Gece bekçisinin isyanı

Edebiyattan eksik kaldım. Utanarak söylüyorum bunu, pek çok romanı ayağımı sürüyerek okudum. Büyük bir merakla öğrenmeye çalışıyordum çünkü. Romanların yavaş ve az öğrettiği hissine kapıldım hep. Şimdi, mümkün olduğunca bu eksikliğimi kapatmaya çalışıyorum. Umberto Eco’nun “Foucault Sarkacı” gibi başucu kitaplarım var. Bir kısmını birden çok kez okudum. Bununla birlikte edebiyat kütüphanem çok geniş değil, ne yazık. Şiirle aram daha iyi. Bizim kuşağın gençliğinin sola meyletmesinde şiir çok etkilidir çünkü. Ben Hasan Hüseyin imalatıyım örneğin. Dizelerine eşlik eden o müthiş coşkuyu çok genç yaşımda fark etmiştim. “Filizkıran Fırtınası”, benim için hala dinmeyen bir fırtınadır.

Öğrencilik yıllarımda pek çok dizeleri yürekli şair bu dünyadan göçüp gitti. Talih, Halim Şefik, Can Yücel gibi nadide örnekleriyle tanışmama da vesile oldu. Faşist darbenin sıcağındaydık daha. Birikim Dergisi liberalizmi o sıcakta meşruiyet kazanmıştı. Öğrencilerin çokça “takıldığı” bir iki mekânda şair adayları dolaşıyordu. O mekânlardaki sohbetlerden “illegal” basılıp dağıtılan “İblis” dergisini hatırlıyorum. Bir de Sunay Akın ile Küçük İskender’i. Metin Üstündağ ile kavgaya girişmişlerdi ve çok sert bir şekilde geri püskürtülmüşlerdi. “Sperm İskender” ve “Sunay Akın sana yakın” tekerlemesini o tartışmadan hatırlıyorum. 12 Eylül sonrası şiirimizin hazin bir özetidir aslında Metin Üstündağ’ın söyledikleri. Tekerlemeyle spermin kutsanması arasında bir yerde takılıp kalmıştır o dönemin şiiri.

***

“Cumhuriyet Senin İçin”de Enver Aysever’le bir parça bu dönemi ve edebiyatını tartışmaya çalıştık. Belki, ileride imkân olursa, çalışmanın teması sadece edebiyat olan bir versiyonunu yapabiliriz. Enver üretken, ortak çalışmanın ardından yeni verimleri oldu. En tazesi Handan’ın şahane kapağının örttüğü “Gece Bekçisinin Rüyası.”

Bu yazıya başlamadan bir gün önce çevirdim son sayfasını. Çağrışımlarla yazılmış bir kitap Gece Bekçisinin Rüyası. Bir ucu içinden geçtiğimiz karanlık dönemde, diğer ucu kurgunun sonsuzluğunda. Kahramanlarından biri “Yelkenli Us” adlı bir psikiyatr, diğeri İstanbul’a seslenen bir aktör. Bir de “arkası yarın” anlatan tuhaf bir radyo. Fonda ağır bir faşizm eşlik ediyor her şeye. Sanki bütün sokaklara, evlere, ilişkilere sinmiş, metastaz yapmış yeni nesil bir faşizm bu. Henüz unutmaya yatırmadığımız güncel, acılı, hazin bir dünyanın içinde sahneleniyor her şey. Roman ise bütün bu karmaşanın hepsinin toplamında. Bir ruh halinden başka bir şey değildir artık roman. Direnen son insanın, umutsuz son direnişidir. Kaybedeceğini bile bile, ölümü göze alarak girilmiş umutsuz bir çatışmadır. Duru bir dilden başka sığınacak neyi olabilir ki böyle bir direnişin?

Enver, “Gece Bekçisinin Rüyası”nda işte o duru dilin sınırlarında dolaşıyor. İyi yapıyor. İyi yaptığı için belki de sessiz sedasız ilerliyor gecenin karanlığında. Bir tek satır yazı yok, bir tek satır eleştiri yok, bir tek satır övgü yok, yergi yok. Biliyoruz bu derin sessizliğin anlamını. “Cumhuriyet Senin İçin” hakkında yazmakta dostlarımız bile ayak sürüdü çünkü. Korkmuşu kavgaya davet etmenin ağır bedelidir bu…

***

Behçet Necatigil Ödülü’nün Küçük İskender’e verildiği haberi bu yazıyı planlarken düştü önüme. Ödülün seçici kurulu Eray Canberk, Cevat Çapan, Refik Durbaş, Turgay Fişekçi ve tabii “Kambersiz düğün olmaz” Doğan Hızlan’dan oluşuyor. Hilmi Yavuz da vardı eskiden. Fethullahi olduktan sonra bir ara yıldızı parladı, şimdi sessizce kapandığı fil mezarlığında akıbetini bekliyor.

Behçet Necatigil Ödülü’nün seçici kurulu ödüle Küçük İskender’i layık bulduktan sonra şu açıklamayı yapmış: “Küçük İskender, ilk kitabı Gözlerim Sığmıyor Yüzüme’den başlayarak günümüz şiirine yeni bir söyleyiş, yeni bir soluk kazandırdı. Çağdaş Türk şiirinin birikimlerini dilde ve anlatımda yeni yaklaşımlarla zenginleştirdi. Günümüz toplumunun farklı kesimlerinin yaşam kültürlerini şiir diline taşıdı. Mayıs Giremez, küçük İskender’in otuz yıllık şiir birikiminin parlak bir örneği olmasının yanında, günümüz şiirini yücelten özellikleriyle de ödüle değer bulundu.”

Dedim ya, yetişmeye çalışıyorum edebiyata. Arkadan bakan biri olarak gördüğüm şu: Koca koca adamlar toplanıp Behçet Necatigil ödülüne sesi içine kaçmış Küçük İskender'i layık bulmuşlar. Sebep? Şiirimize yeni bir söyleyiş, yeni bir soluk kazandırmışmış! Nazım'ın, Ahmet Arif'in, Enver Gökçe'nin, Hasan Hüseyin'in, Cemal Süreya'nın ülkesinde "bu nedir?" diyecek bir yiğit edebiyatçı çıkar mı diye bekledim. Yok. Alışığız bu sessizliğe. Tekellerin "edebiyat komiseri" Doğan Hızlan'ın racon kestiği bir şiir edebiyat düzeninden ne olur, diye soran olmaz biliyoruz. Bu sevimsiz işi de bizim kapımıza bırakıp kaçarlar. Ne söylemiş Küçük İskender, nasıl bir sıçrama yapmış şiirimizde söylemeye tenezzül etmezler. "Hayır" demiş mi örneğin, haksız tutuklanmış bir aydınımızın mahkemesinin kapısında beklemiş mi, Nuriye Gülmen'i tanır mı mesela, sormazlar. Başka sofralarda, başka tanıdıklıklar, başka ortaklıklar üzerinden kurulur bu tür ilişkiler biliyoruz.

***

Nedir esası? Bu işlerin uzmanı bizim Taylan Kara. Eski bir yazısını buldum “nedir”in cevabını ararken. Taylan Kara'nın “Edebiyatın iktidarında kimler var?” yazısından aktarıyorum:

“Türkiye’de verilen edebiyat ödüllerinin seçici kurul üyeleri hep bir grup insandan oluşmaktadır. 2013 yılında verilen 23 edebiyat ödülünde üçten fazla jüri üyeliği yapmış isimler şunlardır: Doğan Hızlan: 16 kez, Hilmi Yavuz: 5 kez, Cevat Çapan: 4 kez, Egemen Berköz: 4 kez, Metin Celâl: 4 kez, Refik Durbaş: 4 kez. 2013 yılında üç kez seçici kurulda yer alan 10 kişi daha vardır. Siz yukarıdaki listeyi ‘Edebiyattaki iktidarın bakanlar kurulu’ olarak da okuyabilirsiniz. Edebiyat dünyasında öne çıkarılan ve ödül verilerek okura sunulan kitapları bu isimler belirlemektedir… Türkiye’de siyaseten kendini, soldan sağa siyasal yelpazenin çeşitli yerlerinde tanımlayan birçok yayın organı vardır. Sosyal demokrat ya da liberal, merkez sağ ya da sosyalist, muhafazakâr ya da komünist… Her gazete, dergi ya da kurumun siyasal olarak kendini tanımladığı bir yer, bir duruşu vardır. Siyasal olarak Cumhuriyet Gazetesi ile Hürriyet Gazetesi, Milliyet Gazetesi ile Birgün Gazetesi, Türk Tabipleri Birliği ile devlete bağlı bir kurum olan Kültür Bakanlığı birbirlerinden farklıdır. Oysa bu sayılan gazete ve kurumların verdiği ödüllerin tamamında aynı kişi bulunmaktadır.”

İmkanınız varsa Taylan Kara’nın yazısının tamamını okuyun, bakın ülkede elleri kolları uzun, etkileri sınırsız nasıl azılı bir edebiyat çetesi var.

***

Behçet Necatigil edebiyatımızın çınarı. Dokunulmaz bir yeri var muhayyilemizde. Onu bile Küçük İskender gibi tuhaf tiplere yem ediyorlar. Hiç kimseden utanmıyorsanız Behçet Necatigil’in aziz hatırasından utanın.

Sesi içine kaçmış bir tuhaf âdem. Şairliğinden çok oyuncakçılığı ile nam salmış bir diğeri. Tepiniyorlar kanla, emekle, yoksunlukla, mahpuslukla, inatla, isyanla örülmüş bir tarihsel birikimin üzerinde. Ülke büyük bir yıkımın eşiğinde ama şairleri, namlı edebiyatçıları sütre gerisinde. Tek bir sözleri olmaz, tek bir risk almazlar ama bütün payeler onların, bütün ödüller onlara.

Şairlerinize yazarlarınıza böyle zamanlarda bakın; Ortalıkta mı sütre gerisinde mi? Saklananı, laf geveleyeni okumayın. Korkaktan yazar olmaz çünkü!

***

Yazdıklarım sert biliyorum ama mecburuz haykırmaya. Kapımıza bırakıp kaçıyorlar ülkeye dair ne varsa. Ama evet, dediğiniz gibi kapımıza bırakıp kaçtıkları bu yetimlerin sahipleri bizler değiliz. Bu haşin hallerimiz çaresizliğimizden, öfkemizden.

Kim peydahladıysa bu yetimleri, hangi şerefsiz kapımıza bırakıp kaçtıysa çıksın ortaya!