Alaturka zorba

Fıkra bu ya, Kenan Evren’e başkanlık sistemi önermişler, “ben diktatör müyüm” demiş. Fıkra gibi adamdı zaten rahmetli. Ne dediyse tersini yapardı. “Atatürkçüyüm” diye meydan meydan dolaştı, Atatürkçülüğü tepeledi. İstikrar getirdim dedi, ülke bir daha belini doğrultamadı. Bölücülüğü bitirdik dedi, ülke bölünmenin eşiğinde debelenip duruyor. Ağzını yaya yaya “anarşi ve terörün belini kıracağız” dedi, ülke uzun bir iç savaşın içinde. Laiklik dedi, laikliği bitirdi. Cumhuriyet dedi, cumhuriyeti tepeledi. Demek, meclisi, siyasi partileri, dernekleri kapatırken, gencecik çocukları ipe gönderirken, bütün karakolları kışlaları birer işkence tezgâhına dönüştürürken demokrasi getirdiğini düşünüyormuş. Diktatör işte!

Böyledir diktatörler. Yaptıklarının diktatörlük olduğunu kabul etmezler. Hatta yaptıkları onlar için “tam demokrasi”, “ileri demokrasi”dir. Arada şiddetin ve hukuksuzluğun dozu kaçmışsa bunlar kendi için değil ülkenin istikrarı ve halkın huzuru içindir.

***

Hâlbuki ortalıkta kafa karıştıracak bir tanım eksikliği yok. Sözlüğe baksan anlayacaksın neyin diktatör olduğunu, neyin olmadığını.

Nedir diktatör? TDK’ya göre, birinci anlamı “bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse.” İkinci anlamı “zorba”… Doğal. Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse olsa olsa bir siyasi zorbadır zaten. Emir verir, dikte ettirir. Elinde mutlak ve sınırsız bir otorite vardır çünkü. Eleştiriyi, tartışmayı kabul etmez. Bunlar olsa olsa onun otoritesine, yetkisine, kişiliğine bir hakarettir.

Nedir diktatörlük? Bir buyurgan zorbanın yönetimi. Mutlak monarşinin modern hali. Yasama ve yürütme kuvvetlerinin tek kişide toplandığı bir hükmetme sistemine işaret eder. Yani hükümdarın ayağına bağ olacak bir “kuvvetler ayrılığı” söz konusu değildir bu sistemde. Devlet içinde tek ve en büyük otorite sahibi hükümdardır. Yasama, yürütme ve hatta yargı yetkisinin tek sahibi “hükümdar”, yerine göre monark, kral veya padişahtır. “Devlet başkanı” derdi Kenan Evren kendisine. Şapkayı ve postalları çıkardı, frakı giydi, Cumhurbaşkanlığına yatay geçiş yaptı. Ne değişti? Hiç. Adların bir önemi yok yani. Ortada buyurgan bir zorbanın olup olmamasıdır bütün mesele.

Mutlak monarşiye- siz diktatörlük sayın- getirilen sınırlamalardan meşruti monarşi doğmuştur. Bu kuvvetlerden bir kısmının hükümdarın elinden koparılıp alınması halidir. Bizim tarihimizde bunun iki durağı var. 1876’da monarka anayasayı kabul ettirdik; birinci meşrutiyettir. Ama kısa bir süre sonra anayasa monark tarafından rafa kaldırıldı. Sonra, 1908’de monarkı devirdik, anayasayı yürürlüğe koyduk ve yürütme yetkisini meclise verdik. İkinci meşrutiyettir. Tarihin ironisi, ikisi de “II. Abdülhamit-i Sani” ile ilgilidir. Bizim demokrasi tarihimizin önemli bir bölümü Abdülhamit’in yetkilerini sınırlama tarihidir.

Şimdikilerin niyetlerine bakılacak olursa, arkadaşlar yalnızca cumhuriyeti değil meşrutiyeti de yıkıp mutlak monarşiye geçecekler. Devlet tek bir kişi tarafından hiçbir sınırlamaya tabi olmadan bir koyun sürüsünün bir çoban tarafından yönetildiği gibi yönetilecek. Abdülhamit-i Sani’nin reenkarnasyonudur bu, bir açıdan yürüyen ölüler sistemidir. “Niyet okuyorsun” diye kızmayın hemen. “Çobanlığın felsefesini anlamayan insan yönetemez. Ben de bir çobanım" dedi mi? Dedi. Mutlak monarşinin yönetim felsefesi bundan daha iyi nasıl ifade edebilir? Peki, var mı dünyada eşi benzeri? Hakkını yemeyelim var; Suudi Arabistan bir mutlak monarşi. Kampanyanın ta oralardan başlamasını rastlantı mı sanıyorsunuz?

Geriye ne kaldı? Tiran… Hukuk ve anayasa kurallarından bağımsız bir yönetim biçimi sergileyen kişi demek. Aldığı kararlarda hukuk dışına çıkan, egemenliği altındakilerden çok kendi hakkını gözeten, başkalarına olduğu kadar kendi halkına da şiddet gösterenler tirandır.

Faşizm? İkinci Dünya Savaşı öncesinde bütün Avrupa’yı sallayan bir siyasi hastalık. Meslek kuruluşlarına dayanan, korporatist,  yayılmacı, yetkinin tek partinin elinde toplandığı bir düzen demek. Demokratik düzenin yerine aşırı bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayı amaçlayan öğreti. Bu da tanıdık mı bize? Kesinlikle. Akrabayız hatta.

Diktatörlük, mutlak monarşi, faşizm, tiranlık… Yazılanlara, söylenenlere, teklif edilenlere bakın, hayal ettikleri buradaki tariflerin hepsine bir yerinden uyuyor. Sanki arkadaşlar toplanıp düşünüp, taşınmışlar ve bir tür “kokteyl” baskı rejimi kurmaya karar vermişler. İçinde insan onuruna yakışan yönetim biçimleri dışında ne ararsan var. Monarşik diktatörlük ile faşizan tiranlık arasında bir yerde debelenip duruyorlar.

***

Kenan Evren sıkıyönetim şartlarında gördü işini, şimdi ohal var. Kenan Evren, sıkıyönetime dayanarak susturmuştu basını, şimdi ohal var ama zaten ortalıkta konuşacak bir basın kalmadı. Kenan Evren bütün siyasi partileri ve dernekleri kapatmıştı. Şimdi dernekler kapalı, partiler açık. Partiler açık ama gelin görün ki vekilleri kapalı. Büyük ilerlemedir! Kenan Evren kararlarını yargı denetimi dışında tutardı. Anayasasının lehindeki açıklamaları serbest bırakmış eleştirmeyi yasaklamıştı. Şimdi de öyle...

Şöyle şeyler geveliyordu il il dolaşarak: “Bu milletin birlik ve beraberlik içerisinde kalkınmasını, bir büyük devlet olmasını hiçbir zaman arzulamayan ülkeler var. İşte o gibi güçler her fırsatı değerlendirecekler. Yalnız dış güçler değil, içimizde dolaşan ve bu dış güçlere yardakçılık yapanlar da az değildir. Normal düzene geçiş hazırlıklarının başladığı bugünlerde de, o hain iç güçler, dış ortakları ile birlikte faaliyete geçmişlerdir. Bazı maksatlı çevrelerin koparmaya çalıştıkları feryada, açıkça yahut el altından sürdürmeye çalıştıkları propagandalara kapılmayınız. Millet bütünlüğünü, ülke bütünlüğünü, devletin varlığını ve gücünü koruyabilmek için, temel hak ve hürriyetlerimize o yönlerde de bazı sınırlamalar getirilmesi tabiidir, zaruridir. Ve bu türlü sınırlamalar her zaman, her yerde, her Anayasada mevcuttur.” Şimdi biri çıksa “evet” kampanyasında kullanmaya kalksa yadırganır mı? Hayır! 

Diktatördü ama halkın seçtiği bir cumhurbaşkanıydı âdem. Dedim ya fıkra gibi adamdı, Mustafa Kemal’e benzemeye çalışırdı. Fakat bütün diktatörler gibi pek ahmak olduğundan komik durumlara düşerdi. Limon dergisi, Mustafa Kamil Zorti adında bir karakter yaratmıştı. “Mustafa Kamil” Mustafa Kemal’e benzeyen yanıydı, Zorti ise gerçek kişiliği. Buna karşı zalimliği hakikatti. “Asmayıp da besleyecek miyiz” dedi idamı bekleyen çocuklar için örneğin ki hala tüyler ürperticidir. Diktatörler zalimdir ve asmaya pek isteklidir. “Netekim”, duydukları iflah olmaz korkunun bir dışavurumudur bu.

***

Sevdiğimiz hiç zorba yok mu? Var; Nikos Kazancakis'in Zorba’sı. Alexis Zorbas'nın Hayatı ve Maceraları hala güncel, hala çarpıcı. Kazancakis, Osmanlı İmparatorluğu’nda doğdu Almanya’da öldü. Arada doğduğu toprakların el değiştirmesine, savaşa tanık oldu. Sola meyletti, bir dönem fikirlerinin militanı oldu. Mezar taşına bir romanından alınan şu sözcükler kazındı: Hiçbir şey ummuyorum; hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm… İlhamımızı o mezar taşından alıyoruz biz de: Zorbaya karşı özgür olmaktır bütün mesele.

Kenan Evren için meydanlarda yüzbinler toplanırdı, hatırlıyoruz. İdamı alkışlarlar, kan dökmeyi kutsarlardı. Bu ülkenin iklimi faşizme hep meyilli. Monarşiye dizilen övgüler şaşırtmaz bizi. Abdülhamit’i de mezardan çıkarıp yürütmeye kalkarlar olur olmaz, mümkündür. Karanlığı kutsamak kolaydır, biliyoruz. Ama gidip hayır diyeceğiz. Bir şey umduğumuz için, korktuğumuz için değil. Özgür olduğumuz için. Sonra yeniden düşeceğiz yollara…

Hayır’dan sonrasını tartışalım biz. Çünkü gerçeğin söylediği günün getirdiğinden daha yakıcı: Yalnızca özgür olmayı istemek yetmez, onu her gün yeniden fethetmek gerekir!