Devrim kokusu

Analiz, belli bir konuyu parçalarına ayırmak, sonra o parçaları tanımlamak ve tanımlanmış parçaları tekrar birleştirerek yeni bir bütüne ulaşmak demek. Demek önce belli bir sırayla konuyu sökeceğiz, sonra söktüklerimizin ne olduğuna nasıl bir işlev üstlendiğine karar vereceğiz. En sonunda söktüğümüz ve tanımladığımız parçaları yan yana getirip söktüğümüzü yeniden birleştireceğiz.

Yordam Kitap’ın yakın zamanda şahane bir baskıyla okura hediye ettiği “Fransız Üçlemesi”ni yeniden okuyorum. Karl Marks’ın Fransa’ya değin şahane üç kitabının yan yana gelmesiyle oluşturulmuş bir eser bu. “Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850” ve “Louis Banaparte’ın 18 Brumaire’i” 1848 ayaklanması ve ardından gelen karşı devrimi “analiz” ediyor. “Fransa’da İç Savaş” Paris Komünü etrafında gelişen olayları anlatıyor. Kitap Engels tarafından “Fransa’da Sınıf Mücadeleleri”nin 1895 tarihli Almanca baskısına yazdığı müthiş önsözle başlıyor. Bu kısa metin 1789’la başlayan “azınlık devrimleri”nden, ateşli silahların baş döndürücü bir gelişme gösterdiği 1800’lü yılların ikinci yarısında barikat savaşlarının imkânlarına kadar neredeyse bir yüzyıllık bir zaman dilimini “analiz” ediyor.

O önsözden iki paragraf takılı kaldı dilimde. Birincisi şu: “1848 Devriminin mezar kazıcıları, onun vasiyetini yerine getiren kişilere dönüşmüştü.” İkincisi, mealen şöyle: Barikat ancak arkasında halk varsa gerçek bir barikattır. Arkasından halk çekildiğinde barikat yıkılır. Şöyle devam ediyor: “Barikat, büyüsünü yitirmişti; asker, onun arkasında artık ‘halk’ı değil, isyancıları, kışkırtıcıları, yağmacıları, paylaşımcıları, toplumun döküntülerini görüyordu.” Bu “analiz”i içinden geçtiğimiz tuhaf zamanlarda dönüp yeniden yeniden okumakta büyük fayda var.

***

Gezi’de kurulan barikatları hatırlıyorum. O tarihte işyerim Gümüşsuyu Caddesi’nin başlangıcına yakın bir noktadaydı. Bu bana, Gezi barikatlarının bir bölümünün kuruluş ve kaldırılış sürecine tanık olma şansı verdi. Meydanın göstericilerin eline geçtiği günü takip eden ilk iş gününde Gümüşsuyu Caddesi'ndeki barikatları saydım. Sadece ana cadde üzerinde 30’a yakın barikat kuruluydu. Ara sokaklardakileri sayamadım bile. Barikatların başında gençler pür dikkat nöbetteydi. 15 gün öyle kaldı o barikatlar. Kimse dokunamadı.

Ama halk çekilince bütün barikatlar bir günde yıkıldı. Çünkü arkasında kim ve kaç kişi olursa olsun barikat o gün büyüsünü yitirmişti. Barikatlara büyüsünü veren şey arkasındaki halktır.

Barikat teorisi, Paris Komünü analizidir ve dersi, ateşli silahlara dayalı modern ordu karşısında barikat direnişinin zafere götürmesinin imkân olmaktan çıktığı yönündedir. Engels, “Okur, egemen güçlerin bizi neden ille de tüfeğin ateşlendiği ve kılıcın kestiği yere götürmek istediğini artık anlıyor mu?” diye soruyor. Soruyoruz.

Bir büyük analizi izlediğimize göre ulaştığımız sonucu da yazmamız gerekiyor.  Engels özetliyor: “Baskınların, bilinçsiz yığınların başındaki bilinçli azınlıkların gerçekleştirdiği devrimlerin dönemi kapandı.” Demek ki, 1848 ile 1871 arasındaki tarih hem bir kapanışa, hem de yeni bir açılışa ulaşabileceğimiz müthiş bir malzeme sunuyor bize. Bu malzemeden azınlık devrimlerinin imkân olmaktan çıktığı, çoğunluğun devrim için devrimci bir imkâna kavuştuğu yeni bir çağ müjdesine ulaşabiliyoruz.

***

Gezi kısa sürdü, çünkü olaylar kalabalıkları tüfeğin ateşlendiği ve kılıcın kestiği yere doğru sürüklemekteydi. Barikatın büyüsü bozulunca, kısa devrim bitti. Devrim hedefine ulaşmadan bitince yarattığı boşluğu gericiliğin doldurması kaçınılmazdı.

“1848 Devriminin mezar kazıcıları, onun vasiyetini yerine getiren kişilere dönüşmüştü.” Çünkü 1848’in mirasçısı olan proletarya çok kısa bir zamanda yeniden isyankâr bir şekilde ayağa kalkacaktı. Ona bu gücü veren şey ise 1848’in mezar kazıcılarının uygulamalarıydı. Engels, 1895’te olup biteni bu açıklıkla yazabiliyordu.

Tuhaf bir benzerlik görmüyor musunuz? 1848-1851. 2013-2016. Brumaire’in 18’i, Temmuz’un 15’i. Louis Banaparte bir darbeyle geldi, Cumhuriyete son verdi. İktidarı 1870’e kadar sürdü. O yıl devrildi. Yol açtığı savaş yüzünden Paris Komünü patlak verdi ama o da sonuçları itibariyle en az 1848 devrimi kadar kısır kaldı. Cumhuriyet ilan edildi, üçüncü cumhuriyettir.

Engels’e dönüyoruz; o bütün bu gelişmelerin artık sadece topyekûn vahşi bir dünya savaşını mümkün kıldığını not ediyordu. Ve çok değil 30 yıl sonra olacak olan buydu. İçinden büyük Ekim Devrimi çıktı. Çoğunluk devriminin imkân dâhilinde olduğunun ilk belirtisidir.

***

Louis Bonaparte’ın iktidar zamanlarındayız. Fiili imparator ve cumhuriyetin mezar kazıcısıdır. Ama düşüşünün işaretleri görünmektedir. O güne kadar her şey taht iddiacısı sahte demokrat Louis Bonaparte’ın hükümet darbesi için özel olarak yaratılmış gibi görünüyordu. Ama bir gün hava döndü. Ülkeyi sürüklediği kriz, artık onun yararına çalışmamaya başladı. Ekonomik güvenliği sağladığı için iktidar olmuştu, tam da bunu tehdit etmeye başladığı için alaşağı edildi.

İleride “Tayyip Erdoğan’ın 15.Temmuz’u” adında bir analiz yazılır mı bilinmez. Ama sanırım Louis Panaparte ile benzerliği tartışılmaz. O da sultan ilan etmeye çalışıyor kendini. Ama kriz umduğundan erken geldi. Üçüncü cumhuriyetin soluğunu ensesinde hissediyor şimdiden.

Bunun ötesinde analiz edecek bir şey yok aslında. Son bir iki gündeki gelişmeleri şöyle bir sıralasak tablo kendiliğinden oluşacak: Kabataş gözlemcisi İsmet Berkan’ı, Gezi direnişi pişmanı Okan Bayülgen’i kovdular. Birincisinin kovulma nedeni belli değil, ikincisininki Cumhurbaşkanının beğendiği diziyi izlememiş olması. Daha önce kolunu kopardıkları Veli Saçılık’ı döverek gözaltına alıp serbest bıraktılar. Açığa alınan onbinlerce kamu çalışanından biri olan akademisyen Nuriye Gülmen, Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önündeki direnişinin 17. gününde 15. kez gözaltına alındı. Çocuk tecavüzcülerini tecavüz ettikleri çocuklarla evlendirip kurtarmayı amaçlayan yasayı önceki gün geri çektiler. Bugün en yetkili ağızdan yasanın geniş bir mutabakatla yeniden geri getirileceğinin müjdesini verdiler. Bu müjde verilirken İzmir Bornova’da 9 yaşındaki bir kız çocuğu kendisine tecavüz eden alçakla yüzleştirileceği korkusuyla kalp krizi geçirip öldü. Önceki gün Merkez Bankasını faizleri indirmiyor diye azarladılar. Dün Merkez Bankası faiz arttırdı ama o da bir işe yaramadı. Yani ekonomi sallantıda, yarım yüzyıldır kapısında bekledikleri AB ile ilişkiler buzdolabına kaldırılmak üzere. Ülke, sınırları ötesinde ilan edilmemiş, örtülü, tuhaf savaşların içinde. Devraldıkları bütün kurumları çürüttüler ve yıktılar. Üniversitelerde müftüler konferans veriyor, hastanelerde imamlar görev yapıyor. Cemaati soruşturmak için oluşturdukları komisyonların içinde ha bire cemaatçi yakalıyorlar. Ordu dağıtıldı, polis kriminal bir vaka görünümünde. Modern Louis Bonaparte, yıktığı cumhuriyetin enkazı altında debelenip duruyor.

Cumhuriyet kendisine inanan cumhuriyetçi bir halk yaratmak istiyordu. Yarattıklarından korktu, çekildi, sonra yarattıkları yok etmek için harekete geçti. Toplumun dinselleştirilmesi o korkunun karşılığıdır. Şimdi dağ taş din, dağ taş imam. İmam imama darbe yapıyor, imam imamı işkence tezgâhına yatırıyor. Devlet cumhuriyetten nefret ediyor, laiklik suç ilan edilmek üzere. Ama cumhuriyetçi, laik bir halk var her yerde. Devlete, iktidara rağmen hem de. 29 Ekim’de hep birlikte mezarlıkta ıslık çalıyorlardı. Müthiştir.

Ne diyordu Engels? “1848 Devriminin mezar kazıcıları, onun vasiyetini yerine getiren kişilere dönüştü.”

***

Ve evet, bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: İlkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.

Ne söylenebilir bunların üzerine? Louis Banaparte ve Napolyon, Tayyip Erdoğan ve Kenan Evren… Amca-yeğen. Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirdiği “devrim”i Kenan Evren daha önce yapmıştı zaten. Sonunu biliyoruz: Cumhuriyet kazanır!

Sanki çoğunluk devriminin kokusu dolaşıyor havada!