Devrilirler, devrilecekler. Devlet varsa devrim var. Düzenin bütün mahkemeleri yan yana gelse çare olmaz.
Düzenin bütün mahkemeleri
Orhan Gökdemir
DGM’yi ezdik sıra MESS’te! 1970’li yıllardaki işçi eylemlerinin en gözde sloganı buydu. 12 Mart 1971 darbesinin ardından gelen sıkıyönetim, DGM’lerin kurulmasının önünü açmıştı. DGM, cuntanın kurduğu olağanüstü yetkilerle donatılmış Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kısasıydı; MESS ise Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası’nın. “DGM’yi ezdik sıra MESS’te” sloganı hapisteki bir grup işçinin buluşuydu. Mahpus işçiler azgın DGM ile doymaz MESS arasındaki bağlantının farkındaydı, ilki ikincisinin âli çıkarları için kurulmuştu. DGM yenilerse MESS de silahsız kalacaktı, işçilerin söyledikleri buydu.
Hükümetin amacı ise bu “sınıf mahkemeleri” aracılığıyla demokratik ve sendikal hakları yok etmekti. Büyük kentlerde kurulan DGM’ler olağanüstü yetkilerle donatıldı. Hâkimlerin yarısını hükümet belirliyor, diğer yarısı askeri üyelerden oluşuyordu. Direnç artınca Anayasa Mahkemesi yeniden düzenlenmesi için ilgili yasayı Meclise geri yolladı. İşçiler verdikleri mücadeleyle bu mahkemelerin kurulmasını engellemişti. Ancak sıra MESS’e geldiğinde mücadele daha da sertleşecekti.
O mücadeleye sermaye sınıfının cevabı da 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi oldu. Darbeyle önce işçi sınıfının örgütleri yok edildi sonra hakları elinden alındı. İşçi sınıfının barikatını aşamayan sermaye sınıfı, ordunun müdahalesiyle istediğini almıştı. DGM’ler ikinci kez 1984’te Ankara, Diyarbakır, Erzincan, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya ve Malatya il merkezlerinde göreve başladı. 20 yıl boyunca sınıfa ve sola karşı devletin kılıcını salladı. Sınıfın temsilcilerini işkence tezgahlarına çekti, hapislere kapattı. Kısa DGM tarihidir.
***
O mahkemelerin en militanlarından biri olan Ankara DGM, 12 Eylül cuntasının el koyduğu Çankaya Çevre Sokak’taki CHP binasında faaliyet gösteriyordu. Duruşma salonları şimdi iki-üç kişinin zor sığdığı “adliye sarayı” salonlarına göre konser salonu büyüklüğündeydi. Tecrübe ettim, sabahın köründe kaldırılıp, birbirimize kelepçelenip, cezaevi ring aracına tıkılarak, yokuş başındaki bu binaya taşınır, hâkim karşısına çıkana kadar bodrumdaki hücrede bekletilirdik. Bu özel yetkili mahkemelerin adalet yetmezliği ile ünlü pek çok hâkimi vardı. Ama bugün olduğu gibi savcıları hakimlerinden ünlüydü. Acımasız bir düzenin aşırı kışkırtılmış savcılarıydı onlar. O savcılardan biri Nuh Mete Yüksel’di. Başlarında Nusret Demiral vardı. Devlete düşman olduğunu sandığı hemen herkese acımasızca saldırırlardı. Hukuku, yasayı çiğneyerek yaparlardı bunu. Gözaltına alıp tutuklattıklarının yolu mutlaka Ankara Emniyeti’nin bodrum katındaki DAL’dan, Derin Araştırma Laboratuvarı, geçerdi. İşkence, standart bir sorgulama yöntemiydi burada.
Fakat korumaya çalıştıkları rejim çabuk çöktü. Uğruna savaştıkları, kutsal belledikleri devlet onların da aleyhine döndü arada. Kasetlerini falan yayınladılar ve sonra kaldırıp bir kenara attılar.
Başlarındaki Nusret Demiral tipik bir Türk İslam Sentezcisiydi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi iken Necip Fazıl Kısakürek’i ziyarete gitmiş ve ondan etkilenmişti. Deniz Gezmiş, 12 Mart 1971 darbesinden altı gün sonra Sivas’ta yakalanıp Ankara’ya getirildiğinde sorgulanmak üzere onun önüne getirilmişti. Nefretle doluydu içi. Yardımcısı Ülkü Coşkun’la birlikte işkenceli sorgulara bizzat katıldığı, odasında eylemci öğrencileri dövdüğü iddia ediliyordu. Emekli olduktan sonra MHP'den Ankara milletvekili adayı oldu. Seçim konuşmaları sırasında ezanın Türkçe okunması yönünde görüş bildirdi. Görüşlerini tekzip etmesine karşın, MHP'nin meclis dışında kalmasından sorumlu tutularak kaldırılıp atıldı. Sonra birer birer ölüp silindiler hayattan. 12 Eylül rejiminin yarattığı ölçüsüz sermaye sınıfı hukukunun militan uygulayıcıları olarak kaydedildiler tarihe. Cuntanın, haliyle sermayenin, hâkim ve savcı kılığına bürünmüş sopalarıdır.
***
Şimdi sopa yerine daha hoş bir laf buldular, “seyyar giyotin” diyorlar mirasçılarına. Ama giyotin devrimci bir alettir, “seyyar kement” duruma daha uygundur. Çünkü kement gericidir, karşıdevrimcidir. Osmanlı sarayında boğazlanacak padişah akrabalarını iple hallederlerdi. Güya bu yola kanları da akıtılmamış olurdu. Artık yeni Osmanlıdayız. İdam cezası kaldırıldı, kan dökmeden öldürüyorlar muhaliflerini; giyotinden çok küflü birer kementtirler.
***
AKP gelince DGM’ler kapatıldı, yerini ÖYM, Özel Yetkili Mahkeme, aldı. DGM’lerin kendilerini cumhuriyetçi sanan militan hâkim ve savcılarının yerine de laikliğe ve cumhuriyete düşman Fethullahçı hâkim ve savcılar atandı. Adı değişmişti ama tas da hamam da yerli yerindeydi. ÖYM’lerin Fethullahçıları açtıkları Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla DGM’lerin korumaya çalıştığı rejimden geriye kalanları bertaraf etti. Tayyiban Rejimi için ortam o mahkemeler eliyle hazırlandı.
Ama sonra aralarında iktidar kavgası patlak verdi. Mahkemelerin özel yetkileri içerdeki rakiplerine yönlendirilince dananın kuyruğu koptu. Özel yetkileri ellerinden alındı, sonra o mahkemeler de kapatıldı. Darbe girişimi falan derken gelişmeler onları bambaşka bir yere sürüklemişti. Fethullahçı savcıların en ünlülerinden Zekeriya Öz meydanlara heykellerinin dikilmesini beklerken kaçak bir lağım faresine dönüşmüş halde buldu kendini.
Şimdi Ankara DGM’nin bir benzeri kuruldu İstanbul’da. ÖYM’lerden TGM’lere, Tayyip Güvenlik Mahkemeleri, böyle geldik. Özel yetkileri geçtik, olağanüstü yetkileri var, istediklerini alıyorlar, istediklerini tutuyorlar. Bu hafta en büyük ilin belediye başkanını da kattılar kurbanları arasına. Devleti değil “tevleti” koruyorlar artık. Çünkü devlet yıkıldı, yerine tek kişilik yeni bir “tevlet” kuruldu. Gücünü babasının malı gibi kullanıyor haliyle.
12 Eylül hukukunun kahramanları bunlar. Öncüleri bir bir ölüp çekildiler tarih sahnesinden ama yarattıkları hukuksuzluk bir hukuk ölçüsü haline geldi, adaletsizlik adaletin temel kuralı oldu. Kenan Evren’in ruhu dolaşıyor ülkede o günlerden beri. Onları kışkırtan efendileri, MESS-TÜSİAD, laikliği ve cumhuriyeti cami avlusuna terk edip kaçtı. Aydınlığı işkencede öldürdüler, geriye zifiri bir karanlık kaldı. O karanlıkta türedi Orta Çağ kaçkını zombiler. Cumhuriyet, laiklik, doğal olarak kadınlar ve çocuklar hedeflerinde, biz ise yine savunmadayız. Rejimin eskisiyle yenisi arasındaki tek ortak yan bu sınıf aidiyeti, bu özel mahkemeler, bu adaletsizlik, bu hukuksuzluk.
***
“Yürü bre hızır paşa, senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın, o da bir gün devrilir…”
Türkçe karşılığı yok, onu da din gibi Araplardan öğrendik. Arapçada devlet veya dûlet “değişmek, bir halden başka bir hale dönmek; nöbetleşe birbiri ardınca gelmek, dolaşmak; üstün gelmek, zafer kazanmak” anlamına geliyor. Çoğulu düveldir. Malla ilgili olması şaşırtıcı değil, devlet sultanların, padişahların malıdır çünkü. Mal olduğu için el değiştirir sık sık, kısalır uzar, daralır genişler, yıkılır yeniden kurulur. Tabii devlet varsa devrim de vardır. Devletin, uzun vadede, kimseye yar olduğu görülmemiştir o yüzden.
Bu mahkemelere falan takılmayacağız öyleyse. Asıl mesele “mal”ın el değiştirmesidir.
Devlet el değiştirdi, laik cumhuriyet yıkıldı ve yerine “milliyetçi dinci” bir yeni rejim kuruldu. Başına da bir padişah atadılar ki başka türlüsü mümkün değildi zaten. Bir asır sonra yine tuhaf bir monarşinin içinde bulduk kendimizi haliyle. Artık devlet yok, tevlet var. DGM oldu TGM. Nasıl, neden böyle oldu elbette tartışılır ama en güçlü sebebi “ezici” bir işçi sınıfının ortalıkta görünmemesi.
Sonucu yine istibdat oldu evet ama takunyalı taşra imamı istibdadı bu. İlkinin mimarı Abdülhamit muhalif gördü mü maaşa bağlar, uzak taşra illerinden birine memur atardı. Bunların kindar ve dindar bir hukukları var, ses çıkaranı bir hücreye kapatıp anahtarını denize fırlatıyorlar. TGM’leri ile saldırıyorlar halka, diyorlar ki bu yolla, hepinizi kula, ümmete, tebaaya dönüştüreceğiz. Biz de diyoruz ki yapamazsınız, yapamayacaksınız. Bu halk size boyun eğmeyecek. Mücadelenin ekseni budur.
***
“Yürü bre hızır paşa, güvendiğin padişahın, o da bir gün devrilir…” Devrilirler, devrilecekler. Devlet varsa devrim var. Düzenin bütün mahkemeleri yan yana gelse çare olmaz. Onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman ne DGM kalır ortalıkta ne de monarşi, ezer geçer önüne çıkan ne varsa. Çünkü her işin başı sınıf, demokrasinin de cumhuriyetin de…