Bütün yollar devrime çıkar

Almanya dönüşü ilk yazı günü 31 Mart’a (Miladi 13 Nisan ama Kutlu Doğum haftası gibi itip kakacak halimiz yok!) denk geldi. Kutlu gün. Gericiliğe karşı kazanılmış en büyük zaferlerden birinin başlangıcı. 1908’i, “Hürriyet”i önemsiyorum. Üzerine yeniden düşünmemizde, devrim için başvuru kaynaklarımızdan biri haline getirmemizde sonsuz “fayda” var.

Îd-i Milli veya İyd-i Millî, Osmanlı İmparatorluğu'nda kabul görmüş tek dini olmayan milli bayramdır. 24 Temmuz 1909’dan itibaren meclis kararıyla kutlanmaya başlandı. 1909’da, hem başkent İstanbul hem de imparatorluğun diğer şehirlerinde kutlandı. Şişli'deki Hürriyet Tepesi'nde düzenlenen ve Padişah V. Mehmed'in de katıldığı kutlamalarda, 31 Mart Gerici İsyanı'nda ölenlerin anısına yapılan Abide-i Hürriyet'in temeli atıldı. 1911 yılındaki kutlamalarda, yapımı tamamlanan Abide-i Hürriyet açıldı. Şimdi, İstanbul’daki “en büyük”, en tuhaf adalet sarayının arka bahçesinde kilitli duruyor. İyd-i Milli Cumhuriyetin kurulmasından sonra 1934 yılına kadar kutlanmaya devam edildi. 27 Mayıs 1935 tarihinde kabul edilen kanunla kaldırıldı. Sanırım 29 Ekim’in yeterli olduğu düşünüldü. Ne yazık cumhuriyeti kuranlar, cumhuriyetin kaynaklarını kurutmuştur.

Abide-i Hürriyet’e hürriyeti geri getirme, kilidini açma ve içinde hürriyet için can vermiş yatanların hepsini azat etme borcumuz var. Ermeni, Rum, Türk, Arnavut her milletten devrimcinin koyun koyuna yattığı enternasyonal bir anıtımızdır. Özgürlük bu topraklara yeniden döndüğünde, belki “Hürriyet”i de azat ederiz. Gericilikle mücadele ederken baş vermiş, baş almış en eski yoldaşlarımızı anarız, bayram yaparız.

***

Okurlarımız burada adı geçen kitapları önemsiyorlar biliyorum. Dört kitap var başucumda uzun zamandır. Gerçekten başucu kitaplarıdır. Doğan Avcıoğlu’nun “31 Martta Yabancı Parmağı”, Tarık Zafer Tunaya’nın “Hürriyet’in İlanı”, Zafer Toprak’ın “Türkiye’de Popülizm” ve Sacit Kutlu’nun “Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı Devleti” kitaplarından söz ediyorum. Hepsi 1908 Devrimi üzerinedir ve bambaşka bir “Hürriyet” tarif etmektedirler. Daha devrimci, daha zengin, daha sol bir hareketle karşı karşıya olduğumuz bellidir.

Atatürk’ün laik Türkiye’sinde, bugün dahi ‘Yeşil bayrak’ açılmakta, ‘Şeriat devleti İsteriz’ homurtuları yükselmektedir. Derviş Vahdeti geleneğini sürdüren bir gazetenin, mahkûm olunca Suudi Arabistan’a sığınan başyazarı ‘halk hâkimiyeti’ yerine ‘Allah hakimiyeti’ne dayanan bu ‘en müstakar ve müreffeh’ Müslüman ülkeye övgüler düzmektedir. Kimdir bu şeriat devleti isteyenler? Yakın tarihimize bakınca şeriat isteğiyle ortaya çıkan bütün hareketlerin gerisinde, emperyalizmin çirkin yüzü sırıtmaktadır. Mekke Şerifi Emir Hüseyin, gavurlukla suçladığı Türk devletine karşı 1916 yılında şeriat adına ayaklanmıştır. İngiliz belgelerinden öğrenmekteyiz ki Mekke Şerifi Hüseyin, İngiliz emperyalizminin kiralık adamıdır.” Doğan Avcıoğlu “31 Martta Yabancı Parmağı”nı anlatmaya böyle başlıyor. Başlığı “Petrol Şeriatçılığı”dır… Ne kadar tanıdık değil mi? Mekke Şerifi’nin yerinde Suudi Kralı var. İngiliz emperyalizmi bayrağı ABD’ye devretti. Bizim emperyalizm beslemesi Şerifseverlerimiz yerli yerinde. Muzaffer olmuş görünüyorlar da üstelik. Koltukları, sarayları, copları, tankları var. Ama bunlar titremelerini, korkmalarını engellemiyor. Hürriyeti gördüler, cumhuriyeti hissetiler çünkü. Ne yaparlarsa yapsınlar devrim var ucunda…

***

31 Mart’ta ayaklanan gericiler yenildiler. En sert çatışmalar bu günkü Gezi Parkı üzerinde kurulu Topçu Kışlası’nda olmuştur. İhya etmeye kalkıştılar kışlayı. Üstelik bütün kışlalara düşman olduğunu söyleyenler kalkıştı buna. Halkımız ikinci kalkışmayı da bastırdı. Mart’tan çıktık, Nisan’da ilerliyoruz. Şunun şurasında Haziran’a ne kaldı? Hürriyet’i azat ettiğimizde Haziran’da düşen çocuklarımızı da Abide-i Hürriyet’e taşırız belki. Gelenektir, aynı davaların insanları ayrı yatmamalıdır.

***

Almanya turu hızlı başladı hızlı bitti. Marx ve Engels’in yazılarından hatırladığım pek çok kentin adını otoban tabelalarında görmek tuhaf bir duygu. Sanayi toplumunun kokusu sinmiş her yana. Yol kenarında, Avrupa kaynaklı masalların hiç eskimeyen sahnesine bakıyorum adeta. Tevfik’le Avrupa’daki sol ve faşizm üzerine laflıyoruz. Aracı kullanan Cem göz ucuyla izliyor bizi. Düzen her yanda. Marx ve Engels gibi olağanüstü insanları yaratmış olmanın bunda payı var mı, tartışmalıyız. “Fikir” bir disiplin işidir nihayetinde. Ama buralarda fikir bitmiş, disiplin yerli yerinde.

Üç milyon civarında Türkiyeli var bu ülkede. “Döner” ve “kebap” tabelaları olmasa ilk bakışta varlıklarına değin hiçbir işaret yok. Tek bir Türkçe tabela görmedim uzun yolculuğum boyunca. Ama örnek, Arapça var. Şaşırtıcı, “döner” ve “kebap”la asimile olmaya karşı direniyor üç milyon insan. Bir de bağlama eşliğinde söylenen acıklı türküler ve rakı var. Biliyorum direnmemiz için yeter de artar bile.

Devrimi gözlüyor onlar da bizim gibi. Türkiye sıkışmış, Almanya’daki yoldaşlar sıkışmış, patladı patlayacak. Tek yol devrim hakikaten!