Basuristan tarihi

Gezi iddianamesi denilen şeyi gördünüz. Olaydan ancak beş yıl geçtikten sonra başardılar dava açmayı. “Beş benzemez”i bir araya getirdiler, bir ucunu 27 Mayıs hareketine, bir ucunu Soros’a bağladılar. İçinde darbe suçlaması var, yağma var, mezarlığa saldırı var, ateşli silahlar yasasına muhalefet var, başbakanı devirme var. Ama öldürülen çocukların hesabı yok, üstü çıplak 70 erkeğin türbanlı bacımızın üzerine gündüz vakti siymesi yok, orantısız polis şiddeti yok, Gezi parkının son kırıntılarını yok etme Vandalizm’i yok. Öyle bir belge ki elimizdeki, üzerine devletin resmi mührünü basmadan gidip bir kahvehanede okusan saçmaladığın için çay vermezler adama.

Sonuçta 11 milyon yurttaşın, Bayburt hariç 80 ilde sokakta gösterilere katıldığı, ölçüsüz AKP iktidarını protesto ettiği, sınırsız polis şiddetine direndiği bir hareketi bir-iki tutuklu, üç beş siyasi göçmenin üzerinden yargılamaya kalkışıyorlar. İddiaları saçma, davaları hukuksuz, lafları tutarsız, kurguları mantıksız.

Bunu görmedikleri varsayamayız yalnız. Peki, neden böyle? Ellerindeki malzeme bu kadar da ondan. Liyakati bütünüyle yok ettiklerinden Fethullahcı mendilcilerden öğrendikleri kadar ülke ve toplum hakkında bildikleri. Davanın avukatlarından biri “bu bir dava değil, amaçları bu dava üzerinden resmi tarih yazmak” diye özetledi durumu.

Ne tarihi yazacaklar? Tabii ki Fesli Kadir tarihi. Tıpkı iddianamesi gibi tarihleri de uyduruktur, bezdiricidir. Kaldı ki bu ucube düzeninin resmi tarihçisi olan Fesli bile pes edip, sağlık sorunları nedeniyle tarih uydurmaya süresiz ara verdiğini ilan etti. Ölçüsüz uydurmak basura yol açar!

***

Aynı şeyi Ergenekon ve Balyoz davaları ile de yapmaya çalıştılar daha önce. Devleti ölü ele geçiren Fethullahcı çete, AKP’nin desteğiyle Laik Cumhuriyetten geriye kalanı silmek için harekete geçmişti. Uydurup uydurup yazıyorlar, adına iddianame diyorlardı. “Falanca davanın iddianamesi kabul edildi” türü haberler de o dönemde moda oldu. Çünkü içinde yazılanlar hiçbir hukuk kuralına sığmayan şeylerdi. Sonra bu uydurmaları kabul eden hâkimlerin de Fethullahcı olduklarını öğrendik. Savcıları uydurup hâkimlere fırlatıyor, hâkimleri de fırlatılanları tutup dava yapıyordu. Yedi Sekiz Hasan Paşa’dan sonraki en meşhur paşamız olan Mağdur İlker Paşanın ordusunu böyle perişan ettiler.

Fakat Nakşibendi tarikatının, Nurcu kolunun, “Kirlipeçeteyiyengiller” familyasının iddianamelerle tarih yazma planı birdenbire kendi üzerine çöktü. Ortalıkta ne tarih kaldı ne iddianame. Tarih onların yazmaya çalıştığını değil, devleti ele geçiren bir organize suç şebekesinin kirli peçete yiyip, kirli don toplayarak ülkeye darbe yapmaya kalkıştığını yazacak.

***

Bir de havuz medyasında var bu cüret. Devlete atanıp bürokrat olamayan, ihale kapıp inşaata girişemeyen, okuma yazması kıt düşkünleri alıyorlar buraya. Bunlardan adı “Takvim” olanı 8 Mart’ı Abdülhamit’in çoraplarını hatırlatarak kutladı dün. Gazete, Abdülhamit için "çoraplarını eşine giydirtmekten sakınırdı" dedi.

Küçüksediğim sanılmasın, belki de Hamit’in marangozluğu dışındaki tek meziyeti budur. Kimin aklına gelir ki? Zaten sayın “meslekkaşlarımız” (“daş”lığı midem kaldırmaz) sözü edilen haberde TRT'de yayımlanan Abdülhamit dizinin görsellerini kullanmışlar ve engin tarih dizisi bilgisini habere yedirmişlerdir.

Çorap giyme mevzusu, malumunuz, Türk siyasal hayatında önemli bir ritüel. Yakın tarihte önemli bir siyasetçimizin gizli kamera görüntüleri düşmüştü ortalığa. Çorapları ayağındaydı fakat. Pratik çözüm, çıkarmazsan kimseye giydirmek zorunda kalmazsın.

Hamit de öyle mi yapıyordu bilemiyoruz. Fakat bildiklerimiz var. Mesela devrimci tarihçimiz Doğan Avcıoğlu şahane bir Abdülhamit portresi çizer “Türkiye’nin Düzeni” çalışmasında. Öncelikle Hamit, kahraman falan değil dağılmanın eşiğine getirdiği imparatorluğun 1 numaralı kompradorudur. Varlığını Batılı büyük güçlerle işbirliği yaparak, onlara hizmette kusur etmeyerek sürdürebilir ancak. Komprador bir bürokrasinin şefi olarak bir anlamı vardır zaten o varlığın. Tanzimat’ın “Batılılaşma” ortamında yetişmiştir, Sarayında Avrupai bir ortamda yaşamaktadır. Gecelerini Tarabya'da metresi Belçikalı tuhafiyeci Flora Cordier ile geçirir. Sabah çorapları giydirildikten sonra büyük bir şirketin Genel Müdürü olan İngiliz komşusu Mr. Thomson ile yarenlik eder. Borsa oyunlarına tutkundur. Galata’daki bankaların önünde görülür sık sık. Rum Bankacı Zarifi ve Ermeni borsa simsarı Assani ile dost olmuştur o sayede. Böyle böyle epey bir servet de edinmiştir. Herkes onu o da herkesi kullanmaktadır, sırrı budur.

Bugün onu her fırsatta övüp, nevzuhur bir kahramana dönüştürmeye çalışanların aklında belli ki başka bir kişilik vardır. Zamanımızın büyük kahramanına pek benzemektedir Hamit. Ya da zamanımızın kahramanı Hamit’e benzemeye çalışmaktadır. Her ne hal ise, ben olsam çorapları konunun dışında bırakmayı tercih ederdim.

***

Fesli Kedir’i geçtin, Gezi İddianamesi ile Ergenekon davası arasından ilerleyip, Takvim gazetesinden sağa döndün mü karşına Akit gazetesi çıkacak. Havuzun en yobazı ve en eğlencelisi burasıdır. Abdül Dilipak onun yazarıdır. Vaktiyle laik Toktamış Ateş ile kol kola girip Fethullah Gülen’in etrafında fır döner, türban üzerinden kendine has bir demokratlık vaaz ederdi. Hatta “liberal-sol” Şanar Yurdatapan ile birlikte çarşaf giyip gösteri yaptıkları bile vakidir. Çok şükür demokrat görünmeye ihtiyaç kalmayan günlere geldik dayandık. Hacamat, sülük, kenevir derken, dün 8 Mart’ta yürüyen kadınların fahişe olduğunu ilan etmeye vardırdı işi. Allah vere aralarında türbanlı bacılarımız olmaya!

Devletin resmi ideolojisini dillendirmektedir. Kaldı ki söyledikleri inancına uygun, ancak akla ve mantığa aykırıdır âdemin. “Ben eğitime, spora, kültüre ve aydınlanmaya karşı biriyim” demişti vakti zamanında. İnancı da eğitime, spora, kültüre ve aydınlamaya karşıdır. Fakat sorun şu ki, bunlara karşı olduğunda yazacağın tarih de tez zamanda basura yol açmaktadır. Sonu Fesli Kadir’e benzemesin!

***

Okur-yazarları bunlar olunca mecburen dizilerden öğreniyorlar tarihi. Öyle ki, Engin Altan Düzyatan adlı damat kontenjanından TRT oyuncusu “Kaptan Amerika” ile “Diriliş Ertuğrul”u kıyaslıyordu geçen gün. Tabii, tarihte “Diriliş Ertuğrul” adlı bir şahsiyet yok, aynı adlı diziyi kılıç kalkanı eşliğinde izleyen muhafazakâr vatandaşlarımız var sandığı için söylüyorum. Ertuğrul Gazi o. “Gaza” ile iştigal ederdi arkadaş. Gaza dediği çapuldur. Uygun zamanı kollayıp saldırıyorsun Bizans köylerine, ne bulduysan alıp yüz geri kaçıyorsun. Böyle böyle tutunmayı başardılar Bizans topraklarında. Bir süre sonra Bizans’ın zulmünden yılan Rumlar da katıldı aralarına. Gazi Evrenos, misal, Rum’du ama gaziydi, çapula çıkardı bu arkadaşlarla.

Peki Müslüman mıydılar. Ne gezer? Kurucu kabilede uzun süre İslam’ın izine rastlanmaz. Kahramanlarımızın adları da kanıtıdır. Ertuğrul, Orhan İslami adlar değildir. Osman ise sonradan uydurulmuş ve yakıştırılmıştır; aslı Otman’dır. Batılılar o yüzden “Ottoman Empire” derler.

Peki, bizim “Diriliş” Ertuğrul’un ne işi var Bizans topraklarında? Çünkü Moğollar kovalamıştır. Kaça kaça gelip Bizans topraklarına sığınmakta bulmuşlardır Moğol gazabından kurtuluşun yolunu. Üzerinize afiyet atalarımız düztabandırlar biraz!

Kaptan Amerika ne, alavere dalavere tarihidir, bize de pey yakışır. Hem işin içinde Orhan Bey gibi Bizans tekfurunun kızı Nilüfer’le evlenip damat kontenjanından gazaya çıkanlar da vardır.

Demem o ki, Kaptan Amerika ile Diriliş Ertuğrul’u karşılaştırıp ucuz yoldan kahramanlık yapmaya kalkışıyorsun ama görüntü Sarı Selim’den ileri gitmiyor. Çıkar dizi için kafana geçirdiğin kavuğu, tıpkı o!

***

CHP bıraksa uzaya gidecekseniz ama bu kadar olanağa rağmen toplaşıp iki satır tarih yazamıyorsunuz. Biçare İlber Ortaylı’yı önce Topkapı Sarayına memur, sonra bakanınıza danışman atayıp sildiniz tarihçilikten. Elde kaldı Fesli Kadir ile “koca ayak” Abdül Dilipak! Sonra iddianame ile tarih yazmaya kalkış…

Tarih böyledir, ele avuca sığmaz. Hep güçlüden yana meylettiğini, hep zulüm edeni yazdığını sanırsın ama öyle değildir. Bir de bakmışsın elinden kayıp gitmiş, kafana kafana iniyor sopası. Kim derdi ki Edirne’den Selanik’e sürülen gariban posta memuru Talat’ı, ordunun sıradan subaylarından yetim Yarbay Mustafa Kemal’i, Karadeniz’de boğazlanıp denize atılan Mustafa Suphi ve yoldaşlarını, gencecik üniversitesi öğrencisi Deniz Gezmiş’i yazacak diye.

İstidat tamam ama tarihin kaydedeceği hiçbir meziyetiniz, bilginiz ve sanatınız, yok. Bu durumda yapabileceğiniz tek şey uydurmak. İte kaka resmi tarih yazsanız ne olacak? Basur kadar hükmü var!