Aydın çığlığı

Osman Çutsay’ın soL’daki dünkü “çığlığını” okudunuz mu bilemem. Osman Avrupa’daki solculuğumuza ve Avrupa’nın solculuğuna bakıp çığlık atıyor. Büyük ölçüde gerici bir güruhtur ve ışıksız bir okuryazar topluluğudur. Işıksız aydın olur mu?

Başına gelen talihsizlik, “pek solcu” bir vakfın düzenlediği kirli oyunların kuklasına dönüşmüş “demokrat militanların” bir toplantısına tanık olmaktır. Toplantıda, doğal olarak, Türkiye’nin tüm ilerici mücadele tarihi anomali ilan edilmiştir. Osman utanıp toplantıyı terk etmiştir; “kusabilmek için yazıyorum. Ruhumu kurtarmaya çalışıyorum belki de” diye başlıyor. Utanç verici bir aydın tarihinin ortasındayız. Emperyalist merkezlerde aydınlarımızı ideolojik fabrikalarında biçimlendirip, birer demokrasi militanına dönüştürüyorlar. Esası sola, sosyalizme, cumhuriyete düşmanlıktır.   

Henüz bitiremediğimiz uzun seçimde TKP listesinden Dersim adayı Fatih Mehmet Maçoğlu hakkında söylediklerini bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Bu taifenin TKP düşmanlığını zaten biliyoruz, demokrasi militanlığının alamet-i farikasıdır. Emperyalist mahfillerle sıkı ilişki, demokrasicilik ve kronik antikomünizm aydının kendi üzerine çökme halidir.

Çok mu önemli? Önemi aydınlığımızın çok az olmasında veya çok az kalmasındadır. 12 Eylül aydın cephaneliğimizi kitleler halinde telef etti ve gericilik dönemi o yoksulluğun üzerinde gelişti. Travmayı atlatabilmiş değiliz, azız ve az ışıkta bir kavgayı sürdürüyoruz.

Yalçın Küçük “Aydın Üzerine Tezler”de geliştirmişti, Cumhuriyet büyük bir aydın kıtlığının üzerine gelmiştir. Biz, aydınlarımızın çoğunu esasında bir “yedek subay” savaşı olan Çanakkale Savaşında kaybettik. Geride kalanlar ise tutucu, ürkek ve emperyalist merkezlerin sempatizanı olarak hizalandılar.

Haliyle devrim tarihimizin en aydınlık dönemi aydın tarihimizin en karanlık dönemindedir. Örnekleri çok. Düşmana ilk kurşunu sıktığı için kahraman ilan edilen gazeteci Hasan Tahsin, Ali Kemal ve Satvet Lütfi gibi İngiliz yanlısı işbirlikçilerle birlikte “Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti”ni kurmuştu İzmir’de. Hasan Tahsin gazetesinde şöyle yazıyordu: “Bizi yenen devletleri kızdırmamak, gücendirmemek ve bir olay çıkarmamak gerekir. Ancak bu sayede Anadolu’yu elimizde tutma olanağı vardır.” İngiltere, Fransa ve Amerika demokrasinin beşiğidir, insanlığı, eşitliği savunan güçlerdir. Haksızlık yapmaları mümkün değildir, öyle inanıyordu.

Hasan Tahsin’in görüşünü padişahla birlikte anlı şanlı paşalar da, halk da paylaşmaktadır. “Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl” bir özlü söze dönüşmüştür. Doğan Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi”nde şöyle devam eder: “Bu anlayışta olan yalnız halk değildi, özellikle seçkin denilen insanlar bile böyle düşünüyordu. Öyleyse, kurtuluş yolu varken iki şey söz konusu olmayacaktı. İlkin, İtilaf Devletleri’ne karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti, sonra da Padişah ve Halife’ye canla başla bağlı kalmak temel koşul olacaktı.” Öyle ki, bu karanlık ruh halini ancak İzmir’in işgalinin yarattığı şok dalgası ortadan kaldırabilecekti.

Bizim aydın tayfamız Batıcı ve mandacıdır oldum olası. İngiliz’e, Fransız’a, Amerikan’a hayrandır. Hatta aralarında manda altında daha bağımsız olunacağına inananlar çoğunluktadır. Bu, Avcıoğlu’nun deyişiyle “Tanzimat Batıcıları”nın bağımsızlık anlayışıdır. Altında, Rus ve Kavalalı Mehmet Ali korkusundan bizi ancak İngiltere’nin kurtarabileceğine olan derin inanç vardır. Mehmet Ali’yi durdurma kaygısıyla 1838 Ticaret Anlaşmasını kabul ettiler ve böylece ülke İngiltere’ye teslim oldu. Sömürgeleştik. Fakat “Tanzimat Batılılaşmacıları”na sorulacak olunursa ülke kalkınıyor, Batılılaşıyordu.

Çağdaş versiyonunda gericilik ve komünizm korkusu var. 12 Eylül 2010’da Batılıların yerli işbirlikçileri olan gericiliği şiddetle desteklediler. Sonra gerici hizipler birbiriyle tepişirken altta kalıp ezildiler. Ayakta kalanlar koşup Batıya sığındı. Batılıların kendilerini gericiliğin gazabından kurtaracağını umuyorlar şimdi. Halbuki bizim gericiliğimiz Batının gericiliğinin basit bir yansımasından ibaret.

Osman’ın Avrupa’nın ortasında tanık olduğu şey, bu tarihin bir uzantısı olan modern mandacılığımızdır. Utanç vericidir. Ruhunu kurtarmak isteyenin bunlara bakıp kusması kaçınılmazdır.

***

Ateşi ve ihaneti gördük.

Ve kanlı bankerler pazarında

                            memleketi Alaman'a satanlar,

yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar

düştüler can kaygusuna

ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından

karanlığa karışarak basıp gittiler.

Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,

en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,

                  dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,

                                        iki kat soyulmamak için.

En büyük aydınımız Nazım Hikmet böyle resmediyordu geçen yüzyılın başındaki tabloyu. Ateş, düşmanın marifetiydi, ihanet ise büyük ölçüde aydın işidir.

En büyük aydınımızı anlatan en iyi eser ise bence “Nazım Oratoryosu”dur ve bir başka büyük aydınımız Fazıl Say’ın üretimidir. Fakat Fazıl Say, birdenbire aydın olmaktan vazgeçti ve “dünyaca ünlü” kalmayı seçti. Neden, ne için bilmiyoruz. Bildiğimiz "uzlaşı kapısının aralandığını” hissetmiş olduğu. Herhalde bir vahiy almıştır. Hissinin peşinden gitti ve uzlaştı. Konserleri ile ilgili “ambargoyu” kaldırdılar karşılığında, bir de 29 Ekim'le ilgili bir beste siparişi verdiler. Başarabilirse 29 Ekim'de bizzat icra edecek. Cumhuriyeti yıkanların açtığı kapıdan girmenin getirisidir. Cumhuriyet’in kuruluş yıldönümü 29 Ekim. Herhalde ortaya katastrofik bir eser çıkacak…

***

Ülke derin bir iktisadi ve siyasi krizin içinde. Zifiri bir karanlığın içine düştük hep birlikte. Zincirlerini koparmış bir gericilik var ama onun karşısına dikilen üniversite yok, baro yok, sendika yok, aydın hareketi yok. Her günün sabahına bir ihanet hikayesiyle uyanıyoruz. Aydınlarımız bir müteahhit gazetesinin önünde sıraya girdiler itirafta bulunmak için. İtiraf etmek suretiyle aydınlıklarından soyunuyorlar ve karanlığın kucağına atıyorlar kendilerini.

“Ateşi ve ihaneti gördük

ve yanan gözlerimizle durduk

                           bu dünyanın üzerinde…”

Aydın karanlığı hoş görmez. Aydın karanlıkla uzlaşmaz. Karanlığı hoş gören, karanlıkla uzlaşan aydın karanlığa karışır.

Bu da Osman’ın çığlığının yanına iliştirilmiş Orhan çığlığı. Sözümüz var, bu karanlığı bu ihanete rağmen dağıtacağız….