Çöker bu saraylar, bu saltanatlar…

Cumhuriyetin el koyup TBMM’ye bağladığı Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarını, Küçüksu- Ihlamur-Beykoz-Yıldız Şale-Aynalıkavak ve Maslak kasırlarını, Florya -Yalova ve Filizli Köşk’ü bir KHK ile Cumhurbaşkanlığı’na bağladılar. İki saray, altı kasır, üç köşk vardı Cumhurbaşkanlığı envanterinde 2018 yılı itibariyle. Kullanıyor hepsini.

Monarşinin yönetici tayfasına ve zengin üst sınıfına ait olan sarayların, köşklerin TBMM’ye bağlanmasının Cumhuriyet açısından sembolik bir anlamı var. Monarşiye ait olanı halkın temsilcilerine, haliyle halka teslim edilmiş oluyordu böylece. Halkın olanı halka vermeye Cumhuriyet diyoruz. Halkın olanı Meclisten alıp, Sultana bağladılar yine. Özetle, bir yeni monarşidir.

Cumhuriyet yeni başkentine saray falan yapmaya kalkışmamıştı yıkılana kadar. Cumhuriyetin sarayı olmaz, sultanı yoktur çünkü. Çankaya Köşkü ile idare etti AKP iktidarı gelip ölü ele geçirene kadar. AKP gelip iktidarını oturtur oturmaz ilk işi Başkente devasa bir saray yaptırmak oldu. “Beştepe Sarayı” diye biliyoruz.

“Saray” Cumhuriyet fikri ile uyuşmadığından bir hokus fokusla “külliye” ilan ettiler adını. Külliye görmemiş olsak inanacağız. Kaç odalı olduğunu kendi bile bilmiyor, misal. “Bin odalı külliye olur mu?” diye sordular. "1000 odalı değil. Yanlış biliyorsunuz. 1150 küsur odası var" diye cevapladı. Sayılar o kadar büyük ki her türlü yuvarlamaya müsait. Zaten yapı da, yapanlar da ülkeye ve Cumhuriyete değin yuvarlak hesapların bir karşılığı.  

Ülkenin her yerinde mantar gibi saray bitiyor haliyle. Çünkü Neo Osmanlı rejimi kuruyorlar akılları sıra. Eskisine değin bildikleri tek şey sarayları olduğu. Oluk oluk para akıtıyorlar yandaş inşaat firmalarına saray yapsınlar diye. Ankara ve Gökova’daki sarayların inşaatı için yapılan harcama 3,2 milyar lirayı buldu. Marmaris’te yapımı süren ve ek binalarla sürekli genişleyen “Okluk Yerleşkesi”nin maliyeti tek başına çoktan milyar lirayı geçti. Sırf beyefendi denize baksın diye bu masraf. Diğer saraylardan fırsat kalırsa o da. Ankara’da yapılan 322 bin 88 metrekare büyüklüğündeki hizmet binası, bu binanın 112 bin 210 metrekarelik bahçesinin peyzajı ve diğer işleri için yapılan harcamalar 2 milyar 845 milyon lira. 2020’de 351 milyon lira daha harcanması planlanıyor ki yetmeyeceği şimdiden belli.

Beştepe sarayının yapım maliyeti sır. Açıklanmıyor. Bir de taa Ahlat’ta “Cumhurbaşkanlığı Otağı” yapmaya giriştiler ki evlere şenlik. Sordular kapıkullarına nedeni, “halk talep ediyor sarayların yapılmasını” cevabını aldılar. Mümkün olduğunu biliyoruz. Yükselen sarayların gölgesinde filizlendirdiler, kod adı “millet” olan yeni bir halk yarattılar.  

***

Bu sarayların bir de yüzer-gezer tipleri var. Birkaç yıl önce Deniz Kuvvetleri Komutanlığı envanterinde bulunan “Yakamoz Yatı”nı restore ettirerek “kendi himayesine aldığı” ortaya çıktı sultanın. Yatın yaklaşık 50 metre boyunda ve “mega-yat” klasmanında olduğu söyleniyor ki söyleyenlerin yalancısıyız. Katar Emiri Al Sani’den uçanını da aldılar. Uçan sarayın donanımsız fiyatı 400 milyon dolar. Bugünün kuruyla 2,5 milyar lira demek bu. Abarttığımızı sanmayın, uçakta 7 yatak odası, 2 özel salon, toplantı odalarının yanı sıra tam teşekküllü küçük bir de hastane bulunuyor. 

Devletin hangarında bu tür “hizmetler”lere tahsis ettiği 14 lüks uçak ve üç Sikorsky Helikopter daha var. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ile Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu bu uçaklardan birine atlayıp Yeni Zelanda'ya gitti, geldi. Uçağın sadece yakıt maliyeti 1 milyon lira civarındaydı. Çok acayip işlerdir. Bunların dışında sadece sarayın kullandığı lüks araç sayısı 300 civarında. Karşılaştırılsın diye not ediyorum, Cumhuriyetin eskisinin son Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in sadece iki makam aracı vardı.

Limuzinler, cipler, zırhlı araçlar, lüks minibüsler ve özel ambulansların arka arkaya dizildiği uçsuz bucaksız saltanat konvoyları dolaşıyor ülkenin yollarında. Araçların her birinin değeri milyon liralarla telaffuz ediliyor. Bir gün bu uçan saraylardan birine doluşup ülkenin bir ilinden bir iline uçtular. Ülkenin polisi, jandarması yokmuş gibi 250 kişilik koruma ordusu da başka uçakla takip etti beyefendiyi. Gittikleri şehirde bir iki açılış yapacaktı, haliyle makam araçları gerekliydi. Koca sultan devletin sıradan aracını kullanacak değil ya. Makam araçları boş boş düştü yola. Yolda ayrıca 11 TIR saydı görgü tanıkları, korumaların ekipmanlarını taşımaktaydı. Beyefendi bir saat gezecek diye onlarca araç, 11 TIR, birkaç uçan saray, yüzlerce koruma yollara düşmüştü. 

***

O çok özendikleri Abdülhamit ikinin de sarayları vardı böyle. Fakat bunlarınki onunkilerden görkemli. Dolmabahçe Sarayı, Beştepe’nin yanında anca gecekondu sayılır. Topkapı Sarayı olsa olsa mütevazı bir avcı kulübesi görünümünde zaten. Binlerce araçla, korumayla dolaşıyorlar, Hamit’inki bir avuç muhafızdan ibaretti. Taşnaklar, 1905’te, yeryüzünden silip tanrısına kavuşturma niyetiyle bombalı bir suikast düzenlediler haşmetliye cami çıkışında. Suikastta 26 kişi öldü, 58 kişi yaralandı ki etrafındakilerin toplam sayısı hemen hemen budur. İmparatorluğu havası kaçmış bir balon gibi sönmüş, sarayın ve saltanatın şaşalı dönemleri çoktan geride kalmıştı. O da bunun farkındaydı. Gariban, faytonunu bile kendi sürüyordu Cuma’ya gidip gelirken. 

***

Sarayların duvarlarının arkasında, bu tuhaf iktidarı tahkim etmek üzere başka işler sürüyor haliyle. Devletin bütün varlıklarını devletten alıp ”Varlık Fonu” adıyla Saraya bağladılar. Amaç, paralel bir bütçe oluşturmak. Bütünüyle denetim dışında bu fon. Bir sürü gerici vakıf ve dernek kurdular bütçeden geriye kalanı iç etmek için. Milli eğitimi paramparça edip imam hatipleştirdiler. Şimdi karma eğitimi kaldırma planları yapıyorlar harıl harıl. SADAT’tı, bekçi teşkilatıydı, cihatçı paralı askerler falan derken paralel bir ordu da kurdular kendilerine. Paralele falan da gerek kalmadı gerçi. Öyle bir bindiler ki ordunun tepesine ne paralelin farkında ne dikeyin ne yatayın! 

Fakat gelin görün ki saraylar yükseldikçe artıyor açların sayısı. “Çocuklarım aç” diye kendini yakan mı dersin, Saray partisinin meclis grubunu basan mı?

Ve daha fenası din çoğaldıkça azalıyor ahlak. Urfa Barosu, 2019 yılında cinsel istismara ve tecavüze uğrayan 733 çocuk için avukat görevlendirdiğini açıkladı geçen gün. En dindar kentimizdir, malum. Diyor ki baro sözcüsü; “Bölgede çocuk istismarı ve tecavüzü yaygınlaştı. Bu bir politikanın sonucu. Çocuğun tecavüz ve istismar edilmesinde ülkenin eğitim durumu ve ekonomisi etkili. Tecavüz ve istismar vakalarını rehberlik hocaları ortaya çıkarıyordu. Ama iktidar jet hızı ile kanun getirerek, rehber hocaların sınıfını, statüsünü, sıfatını değiştirdi. Rehber öğretmenlerin bu tür vakaları ortaya çıkarmalarının önünü kesti.” Yani? Taciz, tecavüz bir iktidar politikasıdır…

Hem yakalansalar ne olacak ki? Mahkemeleri “ben Müslümanım diyeni” salıyor zaten. “Müslüman öyle şey yapar mı” diyerek yırtıyor tecavüzcü, olmadı dinin bunlara cevaz verdiğini söyleyerek sıvışıyor tacizci. Ortalıkta “din bilgini” diye dolaşan kim varsa ya tacizci ya tecavüzcü. Ülkenin her yanından kadın ve çocuk çığlıkları yükseliyor haliyle.

Dindar oldular ahlaka ihtiyaçları kalmadı. Hırsızlığın, yolsuzluğun bini bir para. Yeni Saray düzenidir. 

***

“Saraylar saltanatlar çöker

kan susar birgün

zulüm biter.

menekşeler de açılır üstümüzde

leylaklar da güler.

bugünlerden geriye,

bir yarına gidenler kalır

bir de yarınlar için direnenler...”

Böyle diyor şair Adnan Yücel. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde halimiz de “halet-i ruhiye”miz de budur. Cumhuriyette saraylar, saltanatlar olur mu? Çöker, çökertiriz…

Yasadır, yoksulluk ve açlık arttıkça saraylar yükselir... 

Ve o sarayları ayağa kalkan yoksul ve aç kalabalıklar çökertir. Bu da yasadır!