Hürriyet’in ilanına giriş!

1820-1920 arasındaki yüzyıl, Osmanlı üst egemen sınıfını büyük ölçüde gayrimüslimlerin oluşturduğu bir yüzyıldır. 1826’da gerçekleşen Vaka-i Hayriye’de Yeniçerilerle birlikte düştüler; Osmanlı Yahudileri dışındadır. Ermeniler içinde, Rumlar tepesindedir. Bu yüzyıl boyunca Osmanlı kırsalındaki fukara gayrimüslimler göçüp gitti. Şehirlere ise bir zengin gayrimüslim akını oldu. Ayrıcalıklı pasaportlarla geldiler, batının şemsiyesi altında korunaklı ticaret yaptılar. Türkler ve Yahudiler ise onların ayrıcalıklıkları sebebiyle ezildiklerine inandı. En çok da en yakınlarında olan Ermenilere diş bilediler. 20. yüzyıla devreden Osmanlı mirasI budur. Osmanlının çöküşünde bir Müslim-gayrimüslim kutuplaşması, çatışması vardır.

Bu yüzyıl Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi sürecidir aynı zamanda. Doğdu, Tanzimat’la ete kemiğe büründü. Abdülmecit iktidardaydı, Mehmet Ali Paşa kuvvetleri Osmanlıyı ezip geçmişti. Osmanlı, Mehmet Ali korkusundan İngilizlere teslim olmaya hazırdı. İngilizler Mehmet Ali’yi yok etsin diye kendilerini ağır yaralayacak anlaşmaları gözü kapalı imzaladılar. Mehmet Ali’nin yeniden inşa ettiği Mısır yıkıldı, Osmanlı yoluna ağır yaralı devam etti. Fakat bu arada devlet içinde İngiliz etkisi çok hissedilir bir hale gelmiş, halkta bir İngiliz antipatisi oluşmuştu.

Yalnız Gülhane Hatt-ı Hümayunu bir takım reformlar getiriyordu ve bunlar Hıristiyanların lehineydi. Hıristiyanlar Anadolu’daki tarım arazileri ile o reformların ardından ilgilenmeye başladı. Onlar toprağı işliyordu ama Türkler uzun askerlikteydi. Askerlikten sağ salim dönebilecek kadar şanslı olanlar topraklarını tanınmayacak halde buluyordu. Anadolu’nun her köşesinde yoksul ve biçare Türklerin varlıkları Hıristiyanların eline geçiyor, yoksulun varsıla duyduğu öfke Müslüman’ın Hristiyan’a öfkesi biçimine bürünüyordu. İslamcılığımızın kökenlerini işte bu tarihte bulabiliyoruz.

***

“Türkçüler Türk değildir”… Ne büyük söz! Sadece Munis Tekinalp nam Moiz Kohen vesilesiyle söylendiğini sanmıyorum. Türkçülerimizin çoğu, gerçekten de etnik olarak Türk değildir. Türkçülük, bizde, etnik değil ideolojik bir aidiyete işaret eder. Şaşırtıcı gelse de asıl şaşırtıcı olan Türk'ün “Türkçü” olmasıdır. Türk varsa, “Türkçülük” yersizdir. Rus entelektüelleri için de söyleniyor, önemli bir kısmı “Slavofil”dir ama buna karşın “Frankofon” bir Fransız aydını mevcut değildir.

Türkçülük Türk olmayan merakı sonsuz insanların icadıdır. Kaynağı Doğu Avrupa’da, Macaristan’dadır. Türkler Türk olduğunu bilmezken Macar aydınları Türklerin Türk olduğunu bilmektedir ve bazıları Türklere Türk olduğunu öğretmeyi bir görev addetmişlerdir. Türkçülük tarihini anlatmaya böyle başlayabiliriz.

Arman Vambery’den söz ediyoruz evet. Her dış seferinde İstanbul ilk durağıdır. Hem saraya hem Osmanlı aydınlarına pek yakındır. Mason, Siyonist, sahte derviş, gezgin, kâşif, Türk-Macar soy birliği teorisyeni, Türk hayranı, Jön Türklerin akıl hocası, devletlerarası arabulucu ve istihbaratçı… Biyografisi böyle. Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl onu şöyle anlatıyor: “Kendisinin Türk mü, yoksa İngiliz mi olduğuna bir türlü karar veremeyen bir insan. Almanca kitap yazmakta, on iki dili aynı akıcılıkla konuşmaktadır; ayrıca ikisine ruhban olarak bağlandığı beş din değiştirdiği de iddia edilmektedir.” Başka? Abdülhamit’in ve Mithat Paşa’nın çok yakını. Rus düşmanı çünkü Rus Yahudilerini zulümden kurtarmanın yolunun Rusya’yı durdurmaktan geçtiğine inanıyor. Orta Asya gezisine Rusya’nın arka bahçesinde sorun çıkarma saikiyle çıktığı da yaygın bir iddia. Zaten o gezide öğrendiklerini götürüp İngiliz istihbaratına teslim etti.

Rusya’nın arka bahçesinde Türkler vardır ve Vambery Türkçülüğün kurucusudur. Bize Türk olduğumuz o öğretti ve Rusya’dan göçüp gelen entelektüeller Türkçülüğü bir ideolojik program haline getirdi. İçinde bizim katkımız pek azdır. 20. yüzyıldan önceki İslamcılık ve Türkçülük tarihimiz özetle budur.

***

Ne tuhaf; İslamcılık da Türkçülük de aslında bugünkü haliyle 1908 devriminin içinden çıktı. Yalnız 1908, Cumhuriyet’in de laboratuvarıydı. Aynı ortamın, aynı hürriyetin ürünü oldular. Fakat Cumhuriyet’e ve 1908 devrimine hep şaşı baktılar. Devrime yol açan 31 Mart gerici ayaklanması onlar için devrimden daha ilham verici oldu.

Zafer Toprak’ın müthiş çalışması “Türkiye’de Popülizm 1908-1923” bu dönemi anlamız için yeni kapılar açıyor. Oradan takip ediyoruz; Rus halkçılığının “halka doğru” hareketinden etkilenen Müslüman Türkler, Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali gibi şahsiyetler bu hareketi Osmanlı'ya taşıdılar. Türkçülük ve Halkçılık onların getirisidir. Antropoloji, Etnografya, Psikoloji, Sosyoloji, Tarih, Fransız Devrim Tarihi, yani Türk aydınlanmasının teorik-bilimsel kaynakları Mülkiye’ye 1908 ile birlikte girdi. 1908 İslamcı yayın sayısında da patlamaya yol açtı. Beyanü’l Hakk, İslam Mecmuası, İslam Dünyası, Ceride-i Sufiyye, Ceride-i İlmiyye, Mahfil 1908’in getirdiği hürriyetle hayat buldu. İstanbul ve Selanik’te tarih ve sosyoloji eksenli Türkçülükler türedi. Türk Yurdu, Genç Kalemler, Yeni Felsefe Mecmuası, Türk Sözü, Türk Duygusu, Büyük Duygu bu dönemin yayınları. Hakkını teslim etmeli sosyalizm de 2. Meşrutiyet’in paltosundan çıktı. Selanik’te yayınlanan Amele dergisi bir başlangıçtı. İlk 1 Mayıs da orada kutlandı. İstanbul’daki muadili İştirak’ti. Osmanlı evrim teorisiyle de bu dönemde tanıştı. Batıcılık, ilericilik ve gericilik gibi kavramlar Abdullah Cevdet’in İctihad dergisinin getirisiydi. İctihad kadın haklarını ve ailenin modernleşmesini savundu, medreseye karşı tavır aldı, laik bir toplum anlayışını savundu. Arap abecesinin Latin abecesi ile değiştirilmesi, uluslararası tartı ve ölçü sisteminin benimsenmesi de İctihad’da tartışılmıştı ilk. Müthiş bir devrimci sıçramadır.

1908 ile1918 arasındaki 10 yıl hem bir iç savaş hem de Osmanlının uzun cihan harbiydi. Bu arada Osmanlı düşünce dünyasında o güne kadar tanık olunmadık devrimci dönüşümler yaşanmıştı. Bu yeni düşünceler gerçekleşmenin yolunu arıyor, kendisine bir yol açmaya çalışıyordu. Örneğin Türkçülüğün İttihat ve Terakki’nin yarı resmi politikasına dönüşmesi devrimden hemen sonra başlayan Balkan Savaşları ile mümkün oldu. Teşkilat bu dönemde liberalizmden müdahaleci bir ekonomiye, İngiliz hayranlığından Alman yandaşlığına hızlı bir dönüş yaşadı. 1908 ile zincirlerinden boşalmış bütün hareketler, İttihat ve Terakki’nin üzerine yıkılıyordu.

***

Ancak İslamcılığın ve Türkçülüğün düşündüğünün tersine Osmanlı'yı bitiren şey ne İttihat ve Terakki, ne 1908’in getirdiği hürriyet ortamı, ne de Kemalistlerdi. Osmanlı'yı Balkan Harbi bitirdi. Balkan Savaşı ile Osmanlı bir Rumeli imparatorluğu olma vasfını yitirdi. En gelişmiş bölgeleri, Selanik dâhil, böylece elinden kayıp gitti.

Osmanlı için 1. Dünya Savaşı Balkan Harbi ile başlar, Milli Mücadele ile sona erer. 10 yıllık uzun bir savaştır bu. Bizim ulusal kimliğimiz de büyük ölçüde o 10 yılın getirisidir. Balkanları inanılması güç bir hızla kaybettik ve Anadolu’ya kaçtık. Bizi kovalayanlar Rumeli’nin Hıristiyan halklarıydı. Anadolu’da da onların dindaşlarının hâkim sınıf olduğunu gördük. İç savaştır.

Anadolu’dan büyük Hıristiyan göçlerini hazırlayan da Balkanlar’dan Anadolu’ya büyük Müslüman Türk kaçışlarıdır. Balkan Harbi bize artık Osmanlı ile devam etmenin mümkün olmadığını gösterdi. Çünkü Osmanlı'yı oluşturan unsurların neredeyse tamamı milliyetçilik davası peşindeydi. Biz de onlara baka baka ulus olmaya karar verdik. Türdeşlik gerekiyordu, tehcir ve mübadele de budur.

Osmanlının bütün unsurları –Yunanistan’ı dışında tutabiliriz- Balkan Savaşı ve Dünya Savaşı ile Osmanlı'dan koptu. Sadece Rumlar ve Ermeniler değil, Arnavutlar ve Araplar da. Balkanların hızlı kaybı Anadolu’da az çok türdeş bir yapı oluşturmayı mümkün kıldı. Gelenlerin ve kalanların hafızasında Balkan Mezalimi, Yunan Mezalimi, Ermeni Mezalimi vardı, hala böyledir. Gerçeğin tamamı mı? Hayır. Peki, bütünüyle gerçek dışı mı? O da hayır. Geçmişte mutlaka olmuştur açıklanamaz şeyler!

İslamcı akıma göre, Balkan Savaşı ile Hıristiyanlık Müslümanlığa saldırmaktaydı. Bu harp, İslamiyet’in prensiplerinden ayrılmış olan Türklere tanrının verdiği bir cezaydı. Türkçülere göre bu savaş kolektif vicdanı uyandıracak ve yaratacak bir şoktu. Türklerin ölümden kurtulmasının tek yolu milliyetlerini idrak etmesiydi. Batıcılara göre asıl düşman Balkanlar'da değil içerideydi; perişanlığımızın sebebi cehalet, gerilik, uyuşukluk ve hurafelere inanıştı. Bu tartışmaları yapanlar, bu tartışmadan öğrendikleri için vuruşanlar, yol açanlar, dövüşenler, yere düşenler meşrutiyet aydınlarıdır. Varlığımız onlara borçluyuz. Her birini minnetle, saygıyla selamlıyoruz.

***

Nedir bunları hatırlatmamızın esbab-ı mucibesi? Efendim, bildiğiniz üzere İslamcılığın son temsilcisi Tayyip Erdoğan ile Türkçülüğün son temsilcisi Devlet Bahçeli el ele kafa kafaya verip bir tür mutlak monarşi demek olan başkanlık sistemi getirmeye karar verdiler. Nisan ortasında bunun mümkün olup olmayacağını oylayacağız. Sandıktan “Hayır” çıkarsa umutlar başka bahara. “Evet” çıkarsa Cumhuriyet’i derin bir gayya kuyusuna düşürecekler.

1908’in paltosundan çıktılar, 1908’den geriye kalan ne varsa düşman oldular. Neyi savundularsa bitirdiler, neye tutundularsa çürüttüler. Şimdi, giderayak tek adam rejimi, olmadı hilafet getireceklermiş…

Biz mi? Biz de 1908’in paltosundan çıktık ama hala 1908 Haziranı'ndayız. Sultana, sarayına, üzerimize saldığı kapıkullarına, jurnalcilerine, yeniçerilerine direniyoruz. Gericiliğe karşı yollardayız. Az kaldı hürriyet ilan edeceğiz!