Cumhuriyet Ankara’ya geri gelir mi?

Mustafa Nusret Suman, cumhuriyetten çok önce, 1905’te Selanik yakınındaki Karaferye’de dünyaya geldi. Balkan Savaşındaki büyük ricatta ailesi İstanbul’a göç etti. 1922’de Sanayi Nefise Mektebi’ne girdi. Hikmet Onat’ın, İbrahim Çallı’nın atölyelerinde resim eğitimi aldı. 1925’te heykel atölyesine geçti, 1929’da mezun oldu.

Cumhuriyetin devlet bursu ile yurtdışına gönderdiği ilk heykeltıraşımızdır. Önce Münih’te resim, ardından Paris’te heykel öğrenimi gördü. 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğretim üyesi olarak atandı, pek çok öğrenci yetiştirdi. Çoğu Mustafa Kemal temalı yirmiye yakın anıt çalışması gerçekleştirdi. Ankara Sıhhiye Meydanı’ndaki “Hitit Güneş Kursu Anıtı” da onun eseridir.

Mustafa Nusret’in eseri 1970’li yıllarda Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay tarafından şehrin simgesi haline getirildi. Ardından gericilik dönemi geldi. 12 Eylül karanlığının mimarı Kenan Evren anıtın yanından makam aracıyla geçerken heykele bakıp müstehcen olduğunu düşündü. Doğaldır, 12 Eylül faşist generalleri için Kemalizm ve cumhuriyet müstehcen kavramlardır.

Heykele poşet geçirmeye kalktı mı kalkmadı mı hatırlamıyorum ama kursun şehirdeki izini silmek Kenan Evren’in reenkarnasyonu Melih Gökçek’e nasip oldu. Anıt belediyenin ambleminden kaldırıldı. Yeni üretim camiyi koydular yerine. Laikliğin silinmesinin yerine İslamcı bir yeni rejimin kuruluşunun hikayesidir.

***

Sıhhiye’deki anıta esinini veren obje M.Ö. 2500-2000 arasında yaşamış olan Hatti krallarının egemenlik alemlerinden birinin büyütülmüş bir örneği. Mustafa Kemal’in başlattığı ilk arkeolojik kazılardan biri olan Alacahöyük’te, Remzi Oğuz Arık ve Hamit Koşay tarafından gün ışığına çıkarıldı. Şimdi Ankara’daki “Anadolu Medeniyetleri Müzesi”nde korunuyor.

Güneşle ilgisini soracaksanız söyleyeyim; Genel kanı bu tür eserlerin evreni canlandırdıkları yönünde. Kurstaki çember gökyüzüdür, geyikler ise o gökyüzünü omuzları üzerinde taşıyan kutsal varlıklar. Al geyiği, koy öküzü, Dünya öküzün boynuzları üstünde… Profesör Ekrem Akurgal diyor ki, “Bu evren çemberinin ortasında yer alan heykelciklerden her biri bir tanrıyı simgelemektedirler. Boğalar en büyük tanrıyı, geyikler ise Hattilerin ‘Vuruşemu’ diye adlandırdıkları en yüce kadın tanrıyı temsil etmekteydiler.”

Peki mevzuda adı geçen “Hattiler” kim? Genel yargıya göre, Hint-Avrupa ya da Sami dilleriyle ilişkisi olmayan özgün bir dil konuşan has Anadolu kavmidir. İzleri silinmiştir. M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu’ya gelen ve kendilerini egemenlikleri altına alan Hititler üzerindeki etkileri sayesinde bugüne taşınabilmişler. Hititler dişli bir kültürle karşılamıştı; Engels’in deyişiyle fethedenler fethedildiler. Din ve mitolojilerini olduğu gibi işgalcilere aktardılar. Hititler, Hatti oldular.

Biz “Eti” diye biliyoruz. Kaynağı “Heti”dir. “Türk Tarih Tezi”nde “Eti”lerin, Türk kavminin atası olduğu iddia ediliyor. Nitekim Kemalist Cumhuriyet Ankara’ya anıtını dikmekle yetinmedi, bir de aynı adla, Etibank, bir banka kurdu. Bankanın amblemi de Güneş Kursuydu. Eti, köksüzlüğe kök arayışıdır.

***

Güzel, konuyu daha ayrıntılı araştırmak isterseniz Kemalist Cumhuriyetin yetiştirdiği iki değer çıkar karşınıza. Biri, Ordinaryüs Ekrem Akurgal, diğeri ilk Hititolog’umuz Sedat Alp’tir. İkisi de Cumhuriyetten önce, 1910’lu yıllarda doğdular ve Cumhuriyetle büyüdüler. İlgi alanlarının merkezinde Hititlerin olmasını rastlantı sayamayız. Hititler, Kemalist Batıcılık programının en önemli basamağıdır. Hititler olmadan Türk Tarih Tezi olmaz…

Aslına bakarsanız ortalıkta bir “Güneş” falan da yoktur. Sedat Alp “Hitit Güneşi” adlı eserine göre, Boğazköy Hitit Arşivlerinin hiçbir yerinde “Hitit Güneşi” deyiminden söz edilmemektedir. Ayrıca Hititoloji’de de böyle bir deyim yoktur. Bizim bildiğimiz anıt, Alacahöyük kazılarında ortayı çıkartılan kral mezarlarında bulunan bir mezar hediyesinin büyütülmüş şeklidir. Üstelik anıt Hitit eseri de değildir. Onlara da “Hatti”, demek ki “Ati”, uygarlığından miras kalmıştır.

Nedir peki mesele? Şöyle cevaplayabiliriz: Bu önemli bilginlerimiz hayatları boyunca Hititlerin Türk olduklarında ısrar etmişlerdir. Çünkü anıt da iddia da Kemalist Türk Tarih Tezi’nin bir uzantısıdır. Özetle, Ankara’nın ortasındaki “Hitit Güneşi Kursu” aslında “Türklük” anıtıdır. “Güneş” kursta değil, kurulmakta olan cumhuriyettedir. Haliyle kurgu, gerçeği öncelemektedir…

Doğru veya değil, o anıtın esası budur. Gericiliğin o anıta muhalefetinin esası da budur.

***

İzleri takip ediyoruz. 1930’lu yılların başıdır. Kurucu Mustafa Kemal, Meksiko Büyükelçisi Tahsin Mayatepek’e “Güneş Kültü” hakkında bir rapor hazırlamasını emretmiştir. “Mayaların” Türklükle ilişkisi vesilesiyle “Mayatepek”, emir üzerine, Meksiko’da bir Güneş ayinine tanıklık eder ve izlenimlerini Mustafa Kemal’e ulaştırmak üzere yazar. Rapordan aktarıyorum: “Bu ayini gördükten sonra derhal Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi hatırlayarak bundan 800 yıl önce Horasan’da doğmuş olan müşarünileyhin eski zamanlarda Orta Asya vesair Müslüman memleketlerindeki ilim ve tefekkür merkezlerine ilmi maksatla seyahatler yapmak ihtiyadında olan Arap ve Türk alim ve mütefekkirleri gibi Orta Asya ve bilhassa Horasan’dan uzak olmayan Hindistan ve Tibet havalisinde yapmış olması muhtemel bulunan seyahatleri esnasında güneşe tazim ayinini görmüş fakat islamiyetin güneşe mabud veya mabudün maddi timsali sıfatı ile ibadet ve tazim edilmesini tecviz etmediğini nazarı dikkate alarak Güneş Kültünde nay ve kudüm refaketi ile güneş mabud veya mabudun timsali sıfatı ile yapılan deveranları, müslümanlığın tanıdığı Allah’a karşı yapılan bir ibadet şeklinde ifrag ederek kurduğu mevlevi tarikatına idhal etmiş olduğu netice ve kanaatine vardım.” Mayatepek, raporunda, Mevlevi ayininin, manası Müslümanlığa uyarlanmış güneş ayininden başka bir şey olmadığını iddia etmektedir.

Not edeyim; Mayatepek raporunda Kabe’nin yapısı ile diğer güneş tapınaklarını karşılaştırmakta ve Kabe’nin de Güneş tapınağı olarak yapıldığı sonucuna varmaktadır. Demek, zorlarsak Sıhhiye Güneş Kursu ile Kâbe arasında bile bir bağ kurabiliriz!

***

Mustafa Kemal, Osmanlı döneminden miras Batıcı bir program yürütüyordu. Bu yüzden Türklerin Hitit kökenine vurgu yapmak zorunda kaldı. Hititlerin Türk olduğunu söylerken aslında Türklerin Hitit olduğunu söylemek istiyordu. Çünkü Avrupa ve Batı Hint-Hitit ve giderek Hint-Avrupa köklerine aşağı yukarı 100 yıldan bu yana ırkçılığa kaçan bir tonda vurgu yapmaktaydı. Osmanlı mirası üzerine oturacak yeni cumhuriyete sağlam bir temel gerekliydi. Anadolu dillerinin (Lidyaca, Karyaca, Likyaca, Luvice, Hititçe) Hint-Hitit çıkışlı olmasının işlerinin kolaylaştıracağını düşündü. En azından Anadolu’daki çoğu yer adları Hint-Hitit köklerini çağrıştırmaya devam ediyordu.

Ancak Türkçe, bu coğrafyada Türklerin egemenlikleri altında olan birçok halkın Hint Hitit kökenine karşılık (Ermenice, Arnavutça, Slavca, Farsça, Kürtçe, Yunanca) yabancı bir unsur olarak görünüyordu. Mustafa Kemal, Batılı köksüzlüğe bir kök yaratmak üzere Etilere tutunmaya çalıştı. Sıhhiye’deki Güneş Kursu o çaresizliğin anıtıdır…

***

Bunca zaman sonra “Eti Güneş Kursu” Sıhhiye’de bize bakmaya devam ediyor hâlâ. Fakat cumhuriyet yıkıldı. İktidarı ele geçiren ardılları geçen yüzyılın başından kalan bu masalların mantıksız ama 6. yüzyıl Arabistan’ından kalan muadillerinin mantıklı olduğunu iddia ediyor.

Bugünlerde Ankara’nın yeni şehremini “Türkçü” Mansur Yavaş’ın Güneş Kursu’nu yeniden belediyenin amblemi yapıp yapmayacağı gündemde. Kurs Ankara’ya geri gelir mi gelmez mi bilinmez ama eski cumhuriyetin kursla birlikte geri dönmeyeceği açık. Cumhuriyeti kuran egemen sınıf hayallerini çoktan kaybetti çünkü.

Tarih her şeye muktedir bir tanrı değildir. Canlı, somut, yaşayan insanlar dışında bir gücü yoktur. Haliyle, hayalleriniz yeterince güçlüyse o hayallere uyma eğilimi gösterir. Tarihi insanlar yapar. Bugün tartışmasız bir gerçek olarak kabul gören ulus, işte bu şartların ürünüdür.

19. yüzyıldan bakiye masalların sonuna geliyoruz. Onun için bu kadar kesin söylüyoruz: “Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait”… Ankara’ya yeni bir cumhuriyet lazım!