Asr-ı Saadet

Asr, devir, çağ demek. Saadet, malumunuz, mutluluk anlamına geliyor. Rivayet o ki, peygamber “insanların en hayırlısı benim asrımda yaşayanlardır” buyurmuş. Buyruk uyarınca Milattan Sonra 7. yüzyıl Arabistan’ı bir kayıp cennet olarak anılmaktadır, asr-ı saadettir.

Nedir asrın özelliği? Kölecilikten, kabile toplumundan feodalizme geçiş. Kurallar, ölçekler değişmektedir. Köleciliğe sınır getirilmiştir, kadınlar alınıp satılan bir mal olmaktan cariyeliğe, çok eşliliğe evirilmişlerdir. Kabile devlete dönüşmeye başlamıştır.

Fakat nihayetinde her şey o asırlarda Arap çölünde nasıl olabilirse öyledir. Turan Dursun ödüllü ilahiyatçı Arif Tekin’in “Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed’in Ölümü” adlı kitabına bakın, asrın saadetinin nasıl bir şey olduğunu hemen anlayacaksınız. Özetleyeyim; saadetin sebebi olarak gösterilen peygamber iktidar hırsı yüzünden kendi yakın çevresi tarafından defalarca suikasta uğramış, öldürülmüş, cinayete kurban gitmiştir. Hayber’de zehirlenmiş, Tebük’te suikasta uğramış, girişimler veda haccı dönüşünde tekrarlanmış, hasta yatağındayken ilaç yerine zehir verilmiştir. Öldüğünde cesedi günlerce ortalıkta kalmış, sonunda insafa gelen bir avuç Müslüman tarafından lütfen toprağa verilmiştir. O sırada en yakınları çardak altında toplanıp mirasın nasıl paylaşılacağını müzakere etmektedirler.

Arkasından gelen halifelerden de eceliyle, yatağında ölen yoktur. Ebubekir cinayete kurban gitmiş, Osman Müslümanlar tarafından linç edilmiştir. Ali ve Ömer de benzer bir akıbeti paylaşmıştır. Neden? Çünkü ortaya paylaşılacak yeni bir iktidar odağı ve el değiştirecek yeni servetler çıkmıştır. Nihayetinde din savaşı gibi görünen ne varsa hepsi maddi paylaşım savaşıdır. Varsa bir saadet, o paylaşımdan en büyük payı alanlarındır.

***

Peki, bu tarihte saadet hiç yok mu? Olmaz olur mu?

Muhammed'in vefatından sonra, İslam dünyasını seçimle gelen devlet başkanları yönetti. Daha Halife Ömer zamanında Müslümanlar arasında hızlı bir zenginleşme ve lüks bir yaşam göze çarpıyordu. Ömer’in bir suikasta kurban gitmesinin ardından koltuğu devralan Osman, peygamberin düşmanı Emevi kabilesindendi. İslam’a en çok direnenler böylece İslam dünyasının muktediri oldular.

Halife Ali’yi öldürerek iktidar koltuğuna oturan katip Muaviye, halifeliğini tanımayanları sert bir biçimde bastırdı ve iç karışıklıklara son verdi. Halifeliği askeri birlikler tarafından ilan edilmişti; böylece ismen var olan bu kurumu yeniden bir kurum haline getirdi. Ardından yeni fetihlere girişti. Bu, devlettir. Halifelik merkezini Mekke’den Şam’a taşıdığını biliyoruz; pek çok mabet yaptırdığını da. Başkent değişmişse, din de değişmiştir diyebiliriz. Mekke karşısında Şam, iktidarın artık dinden değil, güçten geldiğinin işaretiydi. Nitekim Muaviye’nin ölümünün ardından çıkan iç karışıklıklar sırasında Yezid’in birlikleri Mekke’yi kuşatarak mancınıklarla taşa tuttu. Hacer-i Esved isabet alarak parçalandı: Kâbe yıkıldı.

Emeviler dine yaslanarak bir Arap devleti kurdular. İktidar alanlarını genişletmeyi İslam kurallarını yerine getirmekle özdeşleştirmişlerdi. Dini kurallara pek uymadıklarını ve pek az Müslüman göründüklerini biliyoruz. Dönemlerinde saadet vardır ama din yoktur

Sonra peygamberin amcası Abbas Bin Abdülmuttalip'in soyundan gelen Abbasiler, Emevi yönetimine karşı ayaklanarak 750'de halifeliği ve iktidarı ele geçirdiler. Emevi şeflerinden seksen tanesi bir ziyafet bahanesiyle bir araya getirilip öldürüldü. Bu tarihten başlayarak Abbasiler 1258'e kadar İslam dünyasının büyük bölümüne egemen oldu.

Abbasi Devleti, Harun Reşid döneminde en geniş sınırlarına ulaştı. Harun Reşid, Binbir Gece Masallarına konu olan görkemli saltanatını Bermeki ailesine borçluydu. Bu aileden Bermeki Yahya ve iki oğlu, vezir olarak Abbasi Devleti’ni 17 yıl boyunca fiilen yönetti. Yahya, içkiyi ve âlemi çok severdi. Yedi karısı, birçok cariyesi, onbir oğlu ve onyedi kızı vardı. Cömertti, şiiri severdi, şairlere paralar dağıtırdı. Dönemi İslam’ın lale devriydi. Abbasilerin son döneminde Türkler, devletin silahlı kuvvetlerinde Arapların yerini almaya başlamıştı. Halifelik, din, iktidar, her şey artık onların kontrolündeydi. Kendi iktidarlarıyla, dinin iktidarını birleştirdiler. Hangisinin daha dünyevi olduğu hala tartışmalıdır. Özetle Abbasi döneminde de saadet bol ve fakat din pek azdır.

Dine dayanarak devlet oldular, önlerine çıkan bütün toprakları yağmaladılar ve serveti çoğalttılar. Böylece saraylarında müthiş bir saadet ortaya çıktı. Dini hiçbir kurala aldırmaksızın, sınırsız sorumsuz bir varsıl hayatı sürdüler.

Kısa İslam tarihidir. Böyledir, saadet varsıllar için, şeriat yoksul kalabalıklar içindir.

***

Döndük başa. Din çoğalıp ahlak azaldıkça kayıp asr-ı saadet dönemine özlem artıyor İslamcılar arasında. Selefiler bu krizden kurtulmanın, dini aslına döndürmenin yolunun asr-ı saadete dönmek olduğuna inanıyor mesela. Muhammed’in ölümünden sonra geçen 1300 yılı aşkın tarih onlara sorulursa bir yozlaşmadan ibaret. Bazı İslamcılar toleranslı, saadet dönemini dört halife devrine uzatıyor. Bir de bizim antikapitalist Müslümanlar var. Onlar için de İslam’ın mutluluk çağı 632’de nihayete eriyor. Sonra? Sonrası İslam’dan uzaklaşma, dinden çıkma devri.

Hâlbuki her şey gibi inançlar da evrime uğruyor, değişiyor, dönüşüyor. Arap çölünden esinini alan inanç Bağdat’a, Şam’a ulaştığında oradaki eski inanç sahiplerinin süzgecinden geçiyor, yeniden yorumlanıyor, şehre uyarlanıyor. Yeni yollar, tarikler ortaya çıkıyor böylece, Sufilik boy veriyor. Bir köy büyüklüğündeki Mekke’nin, Medine’nin inancı şehirli bir hal alıyor, başka asırlara, başka hayatlara uyum sağlamış oluyor.

Selefiler siliyor 1300 yılı. Sonra? 7. yüzyıla kesin bir geri dönüş. Başka inançtan olanları boğazla, öldür. Ezidi kadınlarını köle yap, pazara çıkar sat, tecavüz et. Ne bu? Asr-ı saadete dönüş!

***

Bizde de Selefilerin akrabaları iktidarda. Alaşağı ettikleri eski rejimden geriye kalanları paylaşıp hızla zenginleştiler. İddiaları o ki, Selefilerin hayali gerçekleşmek üzere. Yani, ülke olarak yeni bir “asr-ı saadet” döneminin içinden geçiyoruz. Din yayıldı, ahlak azaldı, toplumsal kuralların hepsi yıkıldı. Bir yanda yoksul köleler, diğer yanda şaşalı saraylar yükseliyor. Derin hazların, derin acıların yaşandığı bir cennetin ve bir cehennemin içinde bulduk kendimizi. Gördünüz dindar erkeklerin Haymana’daki havuz fantezisini. Kesmediyse, Katar’dan kalkıp konan saray taklidi uçağı hatırlatırım. Bütün bunlar olurken saadetlerinin bir abidesi olsun diye inşa ettikleri havaalanında köleliğe itiraz eden işçilerin birkaçı daha tutuklanıp hapse tıkıldı. Asr-ı saadettir.

Moraliniz bozulduysa düzelteyim. Muktedirimiz bir yol bulmuş, bu kasvetli havayı dağıtacak. Müritlerini görünce, gülümseyerek “meraba, nasıl gidiyor araba” diyor, ortam yumuşuyor.

Ne desek, ne etsek bilemedim. İnandığınız tanrınız saadetinizi arttırsın fakat bizim gördüğümüz moralinizi falan düzeltmez; Çünkü gitmiyor araba, üstelik tekerlekleri havada!