Din ve ahlak bilgisi

Din ile ahlak arasında bir bağ olduğu yargısı yerleşmiş önyargılarımızdan biri. Hâlbuki çoğunlukla “ahlaklı olmayı öğütlediği” halde dinlerle ahlak arasında doğrusal bir bağlantı yok. İnsan dindar ama ahlaksız olabileceği gibi, dinsiz ama ahlaklı olabilir. Çalmamayı bir kural haline getirmek için bildik dinlerin “çalmayacaksın” emrine inanıp inanmamanın bir önemi yoktur. “Çalmak” ondan daha çok “mülkiyet”in varlığı nedeniyle lanetlenmiş bir eylemdir. Çalarak mülk edinirsin, sonra mülk edindiklerini başkaları çalıp mülk edinmesinler diye çalmayı yasaklarsın. Prodhon’un “mülkiyet hırsızlıktır” tezine Marks’ın “evet ama mülkiyet hırsızlığı varsayar” itirazı bundandır. “Çalmayacaksın” emrini veren de son tahlilde bir hırsızdır.

Yani çalmanın yasak olduğu düzen, hırsızın kurduğu bir örgütlü ahlaksızlıktır.

Ama öte yandan din ile ahlak arasında tarihsel bir ilişki var. Dini yükseliş dönemleri genellikle ahlaki düşüş dönemlerine rastlıyor. Ahlaki çöküş, dini arayışları hızlandırıp, çoğaltıyor. Hıristiyanlığın ortaya çıktığı Roma’nın düşüş dönemi veya İslam’ın yükselişine delalet eden Emevi-Abbasi iktidarı böyle dönemler. Her iki dönemde de dinsel bir yükseliş ve ahlaki bir çöküşün işaretleri saptanabiliyor.

Ortaçağ’ın Hıristiyan toplumu tersine bir gelişim yaşadı. Din hemen her yeri örtüp karartmıştı. Ahlak ve vicdan sert dini kurralların karşısında sığınacak yer bulamıyordu. Sonra veba geldi, dinsel tapuları yerle bir etti. Ölüm korkusu bir örgütlü ahlaksızlık olan dinsel ahlakı paramparça etti. Ardından cinsel özgürleşme ve dinin hızlı gerileyişi geldi. Böylece yeni bir ahlaki ve entelektüel yükselişin de önü açılmış oldu. Din azalırsa ahlak yükselir!

Dinler birer ahlaksız döneminin ürünü olduklarından, yani yükselişlerini ahlaksızlığı borçlu olduklarından yayılırken bir ahlak olmaya da yöneldiler. İslamiyet’in “kadının statüsüne değin” kuralları içinden çıktığı derin ahlaksızlığın bir yansımasıdır. Bedevi Arap kültüründe kadın alınıp satılabilen bir maldan ibaretti. İslamiyet, kadının alınıp satılabilir bir mal olmasını ortadan kaldırmadı ama vahşete bir sınır koydu ve bir kurala bağladı. Başkalarının kadınları zaten birer ganimet kaynağıydı. Kendi kadınları için ise sınıfına göre muamele öngördü. Erkek çok eşliliğini kaldırmadı, islami bir erkek çok eşlilik getirdi. Böylece İslamiyet de kendi ahlaksızlığı için ortamı hazırlamış oldu. Bizim tartıştığımız da işte o ahlaksızlık.

O ahlaksızlığın tezahürlerinden biridir “günah işleme özgürlüğü”… İktidara yakın ilahiyatçılardan biri, organize bir siyasal İslamcı hırsızlık çetesinin yakalanmasının ardından sarf etmişti bu sözleri.  Evet, çalmışlardı çalmasına ama günah işleme özgürlüğünü kullanmışlardı.

Bu, mülkiyet edinmek için çalma zorunluluğunun dinsel terimlerle ifadesinden başka bir şey değildir. İslamcı iktidarla birlikte bir servet transferi ve bir tür ilkel birikim yaşanmaktadır ve bunun en yaygın yolu İslamcıların halktan ve devletten çalmasıdır. İlahiyatçı bize, kurulan bu hırsızlık organizasyonu ile sağlam bir mülkiyet ilişkisi ve sermaye birikimi yapıldığını müjdelemektedir. Çünkü mülkiyet, dinin ne dediğine bakmaksızın her yerde hırsızlığı var sayar!

Aynı ilahiyatçı geçtiğimiz günlerde “hırsızı bırakıp bekçiye saldırıyorlar” diyerek Ensar Vakfında devlet himayesinde yaşanan çocuk tecavüzünü de savunmaktaydı. “Bekçi”den kasıt herhalde Ensar Vakfı’dır ve bu da, adı geçen vakıfların hırsızların bekçisi olduğunun en açık delilidir. Siyasal İslamcılar bu vakıflara yeni edindikleri mülklerin bekçiliğini yaptırmaktadır. Haliyle içinde yaşanan tecavüzün, tacizin de hiçbir kıymeti yoktur.

Siyasal İslamcılar “faizci kapitalist düzen”in yeni egemenleridir. Dolayısıyla eski ilahiyatçılar da kabuk değiştirmekte ve dinsel kimliklerinden sıyrılarak siyasal İslamcı yeni düzenin siyasal iktisatçılarına dönüşmektedir.

Sonuç ortada; hırsızlığa, hukuksuzluğu, tacize-tecavüze cevaz veren bir dinin ahlakla ne ilişkisi olabilir? Dincinin öyle bir derdi de yok zaten; Çalmak günah ama onun çalması özgürlük. Günah, artık onun çaldıklarından çalmak. Onun tecavüz etmesi günah değil, başkalarının ona tecavüz etmesi günah. Dinci düzenin siyasal iktisatçılarının fetvalarıyla din iktidarı ele geçirmiş bir çetenin oyuncağına dönüştürülüyor. Yeniden tanımlanıyor din, fazlalıkları atılıyor, ihtiyaç duyulan eklemeler yapılıyor, ahlakla bağları koparılıyor. Tayyip Erdoğan bir mehdi artık. Tıpkı Konstantin’in Hıristiyanlığa, tıpkı Emevilerin ve Abbasilerin Müslümanlığa yaptıkları gibi, iktidarı ele geçiren çetenin dine çıkarlarına hizmet edecek kalıcı bir şekil verme çabasının sancıları yaşadığımız.

Hadisler arasında “çocukları taciz etmeyeceksin” diyeni var mı bilmem ama varsa da artık bir kıymeti yok. “Dindar nesil” Ensar Vakfı türü organizasyonların dışa kapalı yurtlarında “gılmanlar” ve “memeleri yeni tomurcuklanmış” huriler vaat edilerek büyütülüyor. Uygun ortam bulunduğunda yapılması gereken tek şey “günah işleme özgürlüğü”nü kullanıp kullanmamaya karar vermekten ibaret.

İslam’a özgü bir şey sanılmasın bu sapkınlık. Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis, kilisesinde 8 bin çocuk tacizcisi papaz olduğunu tespit ettiklerini açıkladı ki pek iyimser bir rakam. Çünkü Vatikan, piskoposlara çocuklara yönelik cinsel şiddeti polise bildirme zorunlulukları bulunmadığını salık veriyor. Daha yakınlarda Hollanda'da bağımsız bir komisyon, Katolik Kilisesi'ne bağlı kurumlarda on binlerce çocuğun cinsel tacize uğradığını açıkladı.

Gerçekler böyle. Bir de bu gerçeklerin “dinciler” tarafından algılanması var ki evlere şenlik. Örneğin, çocuk tacizi iddialarının doruğa çıktığı bir zamanda bir açıklama yapan “Şeytan Kovucular Derneği Onursal Başkanı” Peder Amorth, Vatikan’ın karşı karşıya kaldığı çocuk tacizi ve gay fahişe skandallarının, şeytanın Vatikan’ı ziyaretiyle alakalı olduğunu iddia etmiş ve bundan "Hz İsa’ya inanmayan kardinalleri ve şeytanla bağlantılı piskoposları" sorumlu tutmuştu. İlahiyatçı Hayrettin Karaman ise Ensarcıları savunduğu yazısında tecavüzün sorumlusu olarak “Zorunlu din dersine karşı çıkanlar” olduğunu söylüyordu. E, onların şeytanları her zaman olduğu gibi biziz!

Yani bir inançla değil, organize bir hırsızlık ve tecavüz çetesiyle karşı karşıyayız. Din de meşruiyeti ahlaklı nesiller yaratmasından değil, bu çetenin eylemlerine ne ölçüde hizmet edip etmediğinden alıyor.

Evet din yükseliyor, yükseldikçe yerleşik ahlakı da paramparça ediyor.

Birbirine ardına örtünüp iktidardan yana açıklamalar yapan şarkıcı-türkücü tayfası için şöyle bir başlık atılmıştı sosyal medyada: Ekonomik kriz nedeniyle küçük ticari işletmeler bir bir kapanıyor… Dinciliğin arkasına saklanmaya çalışılan yüz kızartıcı ticari faaliyetlerin en zeki eleştirisi!

İnanç beyanlarına kimse inanmıyor artık. İfade edilmese de dinle ahlak arasındaki bağın tamir edilemez bir biçimde koptuğunu herkes görüyor!

İnancını olur olmaz her yere sokmaya çalışanlara çıkan fatura bu. Kir akıyor her yerlerinden. Aydınlanma Hareketi o kiri de temizlemek için geliyor!