Bizim Pirayelerimiz

Yıl 1945. Nâzım içeride, dışarıdaki Piraye’ye içli şiirler yazıyor. “Düşman”ı anlatıyor Piraye’ye…“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim” diyor, “akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı.”

Yıl 2016. Nâzım gitmiş, Piraye gitmiş, kedi gitmiş, ağaç gitmiş. Güneş parlamaya devam ediyor henüz çok şükür, düşman yerli yerinde. Ve hâlâ ümide, akarsuya, meyve çağında ağaca, serpilip gelişen hayata karşı kanlı-karanlık bir savaş yürütüyor o düşman. 10 bin yıllık bir eşitlik ve özgürlük kavgasının zehirli meyvesidir bu.

Düşman güçlü evet ama bizim de inadımız var. Asıl önemlisi Pirayelerimiz var. Böyle içli şiirlerimiz, böyle yiğit kavgalarımız, böyle yıkılmayan inatlarımız varsa bilin ki onların yüzü suyu hürmetinedir…

***

Binlercesi, on binlercesi geçtiğimiz hafta sokaklara döküldü, “taciz tecavüz yasa tasarısını” geldiği yere geri gönderdi. Karanlık zihinlerde çoluk çocuğun üzerine kusulacağı zamanı bekliyor o tasarı ama kadınlar yendi bir kez o zihniyeti. Biliyorum yine yener, iyi yener.

Akademisyen Nuriye Gülmen, OHAL uyarınca elinden alınan işini geri istediği için 17 kez gözaltına alındı o sırada. Yazıya oturduğumda baktım, oturuyordu daha Kızılay’da, derdest edilmemişti. Polis ortalıkta görünmüyordu. Yılgınlık belirtileri görülmeye başladı Nuriye Gülmen’i gözaltına alanlarda. Son gözaltılarından birinde adresi sorulunca "ne ev, ne bark bıraktınız, tek adresim anıt önü" demiş polislere. Polis de ikamet adresi olarak direndiği o yeri göstermiş. Güzel. İkametimiz artık direndiğimiz yerdir.

Rastlantı bu ya, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin ölüm yıldönümüydü dün. Tahir Elçi geride müthiş iki kadın bıraktı. Kızı Nazenin, biraz buruktu doğal olarak. Yılbaşında katillerin bulunacağına ve adalete inanç belirttiğini hatırlıyorum. Dün, “Adalet yerini bulacak demek çocukluk” diyordu. Büyümüş demek arada. Acılar büyütür insanı. Haklı Nazenin, arada ümidin düşmanları saldırganlaştı, her türlü ölçüyü, izanı yıkıp attı. Ama güneş parlamaya devam ediyor çok şükür. Nazenin genç, ümidi yeşertmesi için çok zamanı var daha.

Nazenin’in annesi Türkan Elçi, sabah Enver Aysever’in Rusya’nın Sesi radyosundaki programına bağlandı. Öfkeli, berrak, kararlı ve dimdik bir kadın Türkan Hanım. "Bir oyun tezgâhlanıyor ve iki gariban halk birbirine düşürülmeye çalışılıyor. Benim hemen Türk halkına fatura çıkarmam beklendi. Bu benim asla göstermeyeceğim bir tavır“ dedi sözünün başında. Kıyasıya bir savaş ortamında herkesin vicdansızlaştığı bir dönemdi içinden geçtiğimiz. Eşinin ölümüne neden olan program hatırlandı sohbet arasında. TV izlemeyi bırakmıştı Türkan Elçi, "Oraya çıkanların büyük çoğunluğu da şarlatanlar, bazı şeylerden ders almamış insanlar. Toplum bu bir yıl içinde büyük bir kaos yaşadı. Buna rağmen oraya çıkıp şarlatanlık yapmaya çalışanları gördükçe…" dedi. Arkasını getirmekte zorlandı. Türkan Elçi’nin konuşmasında kurduğu denklem basit aslında; vicdanlar körleşirken, şarlatanlar toplanıp eğlence yapar. Bunu seyreden halkın da oyuna gelmesi, birbirine düşmesi, kan gölünde boğulması kaçınılmazdır.

Nilüfer Tatar, Ali Tatar’ın eşi. Ali Tatar, düşmanın intihara sürüklediği onurlu askerlerimizden biri. Düşmanın alçaklıklarına karşı dik durmaya çalıştı ama yalnız bırakıldı silah arkadaşları tarafından. Besleme köpek balıkları, kiralık kalemler ona ağır bir biçimde saldırdı. İntiharını haber yaparken “Daha hesap verecektin, nereye” diye manşet atabilen alçaklar zamanıydı. Şimdi darbe sanığı Nazlı Ilıcak, o köpek balıklarıyla birlikte insan avındaydı daha. Nilüfer Tatar, eşinin intihar ettiğini haber veren gazeteleri özenle saklıyor. O gazetelere her baktığında aynı soruyu soruyor: “Bir insanın hayatını hafife alan, hiçe sayan bir zihniyeti nasıl affedebilirim?” Soralım: Affetmeli miyiz? Affedecek miyiz?"

Ali Tatar’ın ağabeyi Ahmet Tatar da, Türkan Elçi’nin ardından RS FM'de Enver Aysever'in programının konuğu oldu. Kardeşinin cenazesine gelmeyen silah arkadaşlarını hatırlattı. “O gün bir duruş, direniş gösteremeyen insanlar Türk ordusunun bu hale gelmesinin en büyük sebebidir" dedi.

***

Kabataş’ta başörtülü bir kadının, Gezi direnişçilerinin taciz ve saldırısına maruz kaldığı iddiasının gündeme getirildiği günlerde “Çok ama çok acı bir öykü. Maalesef gerçek. Görüntüleri dahil pek çok şey var, savunulur tarafı olmayan bir olay” diyen İsmet Berkan'ın Hürriyet gazetesindeki işine son verildi. İsmet’le aynı sınıftanız. Hatırladığım kadarıyla bir iki yıl ara sıra uğradıktan sonra bıraktı gelmeyi. Mezun olmadı veya olamadı. O sıra 12 Eylül’ün sıcağındaydık daha. Anayasa açıklanmıştı, üniversitede öğrenci derneği kurmaya çalışıyorduk. Bin türlü dert; Valilik dilekçeyi kabul etmiyor, üniversite yer göstermiyor, polis sürekli sıkıştırıyordu. Dernek için gereken 7 kurucuyu bulmakta da zorluk çekiyorduk, öylesine bir korku iklimi. O iklimde öğrendik doğruda durmanın erdemini. Yalanı öğreten okul değil, sokak değil, hayat değil, siyasal iklim değil biliyorum. Yalan, bencil piyasa toplumu yaratıklarının doğal refleksi. Ama yararı yok yalanın gerçeği örtbas etmeye. Bir yolunu bulup çıkıyor açığa, yalanın iktidarını yerle bir ediyor eninde sonunda gerçek. Devirdi İsmet’in iktidarını da.

İsmet devrilirken koca çınarımız Fidel’imiz de devrildi, göçtü aramızdan. Müthiş, yalansız bir hayat kurmuştu kendine oysa İsmet’inkinin tersine. Bir sürü yalan adam, o yalansız hayatın arkasından Fidel’imizin üzerine kusmaya kalkıştı. Köşe yazarı Fehim Işık, eski vekiller Ufuk Uras ve Osman Özçelik, siyasal İslamcılıktan liberalliğe yeni terfi eden Levent Gültekin adını hatırladıklarım. Gerekçelerini hatırlamıyorum, vardır bir travmaları. Yalnız anladığım kadarıyla Levent Gültekin nam siyasal İslamcı “hizmetliye 100 dolar bahşiş veren” bir arkadaşıyla Küba’yı ziyaretinde fahişeleri görmüş ve Küba’da kadınların durumunun içler acısı olduğuna karar vermiş. Yazdığının ana fikri bu. Bir de Tayyip Erdoğan’la kıyaslıyor Fidel’i ve bu hokusfokusu kendi icat etti sanıyor. Çoluğa, çocuğa, kediye, köpeğe, damacanaya, şişeye tecavüz edenlerin, eşitsizliklerin, yağmanın, açlıkla terbiye edilenlerin, hapishanelere gerekçesiz tıkılanların, kadınları katletmeyi örf-adet ilan edenlerin ülkesinde popüler bir yazardır kendisi.

***

“Bursa'da havlucu Recep’e

Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan’a düşman.

Fakir köylü Hatçe kadına

ırgat Süleyman’a düşman

sana düşman, bana düşman

düşünen insana düşman.

Vatan ki bu insanların evidir

sevgilim, onlar vatana düşman....”

Sevmem toplumsal meseleleri cinsel kimlikler üzerinden konuşmayı. Bilirim sınıfsal bir yaradır bu. Kadınlar da cinsiyetlerinden bağımsız, aynı yarayı taşırlar. Ama evet üzerine bir de kendi sınıfından erkekler tarafından kanatılırlar. Bazen gelip takılır dilinin ucuna bunlara rağmen, söylemesen eksik kalır…

Ülkemizin erkek denklemidir bu. Koca koca silahlı, tanklı, bol yıldızlı adamlar, silah arkadaşlarının linç edilmesini izledikleri gibi, cenazesine katılmaya korkarlar. Başka bazıları yalana ortak olurlar çıkarları için. Gerçeğe saldırırlar ahmaklıklarından. Şimdi hepsi birer canlı cenazedir.

Ve ülkemizdeki kadın denklemidir bu. İnadın, direnişin, cesaretin güzelliğidir o kadınların yüzüne vuran. Onun için bütün şiirler kadınlara yazılır…