Karanlıkta rapsodi

1978 yılında liseye başladım. Demek ki solun yükseliş dönemi çocuğuyum. Ancak o yükselişi biterken yakalayabildim. Lisenin ikinci yılının sonunda, doğum günümde darbe yaptı generaller. Yani hepi topu iki yılım var aydınlıkta. Mesut Odman ağabeyin kulakları çınlasın, yarın 40 yılı doldurmuş olacak anlattığım tarih. Demek ki 2 yılı aydınlık 38 yılı karanlık bir dönemden söz ediyoruz.

Şanslıyım, okulu benden kurtarmaya karar vermişlerdi, 12 Eylül’den iki hafta önce tardedildim. İstanbul’un banliyösündeki okula sürgüne gönderildim. Fakat generaller onlardan önce davranıp okulu bütünüyle kapattılar ve ülkeyi topyekûn kurtardılar!

12 Eylül’den bir iki hafta sonra İstanbul’daki yeni okulumda son sınıfa başladım. Faşist darbe olmuş olmasına ama öğrencilerin neyle karşı karşıya olduğunu anlamadığı belli. İkinci gün, kapatılan okuldan gelen mecburi sürgünler içindeki faşist öğrencilerden birini yatakhanede ışıklar söndükten sonra epey benzettiler. Jandarma bastı okulu. Karanlıkta olup bitmiş her şey. Arama tarama, itip kakmalara rağmen ele gelir dişe dokunur bir şey bulamadılar. Onlar da elleri boş gitmemek için okulda örgütlü “Devrimci Toprak İş” Sendikasının temsilcisini alıp götürdüler.

Birkaç ay sonra kapıları tutup yemek boykotu yaptık. Yemekhaneye girmeye çalışan grev kırıcıları da usulünce uyardık mecburen. O zamanlar usuller biraz şiddetli! Yine jandarma bastı okulu. Devrimci Toprak İş üyesi bir işçiyi daha alıp götürdüler. Sonunda okulun müdürü dayanamayıp beni çağırdı, olaylarda elebaşının ben olduğumu bildiğini söyledi. Tabii ki külliyen yalan! Artık akıllanmış, okulunu bitirip bir an önce iş hayatına atılmayı düşünen düzgün bir öğrenci olmuştum. 1981 yılının baharında kapılara barikat kurup 1 Mayıs kutladık. Sloganlarla inliyor okul. Jandarma bastı yatakhanemizi. Ara tara bulamadılar 1 Mayıs’a değin herhangi bir işaret. Bir daha gelecekleri tehdidi savurarak çekip gittiler.

Ama korkunç haberler geliyor dışarıdan. İşkenceler, dayaklar, tutuklamalar, kaçıp kovalamalar, dur ihtarına uymayıp vurulmalar havalarda uçuşuyor. Ama dedim ya liseliyiz biz, ölüm ne, işkenceden kim korkar? O şartlarda 12 Eylül’ün zehirli havasını solumadan bitirdik okulu. Okul memnun, devlet memnun, hatta annem babam bile memnun serüvenin kazasız belasız bittiğine. “E yeter bu kadar bir iş bul çalış” dediler. Buldum. Çok geçmeden yönetici oldum iş yerine. Şu işe bakın, iş yerinde de Devrimci Toprak İş var. Ama çoktan kapatmışlar sendikayı. İşçiler kapanmamış gibi hayata devam ediyor. Çabuk kaynaştık iş yeri temsilcisiyle. İşçilerin benim toyluğuma değin önyargısını da o sayede kırabildim. Bakışarak anlaşmaya başladık bir süre sonra. Başka yol bırakmasalar da hepimiz devrimciyiz nihayetinde!

***

O yaşta olmayacak şey, maaşım dolgun, lojmanım var. Hatta ara sıra şirketin araçlarını kullanmama da ses çıkarmıyorlar. Ama dedim ya serde devrimcilik var. Bu çiftlikte günlerimi geçirmeye hiç niyetim yok. Sınava giriyorum o yıl, istediğim okul çıkıyor bahtıma. Yıl 1982. İşi bırakmak gerek ama elde yok avuçta yok. Düşünmeden bırakıyorum. Siyasallı olacağım, var mı ötesi?

Dışarıdaki ağır faşizme rağmen bizim yatılı okul gibi üniversite de, 12 Eylül öncesinden kalan bahar havası yerli yerinde. Dikkatli ve sessiz yürüyoruz ama. Konuşmamıza engel değil yalnız bu. Kantinde sohbetler başlayınca okulun nüfusunu aşıyor etraftaki kalabalık. Çok polis ve çok faşizm var biliyoruz. 12 Eylül öncesine göre yeni mevzular var masada. Freud ve yeni Freudcular katılmış tartışma menüsüne. Sonra Althusser ve Batı solu katılıyor aramıza. Marksizm’den Leninizm’den söz etmek biraz riskli, bunlar serbest. Şevkle sarılanlar var masadaki yeni konuklara, bizim gibi şaşı bakanlar da elbet. Bahçenin uzak köşelerinde daha tanıdık sohbetler yapabiliyoruz her şeye rağmen. TİP, TSİP, TKP, Kurtuluş, Dev Yol; herkes orada. Enseyi karartmaya mahal yok.

Ama faşizmin karanlık eli gün geçtikçe daha bir yaklaşıyor hepimize, her şeye. Böyle gitmeyeceği belli. Örgütü aramak, bulmak, savaşta yerini almak gerek. Fakat taşradan kopup gelmişim, kimi nasıl bulacağım?

Arayan bulur. Buluyorum. Buluyorum dediğime bakmayın, tanımıyorum bulduğum kişileri. İlişkimiz belirli günlerde belirlenmiş noktalarda yapılan planlı buluşmalardan ibaret. Kelle koltukta yeni bir dönem başlıyor böylece. Yapabildiğimiz tek tük eylemleri o buluşmalara borçluyuz. O sayede kenar mahallelerdeki işyerlerinde bildirilerimizi dağıtabiliyoruz. Bunu gerçekleştirebilmek için yaptığımız plan ve verdiğimiz emek Sovyet planlamasından daha ayrıntılı, o kadar söyleyeyim. Fakat devlet yine de alıyor kokumuzu. 1985’te başlıyor büyük av. Görüştüğüm her yoldaşım bir süre sonra kayboluyor. Kendimden şüpheleniyorum haliyle. Kimseyle görüşmemek en iyisi. Ama hayat devam ediyor. Ev ile okul arasında geçiyor günlerim. Dokümanları sakladım, kitapları ayıkladım. Her iki mekânımda da yakalanmaya hazırlıklıyım!

Bütün arkadaşlarımı aldılar. Sadece ben kaldım dışarıda. Anlam veremiyorum buna, kıvranıyorum. Sonra anladım, arkadaşlarımın adını sanını, adresini bilmediği bir tek ben varım. Geri kalanlar “olağan” şartlarda tanışmışlar birbirleriyle. Dolayısıyla herkes herkesi tanıyor, biliyor. Ben dışarıdan gelen “yabancı unsur” olduğum için kurtuluyorum fırtınadan.

Sonra başka fırtınalara, başka rüzgârlara yakalanıyoruz… 1980’li yılların sonunda Yalçın Hoca ile birlikte Toplumsal Kurtuluş’u çıkarıyoruz. Bir gün toplayıp hepimizi Ankara Merkez Kapalı Cezaevine dolduruyorlar. İçeride eski örgütümden yoldaşlarım da var. Biri matbaa sorumlusu, alet edevatla yakalanmış. Örgüt üyeliğinden 7,5 yılla yargılanıyor. Ben yasal bir derginin yazı işleri müdürüyüm, hakkımda 200 küsur yıl hapis cezası istiyorlar. Bu hale ve halimize bakıp gülüşüyoruz. Ama ben çok kalmadan çıkıyorum, matbaa sorumlusu arkadaş yatıyor bir iki yıl daha.

Hayat böyle, karanlıkta ne olacağı hiç belli olmaz.

***

1978 çok gerilerde kaldı. 2018 devrilecek tarih yarın. Demek ki karanlıkta 40 yılı dolduracağız yakında. O gün, doğum günümde beni lise sıralarında yakalayan karanlık artık zifiri bir karanlığa dönüştü. Kayıplarımızı, ölülerimizi, acılarımızı unutmadan söylüyorum, ayaktayız nihayetinde. Büyük insanlık ailesinin o destansı yürüyüşü sürüyor hâlâ. Biz onun sadece küçük bir parçasıyız. Ve her ne isek o büyük davaya katkımız kadarız…

Karanlık varsa aydınlık arayışı hep olacaktır. Bütün mesele karanlığa falan aldırmadan yoldaşlarını arayıp bulmakta, örgüte ulaşmakta. Karanlığı hükümsüz kılmanın, aydınlığa ulaşmanın başka yolu yok.

Öyleyse hic rhodus hic salta!

Ararsan bulursun, bulursan bilirsin. Diyecek ne var başka?