Orhan Gökdemir

Artık savaş çıplak bir sınıf teröründen ibarettir. Ayağa kalkmayan, örgütlenmeyen işçi sınıfı bu azgın terörle yüzleşecektir. Demek ki korkudan kurtulmaya, devrimin ateşini harlamaya, sosyalizmde ısrara ihtiyacımız var. 

Avrupa Birliği’ni dağıtma planı

Orhan Gökdemir

Geçen yüzyıl iki “Dünya Savaşı”na tanıklık etti. İlkinde İngiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan ve ABD’den oluşan “itilaf”cılar, Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan'dan oluşan “ittifak”çılarla savaştı. İkinciler kaybetti. İkincisinde Sovyetler Birliği, İngiltere, ABD, Çin ve Fransa’dan oluşan “müttefikler”, Almanya, İtalya ve Japonya’dan oluşan “mihverlere” karşı savaştı. “Dünya” denilmesine bakmayın, aslında ikisi de Avrupa iç savaşıdır. İngiltere’nin iki savaşta da kıtanın karşısında yer alması rastlantı değildir. Ada ile kıta arasında öteden beri bir kan uyuşmazlığı var. Rusya’yı da esas oyuncular arasında sayabiliriz; her iki savaşta da Almanya’nın veya aynı anlama gelmek üzere kıtanın karşısındadır. Bunu da İngiltere’nin pozisyonu gibi rastlantı sayamayız. Birbirini takip eden tek bir savaşın cepheleridir. 

Birinci savaşı sona erdirdiğine inanılan Paris Barış Antlaşmalarında barış yoktu. Galipler Versailles, Saint-Germain, Neuilly, Trianon ve Sevr anlaşmaları ile mağlupları bir daha ayağa kalkamayacak duruma düşürmeyi amaçlıyordu. Mağlupları imza için Paris’e çağırdılar. Almanya Versaille’da, Avusturya Saint Germain’de, Bulgaristan Neuilly’de, Macaristan Trianon’da imzaladı. Osmanlı yıkılmıştı. Bu “barış”tan sadece o yıkıntıda ayakta kalmayı başaran ve Sevr’e uymayı reddeden genç Türkiye Cumhuriyeti sıyrılabildi. 

Barışsız barış anlaşmaları savaşlardan ikincisinin fitilini tutuşturmuştur, özeti budur. Bu antlaşmalar nedeniyle Avrupa’da son derece “şoven, irredantist, rövanşist” rejimler oluştu. Öyle ki Hitler’i Almanya’da iktidara taşıyan Versailles antlaşmasının ta kendisiydi. 

Arada bir “Sovyet parantezine” ihtiyaç var. Sovyetler Birliği, birinci savaşın sonucu ve ikincisinin ana aktörüydü. Arada Komünizm korkusu Avrupa’da faşizm şeklinde ete kemiğe bürünmüştü. Almanya bu korkuya dayanarak Avrupa’yı fiilen birleştirdi. Faşizm ilk Avrupa Birliği girişimidir. İngiltere yine dışında kalmıştı ve Rusya yine karşısındaydı. Dünya savaşlarından ikincisi bir Birleşmiş Avrupa-Sovyetler Birliği savaşıdır. İngiltere ve ABD faşizme karşı savaşta “yardımcı kuvvetler” rolünü üstlendiler. Hitler’in onlar için alanı düzleyeceğini umuyorlardı ancak Sovyetler Birliği büyük bedeller ödeyerek Birleşmiş Faşist Avrupa’yı yendi. 

Tabii “yendi” yerine “durdurdu” demek daha doğrudur. Faşizm, Avrupa’da ABD desteğiyle ayakta kalmayı başardı, soğuk savaş kılığında terör estirmeye devam etti. 

***

Burada bir tekrara ihtiyaç var; Avrupa devrim tarihimizin beşiği evet ama aynı zamanda karşıdevrimin ve gericiliğin de beşiği. Jakobenizmden Faşizme evrilen bir tarihin içindeyiz hâlâ. Burjuvazi, ilkinde, eski rejimin egemen sınıflarına karşı bir terör rejimi kurdu, kapıyı dönüşlerine kapatmak istiyordu; “Jakoben Terörü”dür. İkincisi, üzerine gelen yeni düzene kapıyı kapatmayı hedefliyordu, “Faşizm” diyoruz. İlki kapıyı geçmişe, ikincisi geleceğe kapatmak içindir. Jakobenizm ve Faşizm birbirinden çok ayrı görünmesine karşın aynı sınıfın terör rejimleridir. Ancak ilki devrime ikincisi karşıdevrime tekabül eder. İlkinin ilerici, ikincisinin gerici olması bundandır. 

İlk Avrupa iç savaşı 1871 Paris Komünü kalkışmasının bastırılmasından sonra Avrupa sermaye sınıfının kendini güvencede hissettiği “ayrıcalıklı çağ”ın arkasından geldi. Bu, kırk yıllık bir sermaye barışıydı. Sonra, 1914’te, birbirlerine düştüler, içinden Sovyetler Birliği çıktı. İkincisi bu çıkıntıyı engelleme çabasının ürünü oldu. Faşist terör, Jakoben Terör ile ortaya çıkan yeni insanı kapatmak içindir. 

Yurttaştan ırka böyle ulaşıyoruz. Bir 19. yüzyıl düşünürü olan Kont Joseph Arthur de Gobineau bir Fransız soylusuydu. Fransız Devrimi’nin ateşi harlıydı, soyluların onurunu kırmıştı devrim; yoksullaşmışlar, alt sınıflara yaklaşmışlardı. O da sınıfının kırılan onurunu, soyluluğu yücelterek onarmaya girişti. “İnsan Irklarının Eşitsizliği Üstüne Bir Deneme” adlı kitabını işte bu ruh hali içinde yazdı. Cermenler ve Frankların soyluluğunu övdü. Sonra giderek beyaz ırkın renkli ırklara üstün olduğu kanısına vardı. “Beyaz adam” tam da renkli ırkları boyunduruk altına almak için dünyanın en yoksul bölgelerine sefere çıkmışken, onların cephaneliğine yeni mermiler yüklüyordu düşünürümüz. Irk, dünyanın odağıydı. Üstün ırklar üstünlüklerinin bilincine varmak için öteki ırkları ezmeliydi. Kapitalizm ve kolonicilik öncesinde ırk bilinciyle karşılaşmayız. Irkçılık 18. yüzyılda ortaya çıkmış 19. yüzyılda Avrupalı bir bakışa dönüştürülmüştür. 

Nedeni devrim korkusudur. Avrupa, Aydınlanmadan ve ondan feyz alan Fransız Devriminden ürkmüş, güvenli sığınağı Hıristiyanlıkta ve Romantizmde bulmuştu. Kendi geçmişini artık beyaz adamın ayak izlerinde arıyordu. Gobineau’nun bu zehirli fikirleri önce Almanya’da karşılık buldu. Almanya’nın pek çok bölgesinde “Gobineau Derneği”nin şubeleri açıldı. Nazizm o derneklerde filizlendi. Almanya ile Gobineau’nun ruh halleri birbirlerine çok benziyordu. Almanya Avrupa’nın geç kalmış çocuğuydu. Kültürü Fransız kültürünün tasallutu altındaydı. Fransız tarihinin göz alıcı ışıltısı, kırsal Almanya’yı görünmez kılıyordu. Buna ilk tepki Alman kültürünün ve ırkının yüceltilmesi eğilimi oldu. Avrupa’nın ari ırkı Almanlardı, bu durumda Alman ırkının saflığı korunmalıydı. 

Irkçılık ile faşizm arasındaki bağ budur. Nazizm, 19. yüzyılda “beyaz ırk” kumkuması üzerine kurulan Avrupalılık fikriyatının öz evlatlarından biridir. Ondan beslendi ve giderek onun üzerinde tahakküm kurmaya kalkıştı. Sonunda Avrupa’yı bir ırk telakkisi ile birleştirmeye yeltendi. Faşizmi Avrupasız düşünemeyiz.

***

Fakat bu denli yaygın bir terörün savaş dışında da etkileri olur. Özellikle savaşlardan ikincisinde büyük korku salmıştır. Korku, sosyalizmden vazgeçilmesine, yerine “barış içinde bir arada yaşama” ve “demokrasi savaşı”nın ikame edilmesine neden olmuştur. Faşizmle birlikte sosyalizm gelişmiş kapitalist ülkelerde sendikaların, aydınların ve komünist partilerin gündeminden fiilen çıkmıştır. Faşist terör, böylece, komünizm tehdidini engellemiştir. Haliyle Batının korkuyu diri tutmaya, faşist terörü körüklemeye ihtiyacı var. Terör korkuyu diri tutmak içindir. 

Demek ki faşizmi kapitalizmde bir “sapma” olarak ele alamayız. Sapma demokrasidir ve şimdi ömrünün çok kısa olduğunu fark ediyoruz. Korku ve vazgeçme varsa faşist teröre ihtiyaç azalıyor, demokrasi halidir. Devrim kelebeği uçmaya başladığında terörü harlamak şarttır. Buradayız.

***

Üçüncü savaşın işaretleri yine Avrupa-Rusya savaşı olarak ortaya çıktı. Ukrayna’nın rolü burada Avrupa’nın vekili olmaktan ibarettir. Vekilin, savaşta, Nazizm’in sloganları ve sembolleri ile arzı endam etmesi de doğasına uygundur. Emperyalizm çağında savaş faşist terörden ibarettir. Yoksulluk ve eşitsizlik arttıkça faşizm de sıradanlaşmaktadır çünkü. Hitler adlı “psikopatın” Almanları kandırmak için kullandığı bir ideoloji olmaktan çıkıp günlük hayata sinmiş, olağanlaşmış bir bakış açısına dönüşmektedir. Esası ideolojik bombardımanla kalabalıkları karşıdevrim yanında saf tutmaya ikna etmekten ibarettir. 

***

Avrupa’nın her birleşme girişimi bizim için bir felaketle sonuçlandı. 1907’de İran’ı, 1908’de Osmanlıyı paylaşmak için Reval’de kafa kafaya verdiler, gizli anlaşmalar yaptılar. 1917’de Rusya’da iktidarı alan komünistler o anlaşmaları açıklayınca öğrendiler emperyalistlerce kendilerine biçilen donu. 1820 ile 1920 arasındaki yüzyıl, Birleşmiş Avrupa’nın Osmanlı ve İran’ın parçalayıp paylaşma mücadelelerinin tarihidir. Yıktılar ve parçaladılar. Türkiye Cumhuriyeti ve İran İslam Cumhuriyeti bu tarihin küçülmüş bakiyeleridir. 
Peki, direnmek için elimizde ne var? Sadece devrim. Rıza Şah dönemi modernleşmesini kastederek söylüyorum İran’ı ve Cumhuriyet Türkiye’sini emperyalist saldırılara karşı ayakta tutan devrimleridir. İki halk devrimine tutunmuş ve yok olmamayı başarmışlardır. 

Ancak 200 küsur yıl sonra Türkiye ve İran’ın bu sınır savaşının hedefleri olmaya devam ettiğini söylemekte bir sakınca yoktur. Dün İran’a saldırdılar ve tabiri caizse aşağıladılar. Türkiye, maceracı yöneticilerinin elinde sıranın kendisine gelmesini bekliyor. Geçen yüzyıla göre daha savunmasız olduklarını biliyoruz, çünkü devrimlerine arkalarını dönmüşlerdir. 

***

Clara Zetkin, 1923’te, faşizm için “faşizm Rusya’da başlatılmış devrimi devam ettiremediği için proletaryanın çekmek zorunda kaldığı bir cezadır” diyordu. En “efrâdını câmi ağyârını mâni” faşizm tanımımızdır. Faşist terör devrimden vazgeçmenin faturasıdır. 

Artık savaş çıplak bir sınıf teröründen ibarettir. Ayağa kalkmayan, örgütlenmeyen işçi sınıfı bu azgın terörle yüzleşecektir. Demek ki korkudan kurtulmaya, devrimin ateşini harlamaya, sosyalizmde ısrara ihtiyacımız var. 

Terör yine kapımızı çalıyor. Öyleyse bu “birliği” dağıtacağız, başka yolu yok!