Dostlar ve yoldaşlar yazısı

Bizim Enver “Dostlar Kitabı” yazdı. Sürpriz değildi benim için, ilk bölümünü paylaştı, haberdar ediyoruz birbirimizi. Kitaba dönüşünce kutlamak üzere toplandık. Toplandık dediğim, kitapta adı geçen “kahraman”ların toplantısı bir nevi. Baktım, aralarında tanımadığım bir veya iki kişi var. Onlar da Enver’in ilk gençlik dostlukları. Geri kalanlarla yolumuz bir şekilde kesişmiş. Rakı içmişiz, birlikte tatil yapmışız, olmadı “Aykırı Sorular”a konuk edip ifadesini almışız! Tuncay Öz ve eşi ile daha az, Gökmen Karadağ ve eşi Deniz ile daha çok. Şule, bizim meşhur Şuşu, ta “Aykırı Sorular”dan beri aramızda. Demek ki abartısız, “birlikte yaşlandık” diyebileceğimiz kadar uzun bir tarihimiz var. Bir kazaya uğramadığına göre hâlâ, dostlukta uzun yürüyüşümüzdür.

Enver toplantıda “Bu kitap hakkında yazmak en çok sana düşer, bu sefer etrafından da dolaşamazsın” dedi. Yazacağım yazmasına ama kitabın epey bir bölümünde varım zaten, ne yazacağım? 

Sağ olsun, hep iyi yanlarımızı anlatmış kitapta. Oysa insan eksiğiyle gediğiyle insan. Hırslarımızdan, gündelik kaygılarımızdan arınarak, daha çok okuyarak, daha çok öğrenerek ve elimizden geldiğince yazarak tamamlanmaya çalışıyoruz. Buna en çok yaklaştıran eylemimiz de yazmak olduğundan o da ben de uzak duramıyoruz. Hatta olur a ürettiklerimizin işe yarar olduğunu söyleyen dostlar olursa mutlu da oluyoruz. 

Geçen pazar Bostancı Gösteri Merkezi’nde toplantıdaydı Enver. Toplantılarımızın yıldızıdır. Salonda toplanan binlerce insana, yoldaşlarımıza, o bildik heyecanıyla komünist şair Nâzım Hikmet’i anlattı. Şairsiz toplantı olur mu? Komünist, şair, inatçı, çilekeş, partili… Ama elbette onun da eksik kaldığı yanları var, kırılma noktaları, çaresizlikleri, zayıflıkları. Hepimiz gibi. Komünistler tayt giyip oradan oraya uçuşan Amerikan icadı süper adama benzemez. Gözlerindeki ışık “Kripton gezegeni”nin değil, Marksizm-Leninizm bakiyesidir. “Komünizm kapitalizmin ortasında insan kalma mücadelesidir” demiştim vaktiyle. Çok savunmacı bir tez olsa da benimsedi okurlar. Ama bununla birlikte, komünizm insanlıktan çıkarılmış toplumu, yeniden bir insanlar toplumuna dönüştürme mücadelesidir. Eninde sonunda insanlık var. Toplanacağız, yeni bir toplum kuracağız, paylaşacağız ve yeniden insan olacağız. Komünizm, kapitalizmin iktisadi bir varlığa dönüştürülmüş, sonsuz sayıdaki dolaşım odaklarından biri olarak insan olma özelliğini yitirmiş bencil bireyine bir reddiyedir aynı zamanda.  

Bir ara koştu sahneye, Gülcan Altan’a davulda eşlik etti. Yazar olmasaydı davulcu olurdu kesin. Yazarı boş bırakırsan ya davulcu olur ya da zurnacı! Bizim sevgili Enver’imiz bu işte…

Dostlar Kitabı’ndan dostluklara, oradan Bostancı Gösteri Merkezi’ne uzanan bir yol var yani; kitaba sığmaz. Yoldayım, seferiyim, tamamını dönünce yazacağım, bunu bir nevi peşinat saysın!

***

Pazarı takip eden Salı “Dinler Tarihi Atölyesi” vardı Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde. Halkalı'dan Kadıköy’e kitaplar taşıdım, notlar çıkardım. Bahçede bir masa dolusu sanatçı yoldaşımız oturuyordu. Orhan ağabey, Orhan Aydın, Cansu Fırıncı, Harun Güzeloğlu… Güzel insanlar. Yanlarında bir güzel insan daha, büyük ailemizin Çiçek Abbas’ı, İlyas Salman. Abbas’ın rakibi olan düzenbaz şoför Şakir’i hatırlarsınız. İlerledi, zalimlerin sofralarında yer buldu kendine. Koşup Saray’dan ödül de aldı. Ödülden önce araziydi, ödülden sonra da arazi. Düzenbaz dedik ya. Çiçek Abbas ise hâlâ o saf, samimi, özverili minibüs muavini. Tanıştırdılar, ben tanıyorum zaten, ona tanıştırdılar. Kalktı içtenlikle sarıldı. Öylesine pazarlıksız, öylesine bizden. Dünyanın en güzel şeyi yeni yoldaşlarla tanışmak. O da Bostancı’daydı pazar günü. Partiye imzaya gelmişti iki gün sonra. Diyalektik materyalizm budur işte; Şakir Saray yanaşması olur, Abbas parti üyesi. İnsanın izinden yürüyoruz.

Arada başka arkadaşlar oturup Nâzım Hikmet belgeselinin planını yaptık. Nâzım’ın ruhu dolaşıyordu karşı yakada. Dedik ya insanın izindeyiz.

***

O günün akşamı geldi Fatih Yaşlı’nın yazısı. Tuhaf, tanışıyoruz ama tanışmıyoruz. Yazılar, kitaplar paylaştık ama karşılaşmadık hiç. soL’da yazıyor artık. “Köşedaş” olduk Fatih’le. (Bunun bir de “mevkidaş” versiyonu var ki bizden ırak olsun, iğrençtir.) Birikimini önemsiyorum, beğeniyorum yazılarını. soL’un sorumluluğu bir yıldır bende. Ağır iş. Genç arkadaşlarımla birlikte, nefesini yitirmiş basına bir soluk olmaya çalışıyoruz. Fatih dostumuz geldi, daha güçlüyüz artık.

Dostlarımız, yoldaşlarımız çoğalıyor. Toplaşıyoruz. Çünkü bütün kalelerimizi yıktılar, şarabımızı döktüler, bizi yaraladılar. Yara bere içinde yeni kaleler kurmaya çalışıyoruz can havliyle. Kavga eden, asi dizeler ve acıtan satırlar yazan herkesin bir kaleye ihtiyacı var. Üniversiteler, okullar, sendikalar, gazeteler dayanamadı barbarların saldırılarına. Yıkıldılar. Toplanmaktan, dostluklarımızı, yoldaşlıklarımızı tahkim etmekten başka yol bırakmadılar bize. 

Memnunuz mecburiyetimizden ve iyiyiz. Dostluktan ve yoldaşlıktan başka hiçbir şey kalmadı elimizde. Daha sıkı sarılıyoruz o yüzden. 

Dostluklar güven verir ve yoldaşlıklar ölümsüz kılar. Güven veren dostlarımız ve ölümsüz kılan yoldaşlarımız var. Öyleyse daha bir kararlı olacağız, sıvayacağız kollarımızı. Acelemiz var, yıkılmış bir cumhuriyetin ve ezilmiş bir laikliğin yıkıntılarından yeni bir kale inşa edeceğiz hep birlikte. Yıkılmaz bir kale, güvenli bir sığınak, insan kalmakta direnenler için...