diyor ki özetle: Eyy körler, düşüyorsunuz!