Basın basanındır

Aydın Doğan emaneti sahibine teslim etti, gitti. Kontrolündeki basın artık devletindir. Daha önce de devletindi zaten. Şu kadarını hatırlatayım; basın patronu olduğu ilk yıllarda Hürriyet gazetesinin kapısından bile geçemediği konuşuluyordu Doğan’ın. Sahibi kâğıt üzerinde o görünmesine rağmen, boyunu aşan bir dükalıktı Hürriyet. Sonra Hürriyet’i kendisine ait binasından tüpçülere satıldığı için göçen Milliyet’in yerine taşıdılar. Ancak ondan sonradır ki Hürriyet bir Doğan Medya matbuatı haline geldi. Kazandıklarını ışıklar içinde harcasın, siyasi ve tarihi ömrü böyle tamamlanmıştır.

90’lı yıllarda o kadar güçlüydü ki, başbakanları üzerinde pijamalarıyla karşılardı. Hoş, başbakanlar da kapısından ayrılmazdı hazretin. Çünkü iktidara giden yol onun malikânesinden geçiyordu. Mesut Yılmazlar, Tansu Çillerler el pençe divan dururdu önünde.

Fakat gelin görün ki ideolojisi ile örtüşen merkez sağ partiler derin bir çürümenin içindeydi. Her geçen seçimde biraz daha eriyip, zayıflıyorlardı. O erimeden yararlanarak aradan sıyrılmayı başaran Necmettin Erbakan’ın partisi ise 28 Şubat duvarına çarpmış, kaynaşıp duruyordu. Ecevit’in içinde olduğu koalisyonlar dönemi işte bu şartlarda açıldı. DSP-ANAP-MHP ortaklığı ile başladı, sonunda bir eksilerek DSP-MHP koalisyonuna dönüştü.

Ama patronlar daha sağlam, daha hızlı ve daha güvenilir bir iktidar arayışındaydı. Formülleri basitti; Ecevit’i indirecekler ve yerine mutemet bir adamlarını geçirerek yola devam edeceklerdi. DSP içindeki sağlam adam Ecevit’in sağ kolu Hüsamettin Özkan’dı. Özkan, Aydın Doğan’a da yakını olduğundan TÜSİAD ve generaller bu formüle sıcak bakıyorlardı. Fakat Ecevit’in koltuğu Özkan’a bırakmakta ayak sürüyeceği çabuk anlaşıldı. Karı-koca Ecevitler kendilerine karşı düzenlenen komployu çabuk anlamıştı. Tez zamanda Hüsamettin Özkan’ı etkisiz hale getirdiler.

Özkan düşürülünce, Ecevit’e ve partisine karşı büyük bir Doğan Medya kampanyası başlatıldı. Hasan Cemal yurt gezisine çıkmıştı kampanya için. En acımasız yazılar ise Emin Çölaşan’ın kaleminden çıkıyordu. Doğan gazetelerinin kaleminden kan damlayan ünlü yazarları Ecevit'in çok hasta olduğunu, belden aşağısının tutmadığını, tırnaklarını kesemediğini, konuşamadığını, yürüyemediğini yazıyorlardı. Ecevit gitse yerine Hüsamettin Özkan gelse her şey yoluna girecekti. Sonunda baskılara dayanamayıp hastaneye kaldırdılar Ecevit’i. Başbakan “Başkent” Hastanesinde bir süre yattı. Abluka altındaydı odası, kimseyle görüşmesine izin verilmiyordu. Yatması uzayınca, iktidar partisinin yetkilileri başbakanın hastanede rehin tutulduğunu fısıldadı basına. Ve Türkiye tarihinde ilk kez bir başbakan hastaneden kaçtı!

Ecevit, hastaneden kaçtıktan sonra da tüm baskılara rağmen istifa etmeyip görevine devam etti. Doğan merkezli vezir düşürme operasyonu başarısız olmuş görünüyordu. Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan partiden istifa etti. Onu İsmail Cem ve başka vekiller izledi. İstifa edenler “Yeni Türkiye Partisi”ni kurdu. İktidar partisi iktidardayken bölünmüştü. Koalisyon ortağı Devlet Bahçeli erken seçim istedi. 3 Kasım 2002'de yapılan seçimlerde Ecevit'in DSP'si baraj altında kaldı. Yeni Türkiye Partisi, Kemal Derviş’in son dakika manevrasıyla CHP’ye geçmesi üzerine ortada kaldı. Silinip gitti. Tayyip Erdoğan’ın AKP’si o seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Yani AKP iktidarı bir Aydın Doğan operasyonunun sonucuydu.

soL’da Ali Ufuk Arıkan’ın Aydın Doğan’ı uğurlama yazısına bir daha bakmanızı öneririm. AKP’nin gelişini bir sosyal patlama, bir sosyal devrim olarak sunmuşlar, büyük tezahüratlar yapmışlardır.

***

Bir sonraki oyunda hedef, Kemal Kılıçdaroğlu’nu İstanbul’a atamaktır. Fakat Kılıçdaroğlu evinin yolunu bulamayacak kadar İstanbul’a yabancıdır. Zaten oy kullanmayı bile beceremediği seçimi kazanmasının imkânı yoktur. Kılıçdaroğlu’nu İstanbul’a atayamamış fakat CHP’nin başına atamayı başarmıştır. Hızlı yükselişinde Aydın Doğan ve matbuatının büyük rolü vardır.

Doğan bunlarla meşgulken Tayyip Erdoğan kontrolden çıkmaya, sağa sola zarar vermeye başlamıştı. Onu Cemaatle frenleme çabalarının sonucu malum. Ama açık olan şu ki Tayyip Erdoğan’ı desteklemeleri kadar Cemaate destek sunmaları da çok doğaldı onlar için. Hatta bir ara kavga çıkınca Cemaatin kazanacağı zehabına bile kapıldılar. Sonuç hüsran oldu.

Bunun üzerine yeni bir operasyona kalkıştılar. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’yi o güne kadar adı sanı duyulmamış Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermeye ikna ettiler. CHP tabanının gericiliği tescilli bu unsura oy vermekte tereddüt edeceği çok belliydi. Bu yönde bir soru üzerine Kılıçdaroğlu “tıpış tıpış verirler” demişti.

Aydın Doğan ve temsil ettiği güçler Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yaparak kurtulacaklarını sanıyorlardı. Ekmeleddin’in aday gösterilmesi aslında Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçtirme hamlesiydi. Öyle de oldu. Fakat Tayyip Erdoğan’ın yeni koltuğunda da boş durmayacağı anlaşıldı. O Abdullah Gül’ün kumaşından değildi. Nerede olursa olsun ipleri hep elinde tutmak istiyordu.

***

Son yerel seçimlerde İstanbul adayı Mustafa Sarıgül’dü. Bu çok yıpranmış ismi sırf Aydın Doğan’ın adamı olduğu için, matbuatından destek alır diye aday yaptılar. Oy verirken CHP’liler bile ayak sürüdü. Sonuç yine hüsran oldu.

***

28 Şubat muhtırasında da matbuatı aracılığıyla dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’ı terbiye etmeye kalkışmıştı. Zamanın etkili generali Çevik Bir, İsrail’le içli dışlıydı. İsrail ise Erbakan’ın “kontrolsüz” davranışlarından çok rahatsızdı. Muhtıra ile kanırttılar, Erbakan’ı doğrudan aleyhine olan pek çok kararı imzalamaya zorladılar. Bir iki psikolojik harp operasyonu geldi ardından. Bir zavallı tarikatçı yobazı yatak odasında basarak güya irticayla mücadele başlattılar. O sırada basında da büyük bir temizliğe giriştiler. “Büyük” demem zamanın ölçülerine göre. Benim de aralarında olduğum 7-8 gazeteci hakkında gazete patronlarına yazı yazdılar. İşsiz olanlar bir daha iş bulamadı, işi olanlar kovuldu. Şu kadarını söyleyeyim, o zamanın mağdur gazetecileri arasında bir tek İslamcı yoktur.

Bir parantez açayım: Hürriyet’in operasyon için attığı 28 Şubat manşetlerinden biri Fethulllah Gülen’in “Beceremediniz, bırakın” sözüdür. Gülen, Erbakan’a karşı askerlerin yanında saf tutmuştur. Sonra, Mavi Marmara girişiminde de İsrail’in yanında saf tutacak, AKP’ye cephe alacaktır. Bakmayı bilene her zaman her şey yerli yerindedir.

28 Şubat davası hâlâ sürüyor. İddia o ki Aydın Doğan o davadan dolayı kendisinin de tutuklanması riskini göze alamadığından basını bıraktı. Ama gelin görün ki Nasuhi Güngör’ün “Yenilikçi Hareket” adlı kitabında bugünkü iktidarın önde gelenlerinin de o operasyonun içinde olduğu ileri sürülmektedir. Yani önemsiz bir davadır ve bunu Doğan’ın bilmemesi mümkün değildir. Esası başkadır; Emrederler alırlar, emir gelir bırakırlar. Böyledir!

Öyle veya böyle, sonuçta emaneti bir tüpçüye bırakıp gitti. Hoş tüpçünün de emanetçi olduğunu herkes biliyor. Basın gerçekte devletleştirilmiştir ve bu işlem her şey özelleştirilirken gerçekleşmiştir.

***

Aydın Doğan basından çekildiği gün CHP koltuğuna oturmasına aracılık ettiği zat olup bitenden habersiz imamlığa soyunmuştu. Sabah, “Müslümanlıkta güncelleme olmaz, dayanağımız Kuran'dır” dedi. Öğle tüm İslam âleminin Regaip Kandilini kutladı. İkindide birlikte basın toplantısı yaptığı Alman Büyükelçi’yi “Afrin’e işgal diyemezsiniz” diye haşladı. Akşam, "İslami kurallara uymayan bir ülkeyiz biz” diye yakındı. Yatsıda "CHP dinsiz partidir diyorlar, doğru değil” diyerek nedamet getirdi. Dediklerine göre rüyasında da “Hukukçuların üzerinde mutabık kaldıkları gibi ilk evrensel insan hakları beyannamesi Veda Hutbesidir” diye sayıklıyordu. Baktım, hukukçuların böyle bir mutabakatı yok. Sadece AKP’li komisyon başkanının bu yönde bir beyanı var. Bir önceki gün Diyanet İşleri Başkanı’nı Çanakkale anmalarında Mustafa Kemal’in ruhuna fatiha okumamakla eleştiriyordu. Sanki içine Aydın Doğan kaçmıştır.

Önemsiyor değiliz; emrederler otururlar, emir gelir kalkarlar. Böyledir!

***

Bu tuhaf, tepetaklak ilişkinin esası şu: Bizde devlet doğrudan patronun devletidir. Yoksuldan alır zengine verir. Böylece patronlar Batıdaki sınıfdaşları gibi işçiyi, emekçiyi soymak için ekstra çabalara girişmekten kurtulur. Devletle ilişkiyi sıkı tuttun mu gelsin ihaleler, vergi indirimleri, teşvikler, destekler, kâr garantili işler. Yani devlet patronlara, patronlar devlete doğrudan göbeğinden bağlıdır bu topraklarda. Bizde “son tahlilde” yoktur, “işin başında” vardır. O yüzden çabuk zenginleşirler ama servetleri de çabuk el değiştirir. Baksanıza Özal’ın prenslerinden hiçbiri kaldı mı ortalıkta? Aydın Doğan dünkü ilişkilerin cambazıydı. Şimdi yeni ilişkiler ve yeni cambazlar var. Sermaye kiminse düdüğü çalan odur. Öyleyse basın basanındır!

Ama yavaş ilerlese de evrim inkâr edilemez. Süleyman Demirel’i Tayyip Erdoğan’a, Bülent Ecevit’i Kemal Kılıçdaroğlu’na, Aydın Doğan’ı “Koyarım Cengiz”e dönüştüren bir evrimdir bu. Deniz bitiyor bir başka deyişle. Yeni bir dönemin ve yeni bir hayatın doğum sancılarıdır duyduklarınız…