Günlerin tortusu

Deniz Eren Demir bir öğretmen adayı. “Kamu Personeli Seçme Sınavı”nda fizik öğretmenliği alanında ülke birincisi oldu. Birinci olduğunu gösteren belgeyi kapıp, sözleşmeli öğretmenlik sınavına başvurdu, önüne konulan soruları cevapladı. Fakat bütün sınavları geçen öğretmen adayı, mülakat duvarını aşamadı. “Tüm soruları bilmeme rağmen neden elendim, hiç bilmiyorum” dedi, sonucu öğrendikten sonra.

O sırada bir önemli bakanın Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES)'te sonuncu olan akrabasının yüksek lisans programına alındığı, torpil anlaşılmasın diye de mahkeme kararıyla puan listesine erişim engeli getirildiği ortaya çıktı.

Son olay AKP'li Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı firmalardan BUGSAŞ'ta yaşandı. Şirkete bağlı olarak Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali (AŞTİ)'de çalışan işçilerin bir bölümüne yüksek zamlar yapılırken, bir bölümü yüzde 3 ila 5 arasında değişen göstermelik zamlarla karşılaştı. İşçilerin ifadesine göre şirket zam oranlarını AKP mitingine katılıp katılmama kriterine göre ayarlanmıştı.

Nedir bunlar? Yıkılmış cumhuriyetin enkazından insan manzaraları.

***

İlker Başbuğ, konuşmayı çok seven eski genelkurmay başkanlarından. Savaş kazanmış komutan edasıyla dolaşıyor ortalıkta. Geçen gün fırsatını bulup eski günlere döndü. “Biz Kozmik Oda'yı açmasaydık, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Uğur Mumcu suikastlarının arkasında TSK var diyeceklerdi” dedi, bugün olsa yine açardı. Açtı ne oldu peki? “Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Uğur Mumcu suikastlarının arkasında TSK var” dediler. Açsan da açmasan da derler, maksat orduyu teslim almaktır çünkü.

“Bülent Arınç’a suikast” diye bir hikâye uydurdular. Patates soğan almaya giden askerleri derdest ettiler o hikâyeye dayanarak. Sonra çaldılar Genelkurmay’ın kapısını. Tereddüt etmeden açtı kapıyı sonuna kadar. O gün odaya girmekle kalmayıp orduyu da teslim aldılar gelenler. O odaya girerlerse, sıranın kendine geleceğini bilmeyen, anlamayan genelkurmay başkanı olur mu? Bizde var. Nitekim bir süre sonra onu da tutup tıktılar içeri.

"Fetullah Gülen'in TSK'daki varlığını ilk ne zaman fark ettiniz?" diye soruyorlar beyefendiye. 1980’li yıllarda Albaylık döneminde duymuş dediğine göre. Marifet sayamıyoruz, çünkü o yıllarda herkesin duyumudur. Hatta emniyetin bütünüyle cemaatin kontrolünde olduğu delilleriyle sabittir. Duysan ne olacak, ait olduğu kurum anahtarı cemaate teslim etmek için çabalıyordu. Komünizmi böyle engelleyeceklerdi akılları sıra. Duymuş, seyretmiş, yükselmiş, general olmuş, ordunun başına geçmiş. 2012’de yakalayıp atmışlar içeri. Bu, Fethullah Gülen’in varlığını “fark etmiş” halleridir.

O gün bugündür dayak yiyip duruyor astları. Açamasa “aydınların katili” derlermiş. Açmış, dememişler. Çünkü “organize suç örgütü” ilan ettiler ordusunu. Hem cemaatin devletin neresinde ne iş çevirdiğini anlamamışsın daha, kozmik odanda ne sırrın olacak? Bülent Arınç o günlerde “iyi ki bu komutanlarla savaşa girmemişiz” demişti, hallerine bakarak. Anlamış demek, karşısında kâğıttan bir kaplan olduğunu.

Nedir bu? Uzun esarette düşmüşlerin acıklı feryatları.

***

Güneş gazetesi 1980’li yılların önemli gazetesiydi. Tirajı yüksek, yazarları ünlüydü. Fakat bir süre sonra sıkıntılı günler çaldı kapıyı, gazete zora girdi, ödeme yapamaz duruma düştü. Son patron dönemin ünlü işadamı Asil Nadir’di. Gazetenin maaş alamayan İstanbul ve Ankara çalışanları işi bırakıp, gazete önüne grev çadırı kurdu.

Ankara bürosu önündeki çadırları süzerek geçen irikıyım tiple o gün tanıştı direnişteki gazeteciler. Gazetede belinde çifte tabancayla dolaşıyordu. İstanbul’dan patron göndermişti greve son versin diye. Gazetecileri silahla tehdit etti, maaş alamasalar da derhal çalışmaya başlamaları gerekiyordu, patronun emri böyleydi. Eli belindeydi. Gazetecileri korkutmak istedi beceremedi, kovmaya yeltendi başaramadı. Geldiği gibi gitti. Elini beline atıp tehdit ettiği o gazetecileri kustu sektör ama o hala patron yancısı olarak mesleği icra etmeyi sürdürüyor. Evet, doğru tahmin ettiniz, bu hikâyedeki kahramanımız da Fatih Altaylı’dır.

Fakat alan gittikçe daralıyor artık. Patronu basılı gazeteyi kapattı bir süre önce, internet yayınında karar kıldı. Neden? “Alo Fatih” yüzünden. İktidar komiser atamıştı TV ve gazetelerine. Hoşuna gitmeyen bir haber gördüler mi komiser Fatih’i arıyorlar, sildiriyorlardı. İktidarın hoşuna giden gazete yapmaya başladı onlar da. Fakat bu da okuyucunun hoşuna gitmedi. Karşılıksız gazete basmak nereye kadar, kapattılar mecburen.

Önceki gün, sırada başka gazetelerin de olduğunu müjdeledi eski kahramanımız. “Eskiden Hürriyet ve Sabah'ın hafta sonu tirajı iki buçuk milyondu. Ben iddia ediyorum Hürriyet bugün 100 bin satmıyor” dedi. Bilen bilir, böyle bir gazete için 100 bin tiraj sıfır tirajdır. Çünkü eğer gazeteyi devlet alıyorsa, kütüphanelere, bakanlıklara gönderiyorsa bu 100 bin tiraj demektir. Demek ki Hürriyet’in tirajı sıfırı tüketmiştir.

Daha yakın zamana kadar basının “amiral gemisi” tabir ediliyordu. Minik itirazlardan bile rahatsız oldular, hile, cebir ve şiddetle el koyup tüpçüye rehin bıraktılar gemiyi. Parti bülteni gibi çıkıyor o günden beri. Amiral battı haliyle. Kapatırlar yakında, kilit vururlar kapısına. Fatih Altaylı ve Ertuğrul Özkök işsiz kalır diye endişelenmeyin, oradan veya buradan, alırlar maaşlarını.

Nedir bu? Gerçeği gizlemeyi iş edinmiş basının kendi üzerine çökmesi.

***

Mehmet Hadimi Yakupoğlu diye biri varmış CHP’de, önceki gün öğrendik. 2011'den bu yana Yüksek Seçim Kurulu'nda (YSK) CHP temsilcisi olarak görev yapıyormuş üstelik. Dile kolay 8 seçim geçirmiş kurumda. 7 Haziran seçimlerinden bu yana yolsuzluk, usulsüzlük iddiası var ama lütfedip önceki gün yaptı açıklamayı. Seçimlerde olumsuzluklar artıyormuş, seçim hileleri, sahte seçmen, mükerrer seçmen konularına ek olarak şimdi de “kaydırma seçmen” gündeme gelmişmiş. İçişleri Bakanlığı polis, Milli Savunma Bakanlığı da bazı il ve ilçelere asker yığıyormuş. Haliyle yasal olarak yapacak bir şey yokmuş. E bu durumda seçim kaybedecek Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için bahane hazır. Polis, asker yığınağı karşısında ne yapacaksın, baştan kaybettiniz seçimi, şimdiden çekilin evlerinize.

Nedir bu? Muhalefetin şike yaparken suçüstü yakalanması.

***

AKP Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan, sebze-meyvenin ardından ucuz temizlik maddesi de satacaklarını müjdeledi bunlar olurken. İş isteyenlere “sen bir mermi kaç para biliyor musun” demişti birkaç gün önce. Neden sorduğunu dün öğrendik. “Gıda terörü” ile savaşıyordu partisi. “Gabar'da Tendürek'te” teröristlerin inlerine nasıl girdilerse gıda terörünü estirenlerin inlerine de tanzim satışlarla öyle gireceklerdi. Karanlık odakların üzerine ucuz domates, biber, patlıcan atacaklardı.

O tanzim satış araçları dün çıktı meydana. Fakat atacak cephanelik anında tükendi. Çünkü araçların önünde uzun kuyruklar oluşmuştu ve ardı arkası kesilecek gibi değildi. Görüldü ki “gıda terörü” gerçek, halkın büyük bir bölümü domates, biber, patlıcan alacak durumda değil. Müsebbibi ise kabak gibi ortada.

Cumhuriyetin varını yoğunu üç otuz paraya sattılar. Komünizm buluyorlardı kamucu kuruluşlarda, tanzim satışta kurtuluş arıyorlar şimdi. Kömür-makarna-sadak-oy saadet zinciri koptu kopacak.

Nedir bu? Düzenin ağır ekonomik-politik krizi.

***

Sporda işler daha sıkıntısız gidiyor. Her zaman başa oynayan büyük kulüpler borç batağında, başlarını kaldıracak halleri yok. O kadar ki, içlerinden biri küme düşme hattında boğuşup duruyor. Borcu olmayanların tamamı iktidara yakın kulüpler. Adı “akbilspor”a çıkmış olanı ligin lideri. Seyircisi yok ama kurucusu kuvvetli. Para bol ya, bir gün olur da şaşar bir iki seyirce gelir diye Serdar Ortaç denilen çok ünlü kişiye bir marş bestelettiler. Geçen haftaki son maçta okundu marş. Tribünlerde 15 kişi sayılıyordu o sırada. Büyük ihtimal onlar da Serdar Ortaç’ı duyar duymaz kaçıp kurtardı canlarını.

Spor iyi ama kültür sanat sallanıyor fena halde. Tabii parayla pulla olacak şey değil bunlar. Reis sinirli, "Kendileri dışında hiç kimsenin sanatta, edebiyatta, resimde, müzikte, kültürde söz söylemesine tahammül edemiyorlar" diye hayali düşmanına yüklendi yine. Sanırsın Havuz Bingöl’ün bağlamasını kapıp kaçtılar.

Nedir bu? Kültürde, sanatta, sporda topyekûn perişanlık.

***

Sadece son bir iki günün tortusu bunlar. Ne diyor bize? Liyakat kalktı, ordu dağıldı, basın çöktü, muhalefet çürüdü. Cumhuriyet birikimleri satıp savılıp çarçur edildi. İşsizlik, yoksulluk olağanlaştı. Tarım geri dönülmez bir biçimde çöktü. Bu saatten sonra domatesle, biberle, patlıcanla kavga etsen ne, etmesen ne?

Düzenin çaresizliğinin, çürümüşlüğünün alametleri bunlar. Çürüyor, çürür, kaçınılmazdır. Ama her çürümenin ortasında yeni bir hayat filizlenir, büyür, gelişir bu da kaçınılmazdır. Tarihin tekerinin hızlanmak için kıvrandığı zamanlardayız demek ki.

Kimde var onu hızlandıracak bu kuvvet peki? Tabii ki sende. Toplan gel öyleyse…