Kirli yeşil

Bedi-üz-Zaman Said-i Nursi. Zamanın güzelliği… Neymiş zamanın güzelliği? Anti-komünizm. İşte siyasal İslamcılığımızın kısa tarihi bu.

İttihatçı çevrelerle içli dışlıydı. Büyük ihtimal zamanın etkili gizili teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa’nın içindeydi. Osmanlı’da ve Cumhuriyet’te, devletle ve ona rengini veren ideolojilerle hep inişli çıkışlı ilişkileri oldu. Bununla birlikte devletin kucağından hiç inmedi. 31 Mart gerici ayaklanmasından bugüne miras kalan tek şahsiyet. Bir din “ulu”su olarak sunulmaya çalışılıyor ama ölümüne yakın Menderes tarafından şehir şehir dolaştırılan bir seçim kuklasıydı. Kullanıldı, atıldı. Bugün İslami hükümete darbe yaptı diye kovalanan, kovuşturulan Fethullahiler onun talebeleridir. “Talebe” dedikleri aslında Mehdi Nursi’nin yeni dininin ilk müritleri. Haliyle çoğu için onun risalelerini okumak Kuran okumaktan bile önceydi, önemliydi.

Said’in yazdıkları benim ilgi alanım dışında ama siyasi çizgisi ile ilgili söyleyebileceklerim var. Amerikancı, antikomünist ve cumhuriyet düşmanı tuhaf bir kişilikten söz ediyoruz. Tuhaflıktan kastım şu: Kendi hayatını üçe bölüp eski, yeni, üçüncü diye sınıflandırmış. Karşılıksız değil bu sınıflandırma, birbirinden bağımsız bir sürü kişilik karşımızdaki. Bugünün İslamcıları da öyle değil mi?

Takipçileri ilk bakışta bir tarikat gibi görünmekte ama yakından bakıldığında bir tarikattan daha farklı bir yapı bu. Said-i Nursi risalelerini okuma, yorumlama, çoğaltma üzerinden ilerleyen masonik bir harekete benziyor daha çok. “Hizmet” dedikleri de bu Said-i Nursi risalesi yayma ve propaganda etme faaliyeti özünde. Said’in düşüncesine hizmet “hizmet” ile kastedilen. Kurdukları denklem basit; Ahir zamanda yaşıyor Müslümanlar. Yani, komünist-materyalist felsefenin bilimi de arkasına alarak imana karşı büyük bir saldırı yaptığı bir dönemdeyiz. Hizmet, yaklaşan bu felaketi önlemek için yapılan bütün faaliyetlerdir. Mehdi gelecek, imanı kurtaracak, hilafeti geri getirecek ve şeriat ilan edecektir. Komünizm ahir zamanın büyük deccalıdır ve bu nedenle esas mücadele deccala, komünizme karşı mücadeledir. Mehdi Said-i Nursi’ydi, o ölünce postu Fethullah Gülen’e kaldı. Öyle iki şahsiyet ki “çok kişililik”te ancak birbirleriyle yarışabilir.

xxx

Said, Menderes ile pek samimiydi. Komünizm korkusu ve düşmanlığı her iki taraf açısından da birleştirici payda. 1950’li yıllarda Soğuk Savaş’ın sıcağında Demokrat Parti marifetiyle Türkiye’nin her tarafında Komünizm Mücadele Dernekleri kuruldu. “Nur talebeleri” bu derneklere koştu ve ilk siyasi tecrübelerini komünizmle mücadele içinde yaptı. Bu derneğin kurucuları ve üyeleri arasında Cemal Gürsel, Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel ve Turgut Özal gibi toplumun İslamileştirmesinin müsebbipleri vardı. Saadet Partisi’nin eski Genel Başkanı Recai Kutan Diyarbakır Komünizmle Mücadele Derneği Başkanlığını yapmıştı. Nur talebesi Fethullah Gülen Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucuları arasındaydı. Derneğin önde gelen üyeleri, daha sonra İlim Yayma Cemiyeti'nin kuruluşuna da önayak oldular. Çıkışlarında, duruşlarında hep iflah olmaz bir antikomünizm vardır.

Bu kısa tarihin gösterdiği şu; Cumhuriyetin kuruluşundan beri İslami hareketin ana kanalı emperyalizmin işbirlikçiliğini rolünü gönüllü olarak üstlendi. Varlığını o uğursuz rol sayesinde sürdürebildi. Mesela bugün İnönü’yü Hitler’e benzetenlerin ağa babaları, İkinci Dünya Savaşı yıllarında İnönü’nün Türkiye’den uzak tutmaya çabaladığı Nazilerin sempatizanıydı. Haliyle memlekette ne kadar anti-faşist insan varsa düşman bellemişlerdi. Tan gazetesinin, “Komünistlere ölüm!” sloganlarıyla kundaklayanlar işte bunlardı. Bu otoriteye tapma hallerini “büyük üstat” Said-i Nursi’den miras almışlardı.

Haliyle, 1960 darbesinden sonra sol yükselince, onlar da sola karşı büyük bir atılım yaptılar. Emperyalizmin “yeşil kuşak” projesi yürürlükteydi. İhtiyaç hâsıl oldu Komünizmle Mücadele Derneği’nin yanına Milli Türk Talebe Birliği iliştirildi. Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Numan Kurtulmuş, Gazeteci Fehmi Koru işte bu örgütten geliyor.

Sonra o örgütün içinden de “Ak Genç” çıktı. Şimdiki gençler bilmez, o zaman en popüler sloganları şöyleydi: “Tip, tip tipsizler; Allahsız komünistler; Amerika gitsin Rusya mı gelsin? Şeriat, şeriat!” TİP’e düşmandılar, komünizme düşmandılar. Rusya’ya düşman, Amerika’ya yandaştılar. Daha mezhep gizleyecek, takiye yapacak zaman değildi, açıkça şeriat da istemekteydiler. İşte, bugünkü AKP kadrolarının büyük ağırlığını o MTTB-Ak Genç üyeleri oluşturuyor.

xxx

Varlığını antikomünizme borçlu bu siyasal hareketin en önemli eylemlerinden biri “Kanlı Pazar”dı. 31 Mart Olayından sonra yaşanan en büyük gerici ayaklanma olan ve tarihe "Kanlı Pazar" olarak geçen bu saldırıda TİP üyesi iki işçi öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı. "Kanlı Pazar"dan iki gün önce, MTTB ve Komünizmle Mücadele Dernekleri tarafından ortaklaşa yapılan "Bayrağa Saygı" mitingi, olacakların habercisiydi. Mitingi düzenleyenler, düşmanın Amerikan donanması değil, onu protesto eden işçiler ve öğrenciler olduğunu söylüyor, topladığı kalabalığı onlara karşı kışkırtıyordu. Komünizmle Mücadele Dernekleri Başkanı İlhan Darendelioğlu, MTTB'nin İstanbul Cağaloğlu'ndaki merkezinde, "Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin" demişti. Kanlı pazarın kışkırtıcıları arasında bugünün Vahdet yazarı Mehmet Şevki Eygi de vardı. İkide bir şeriat çağrısı yapan, laikliğe küfreden Meclis Başkanı İsmail Kahraman da işte bu ekolden geliyor.

1970’li yıllar boyunca Amerika’nın izinden gidenler yine onlardı. Devrimci gençler İsrail’e karşı mücadele veren Filistin Halk Kurtuluş Örgütü’ne katılıp, Siyonizm’e karşı savaşırken onlar içerde devrimci avındaydı. 12 Eylül darbesi sürek avını bizzat üstlenince onlara darbecileri gönülden desteklemek kaldı haliyle. “Hizmet”ten alı konulmanın mahcubiyetiyle beklediler, devletten el altından aldıkları desteklerle büyüdüler. Siyasal iktidarlarla cemaatler arasında kurulan karmaşık ilişkiler dönemi de böyle açıldı.

Sonradan “askeri vesayeti bitirme” misyonu ile donanacak olan vaiz Fethullah Gülen, İzmir’de 12 Eylül’e yakın bir tarihte bir camide cemaate şöyle sesleniyordu: “Marks’ın bayrağı altında mitingler yapıyorlar ve bunlara müdahale eden çıkmıyor! Aslında bunlar askeri de karşılarına almışlardır. Peki, ne oldu bu askere?” Asker çıktı geldi. Darbeciler “Marks’ın bayrağı altında” toplananları, hapishanelere tıkıp işkence tezgâhlarına yatırdığında da vaiz şu vaazı vermekteydi: “Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihalerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.” Zaten bu ulu ve geç kalmış mehdi tam askeri vesayeti bitirecekken askeri darbeye kalkıştı biliyorsunuz. Maksat antikomünizm olsun!

xxx

2006 yılındayız. Bülent Arınç TBMM Başkanı. Resmi ziyaret için Rusya’ya gitti. Yanında gazetecilerle Kızıl Meydana uğrayıp Lenin’in mozolesini de ziyaret etti. Açıklama yaptı mozole başında, “Lenin’i ölü görmek güzel” dedi. Gazeteciler dil sürçmesi dedi ama ne sürçmesi? Hayatı Lenin’den korkmak ve Lenin’den korkutmakla geçmişti. Dilinin sürçmemiş haliydi bu.

xxx

1970’li yıllar. Recep Tayyip Erdoğan Milli Selamet Partisi Gençlik Komisyonu Başkanı. Bir müsamere hazırlıyor arkadaşlarıyla birlikte. Müsamerenin adı “Mas-kom-yah…” Sahaflarda buldukları “Kızıl Pençe” adlı bir antikomünist müsamere metninin MSP’ye uyarlanmış hali oyun. RTE müsamerede “iyi evlat” rolünü üstlenmiş, komünizme pabuç bırakmayan külyutmaz Müslüman genç rolünde. “Mas-Kom-Yah”ın açılımı Mason-Komünist-Yahudi.

xxx

Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç… Siyasal İslamcılığın tarihinde sembol olmuş kim varsa antikomünizmle zehirlenmiştir. Şimdi şair diye yutturulup Nazım’ın yanına iliştirilmeye çalışılan Necip Fazıl, “din ve milliyetin can düşmanı olan komünistlerle mücadele için, tüm toplum kesimlerini teftiş eden bir hafiye teşkilatı olarak sivil elbiseli ‘Komünistlikle Mücadele Polisi’ kurmayı” önermişti vakti zamanında. Gerek kalmadı, iktidar olup bütün devleti komünistlikle mücadele polisine dönüştürdüler. “Demokrasi taassubu, komünizmayı himayeye kadar vardırılamaz. Devlet istediği şahsı durdurup: Komünist olmadığını ispat et diyebilmek vasıta ve salahiyetine sahip olmalıdır” da demişti. 12 Eylül’de denediler, başaramadılar.

İşte iktidardalar. Takke-badem bıyık ekseninde dinsel bir görünüşleri olmasına karşılık hiçbir ahlaki değer taşımadıkları kabak gibi ortada. Sürekli kandırmışlar birbirlerini ve sürekli birbirlerine kanarak koca ülkeyi bugünkü uçuruma sürüklemişler. Bir insan sürekli kandırılıyorsa ya yolludur ya da ahmak. Siyasette ikisi de affedilmez bir kusur.

Siyasal İslam uçuruma doğru sürükleniyor şimdi. İçinden bir tek insan çıkmadı çünkü. Şarlatanlar, satılmışlar ve itirafçılar fışkırıyor her yanlarından.

Komünizm kapitalizmin ortasında insan kalma mücadelesidir. İslamcılık ise bunu engellemek için tasarlanmış bir insanlıktan çıkarma şebekesi. Çürümeleri kaçınılmazdır.

Yakındır düşer!