Kabileye dönüş

Devlete yerleştirdikleri cemaatin AKP’ye darbe girişiminden sonra uyandılar. Devlete yerleştirdikleri cemaat, sınav sorularını çalarak devlete yerleşiyordu. Gördükleri hemen her yerde devlete yerleştirdiklerini kovalıyorlar şimdi. Devlet az kalsın devlete yerleştirdikleri cemaatin eline geçecekken onları devlete yerleştiren AKP’liler yetişti kurtardı devleti, öyle diyorlar.

Buyurun, kurtarılmış devlet hallerine şöyle bir göz atalım:

Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edilen Cenk Yiğiter'in Ankara Üniversitesi'ndeki asistanlık görevine, AKP'li Galip Ensarioğlu'nun oğlu getirildi. Oğul Ensarioğlu büyüklerinin elini öperek göreve başladı. Daha önce de Ankara Üniversitesi Senatosu’nun yatay geçiş kontenjanını artırması sonucu Rektör Erkan İbiş’in oğlu da Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Ankara Tıp Fakültesi’ne ışınlanmıştı.

Devlet dediğin küçük ayarlamalar dışında nedir ki zaten? Bu küçük ayarlamalara engel olduğu için yardımcı doçentlik uygulamasını kaldırdılar. Yakınlar doğrudan doktor, doktorlar da doğrudan doçent olacak artık. Böylece yakınlar doğrudan doçent olmuş oluyor ki müthiş icattır. Böyle böyle “yerli ve milli üniversite” yaratma gayretindeler. Devlet üslubuyla yazıyorum, “nasıl olacak ulan öyle üniversite” diye soran yok tabii. Gıkını çıkaranı OHAL’e çarpıp KHK’ye geriyorlar.

Gelen haberlere göre AKP yerel yönetim seçimlerini kaldırıp, merkezden atama uygulamasını getirmeyi düşünüyor. Makul, bir işlevi kalmadı zaten. Sistem tıkır tıkır işliyor seçim olsa da olmasa da. Misal; AKP’li Gaziantep Belediyesi’nin eski başkanı Dr. Asım Güzelbey’in kızı Gonca Güzelbey ile evlenen damat Koray Aksoy’un aile şirketi devlet ihalesine girerken “devlet”i referans gösteriyormuş. Bu sayede Gaziantep Valiliği’nden milyonlarca liralık ihale almış. Kâr etmiş, zenginleşmiş damadımız. Düğününe katılan bakan sayısına bakılırsa bakanlar kurulu kararıyla evlenmiş görünüyor arkadaş zaten. Verme ihaleyi de görelim…

17-25 Aralık operasyonundan sonra emniyet teşkilatını hallaç pamuğu gibi attılar. Önce o polisi oraya, bu polisi buraya atadılar. Sonra buraya atadığını oraya, oraya atadığını buraya gönderdiler. Olmayınca hepsini kapının önüne koydular. Yandaşları aldılar teşkilata sözlü sınavla. Önceki gün semeresini verdi bu müthiş uygulama. İstanbul Fatih'teki bir döviz bürosuna giren hırsızlar 2 milyon değerinde döviz ve 1 kilogram altın olan kasayı alarak kaçtı. Olay yerini incelemeye gelen polis de hırsızlardan geriye kalanı çalıp götürdü. Fakat polis hırsızlar kadar nitelikli değildi, yakalandı. “Borcum vardı, pişmanım” diyerek çaldığı parayı iade etti. Savcılık, şüpheli polis hakkında “nitelikli hırsızlık” suçundan dava açtı. Düşünün, atadıkları polisin tek nitelikli işi hırsızlık alanında…

Durun, daha trajik olanı var. Geçtiğimiz günlerde gönüllü kayyımla yönetilen ülkenin en önemli haber kanallarından birinin Şirin P. adlı sunucusu AKP reis danışmanı Mehmet U.’yu programına konuk aldı. Program bitince programın sunucusuna “Beyefendinin programı beğenmediği”, dolayısıyla işine son verildiği bildirildi. Sunucu, Beyefendinin sözcüsü İbrahim K.’yi aradı, beyefendinin programın neresini beğenmediğini sordu. Yoo, beyefendi programı beğenmişti. Bunun üzerine program sunucusu programına sözcü İbrahim K.’yi çağırdı. TV’nin patronları beyefendinin sözcüsünün geldiğini öğrenince mecbur işini geri verdiler sunucuya. Sor soruştur, programın sunucusunu kanalda çalışan ve AKP’ye daha yakın olan “gazeteci”ler Hande F. ve Hakan Ç.’nin kovdurduğu anlaşıldı. Bir yalana dayanarak hem de! Vasıfsızlığın dibini bulmuş bir sektörde sadece hırsıyla temayüz etmiş tiplerin hazin hikâyesidir... Artık küçük insanların Bizans oyunları bile Beyefendinin etrafında oynanıyor özetle.

Gördüğünüz gibi AKP tarafından devlete yerleştirilen cemaatin devleti ele geçirmesi önlenmiş, Dionysos göstermesin, büyük bir felaketin eşiğinden dönülmüştür.

Piyasa toplumunun uçsuz bucaksız özgürlük alanında yeşerdiği iddia edilen gözetleyici devletin geldiği son aşamadır bu. Kabileden türeyen devlet piyasanın kutsal eli değdikten sonra tersine evrim yaşamış, kabileye geri dönmüştür. Devlet kabileler arasında gidip gelmekte, sadece elinde kaldığı kabilenin üyelerine hizmet etmektedir.

***

Macaristan kökenli iktisatçı Karl Polanyi, İkinci Dünya Savaşı sonlanmak üzereyken, 1944’te “Büyük Dönüşüm” adlı çalışmasını yayımladı. Kitabın tezi şöyleydi: Ekonomik determinizm büyük ölçüde önemini yitirmiştir. Piyasa kurgusu insan ve toplum hakkındaki görüşlerimizi bütünüyle çarpıtmaktadır ve bu çarpık anlayış uygarlığın önündeki sorunları çözümlemeyi imkânsız kılmaktadır.

Polanyi “piyasa toplumu”nu incelediği çalışmasında şöyle diyor: “Piyasa toplumu İngiltere’de doğmuştu ama zayıflığının yol açtığı en önemli trajik kargaşalıklar Kıta Avrupa’sındaydı. Alman faşizmini anlamak için, Ricardo İngiltere’sine dönmemiz gerekiyor. On dokuzuncu yüzyılın İngiltere’nin yüzyılı olduğunu söylemek abartma olmaz. Sanayi Devrimi bir İngiliz olayıydı. Piyasa ekonomisi, serbest ticaret ve altın standardı da İngiliz buluşları. Yirminci yüzyılda bu kurumlar her tarafta çöktüler.” Yani kitap yayımladığında, İkinci Savaş'ın sonunda piyasa ekonomisi ve toplumu uzatmaları yaşıyordu. Üstelik savaştan sosyalizm güçlenerek çıkmıştı, durdurulması artık imkânsız görülüyordu. Ama Polanyi’nin dediği gibi piyasa gerçekliğe değgin görüşümüzü geri dönülmez bir şekilde çarpıtmıştı. O günlerde ortaya atılan sosyalist sistemin hantal ve verimsiz olduğu yönündeki tez liberal ideolojik bombardımanın büyük bir başarısıdır. Kaldı ki hantal olsa ne olacak? “Dinamik” piyasanın insanlığı getirdiği yerde iki büyük savaş çıkmış ve insanlığı yok oluşun eşiğine getirmişti.

Çok açık: “… günümüzden önce, yalnızca ilke olarak bile, piyasalar tarafından kontrol edilen bir ekonomi var olmamıştı. On dokuzuncu yüzyılda ısrarla ve koro halinde tekrarlanan akademik ilahilere karşın, değişimden sağlanan kâr ve kazanç insan ekonomilerinde daha önce hiçbir zaman önemli olmamıştı.” Özetle, ticaret kimseye hiçbir şey kazandırmaz. Ticaret ile “kazanılan” şey emekçinin ürettiği artık değerdir. Sonuçta piyasanın aktörlerinin yağmaladığı şey emekçinin yaratıcı yeteneği, üretici gücüdür. Piyasa, sadece emekçinin ürettiğini yağmalayan sistemi saklayacak bir illüzyon yaratır. Böylece toplum da piyasanın önemsiz bir parçası durumuna düşürülür.

Siyasal iktisat 400 yıl boyunca işte bu saçmalığı yaratıcılık, özgürlük diye propaganda etmiştir. Sonuç ortada. İnsanlık yeniden büyük ve geri dönülmez bir yıkımın eşiğinde.

***

Cumhuriyet gazetesi yazarı Ergin Yıldızoğlu, son yazısında Davos zirvesindeki haleti ruhiyeyi yazdı. Bu yıl Davos’ta herkes dünya ekonomisinin ne kadar iyi bir performans sergilemekte olduğunu vurguluyordu ama geleceğe ilişkin ciddi, hatta yaşamsal kaygılar da dile getiriyordu. Bu kaygılar liberalizminin sonunun geldiğine ve büyük bir savaş olasılığına ilişkindi. Liberal düzen dağılıyordu, çünkü halkın gereksinmelerine cevap veremiyordu. Hantaldı ve üretkenliği engelliyordu.

Ama evet, sonuçta son dört yüz yılın en başarılı düşüncesinden söz ediyoruz. Başarısı ekonomiyle veya toplumla ilgili değildir; insanlığı bir ham hayale, bir imkânsız cennete inandırabilmesindedir. Davos’ta bile fark edilmiştir, illüzyon dağıldı. “Sınırsız özgürlükler âlemi piyasa” düşünün sonuna geldik. Sosyalizm yoksa savaş ve yıkım var. Sosyalizm yoksa mülk sahiplerinin açık, çıplak, acımasız diktatoryası var.

***

Avrasya adında bir delik açtılar Boğaz’ın altında. Yandaş müteahhide verdiler tapusunu, araç geçme garantisi ile birlikte. İzmit Körfezi’nin üstüne Osman Gazi adını verdikleri tuhaf bir köprü diktiler. Kâr garantisi ile birlikte yandaş müteahhide verdiler tapusunu. Ama geçmiyor araç. Halktan alıp yandaşlara veriyorlar geçmemiş araçların ücretini. Orda bir köprü ve bir delik var uzakta. Görmesek de geçmesek de ücretini ödüyoruz mecburen. İyi de böyle liberalizm, böyle piyasa ekonomisi olur mu? Fıtratına ters. Araç geçmiyorsa kapatacak açtığı deliği, terk edecek kurduğu köprüyü. Kâr edemiyorsa işleten iflas edip çekilecek, piyasaya girecek yeni oyunculara yer açacak. Böyle diyor kitaplar.

Neyle karşı karşıyayız peki? soL’da Prof. Dr. İzzettin Önder’e sorulmuş soru. Şöyle cevabı: “Türkiye şu anda bir kabile tarafından yönetiliyor bana kalırsa. Konuşulan dönüşüm biraz da böyle bir süreç. Zaten AKP bir parti değil bu anlamda. Bir kabilenin üst temsilcisi ve bir tabanı var. O taban da ciddi anlamda palazlanmış durumda şu anda. Şimdi böyle bir özneyle girilen seçime kaybeder ya da kazanır mantığıyla bakmak ne kadar doğru sizce?” Bir kabile devletine dönüştü devlet. Kabile reisi her şeye, her yere hükmediyor. Kimin kazanacağına, kimin üreteceğine, kimin kimden ne alacağına, kimin memuriyete atanacağına kimin atanmayacağına karar veriyor. Eskiden devlete kapıkulu almanın bile bir usulü, yol yordamı vardı. Artık yok.

Planlama ve sosyalizm tu kaka, hantal, verimsiz geliyor arkadaşlara haliyle. Ama bir haberimiz var. O çok güvendikleri sistem çöktü. Saçma sapan bir masaldan ibaretmiş anlatılan, inanılan her şey.

Sosyalizm ise geçen yüzyılın başında bir imkândan ibaretti, artık bir zorunluluktur. Piyasa toplumu ve liberal düşünce uzatmaları oynuyor o nedenle. Ayakta kaldığı her dakika, her saat, her gün insanlığın zararınadır.