Ağaç vatanımız, toprak yurdumuz

Yurdun dağı, taşı, uçan kuşu, kedisi, köpeği, börtü böceği saldırı altında. Başka türlü nasıl olabilir ki? Son yüz elli yılın bütün siyasal kazanımlarının silinmesini seyredip her şeyin çok güzel olmasını umamazsınız. Gericiliği hoş görüp karanlıktan yakınamazsınız. Toplum parçalanıp dağıtılırken doğanın dokunulmadan kalmasını umamazsınız. Cumhuriyetin biriktirdiği her şeyi özelleştirdiler ki, yağmanın kibarcasıdır. Kamusal mülkiyeti özelleştirirken özel mülkiyeti kamulaştırıyorlar. Şöyle ifade edeyim; yoksulluk artıyor, çünkü zenginlik artıyor. Yoksulun elinden tutacak, önünü açacak bir “kamu” da yok artık. Saray, saray partisi ve onun dağıttığı ulufelerden ibaret ülke. Yıkıma yağma eşlik ediyor haliyle.

Bunu gören uluslar ötesi tekeller de koşup geliyor, yıkımdan ve yağmadan pay kapmaya çalışıyor. Son oyuncumuz “Alamos Gold.” Ta Kanada’dan kalkıp gelmiş, İda Dağı’nın tepesine konmuş. “Tanrıların dağı”nda barbar şeytanların borusu ötüyor artık.

Üç yıl önce, 2016’da yazmışız “Yağmalanmış fındık bahçesindeki bok böcekleri”ni. Kendi bahçesine bomba atan –‘Agent Orange’ diyor Amerikan ordusu o bombaya- “fındık üreticisi”ydi mevzu. Karadeniz köylüsü toprağa, doğaya, börtü böceğe yabancılaştırılmış, kendi bahçesine bomba atar hale getirilmişti. Kompradorsuz sahaya çıkmaz emperyalistler. Yerel işbirlikçilerini arar, bulur. 

Alamos Gold da, hükümeti bulmuş, ajanlaştırmış. Yerel yönetimleri kendine bağlamış. Ulu reisin akrabalarını işe ortak etmiş. Dün soL’da “Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu” imzasıyla yayımlanan ve Kirazlı madeni ile ilgili Alamos Gold'un görüşlerini yansıtan raporun haberi vardı. Altın severdi oda, yağmalanacak topraktan paylarına düşecek kırıntıların sihrine kapılmışlardı. Biliyoruz, yöre halkından da ikna olanlar var, toprağın altın için zehirlenmesine. Geçtik bir kısım halkı, ülkenin yazar çizerleri bile altıncı. Halk toplaşıp İda’da toprağı savunmak için yürürken yeniyetme yazarlardan biri halkın “milli” çıkarlara “ihanetini”, skandallarıyla meşhur bir “bilim adamı” adına açılan parodi hesabı kaynak göstererek ispatlamaya çalışıyordu. Gerçek olsa ne? Kaynak gösterdiği bilim adamı Kenan Evren aşığı bir “bok yiyen”dir… 

Halka sırtınızı döndünüz mü boka batarsınız böyle. Toprağa, topluma, halka ihanet kişisel bir şey değildir. En az toprağa, topluma, halka bağlılık kadar sosyal-siyasal bir iştir.

***

İda’daki şeytani saldırı tek değil. Karadeniz dağlarından, Fatsa’dan da benzer görüntüler düştü önümüze. O Fatsa ki sol yerel yönetim deneyimizin laboratuvarıdır. Devlet bütün güvenlik güçlerini toplayıp ilçenin üzerine yürüdü ol tarihte, esir aldılar Fatsa’yı. Lisedeydik. Hafta sonu tatilinden okula dönmek üzere otobüs bekleyen bir arkadaşımızı yakaladı devlet himayesindeki faşistler. Paslı dikenli tellerle dövdüler. Telin üzerindeki her dikenin ayrı ayrı izi kaldı yüzünde. Sonra solcu belediye başkanını da işkencede öldürdüler. Fatsa halkı o şiddetin korkusuyla yönünü sağa döndü, uzun esirlik yılları böyle başladı. Şimdi taşı toprağı saldırı altında ilçenin. O arkadaşımızı işte bunun için dövdüler, o belediye başkanını işte bunun için öldürdüler. O tarihten beri biliriz, sola saldırıyorlarsa vatana saldırı hazırlığındadırlar.

Fatsa düzlenince sahil yolu geçirdiler kıyısından. Solunu, örgütlü emekçisini yitirmenin Karadeniz’e hediyesidir o ucube yol. 12 Eylül geldi kararttı. Ülkenin aydınlık çocukları Karadeniz’de tutunamadı. Sonra boşalan yerleri tarikatlar doldurdu. Karadenizli, denizle arasına sokulan o ucubeye o şartlarda razı oldu. Yolla birlikte ekmek geleceğini, ışık geleceğini, köyündeki, kasabasındaki mahkûmiyetinin son bulacağını sandı. Ama tam tersi oldu; ekmeğinin bir parçasını daha aldılar elinden, karanlık koyulaştı, esareti ağırlaştı. Kentleriyle deniz arasında aşılmaz bir duvar olarak uzanıyor şimdi o yol. Denize sırtını dönmüş o kentler her geçen gün biraz daha batıyor gericiliğin çukuruna. Öyle ki bazılarında normal bir dünya vatandaşı olarak nefes almanız mümkün değil artık. 

Sonra karanlık yayıldı, ülkenin bütününü esir aldı. O karanlıkta oluyor her ne oluyorsa. Son bir aya sıkıştırdıkları saldırıları aktarayım: Salda Gölü'ne Millet Bahçesi projesi yaptılar, İznik’e bağlı Aydınlar Köyü'nde çinko-bakır-kurşun ocağı için maden arama ruhsatı verdiler, TSK hatıra ormanını imara açtılar, Yalova’da 'Kuş Oteli' olarak bilinen Hersek Lagünü'nü kapsayan alana “millet bahçesi” yapacaklarını duyurdular. Doğayı yağmaladıkça mutlu olan sırrını bilmediğimiz bir milletleri var. 

Hazır yağmalanmışları var. Akkuyu nükleer santrali için Mersin’de, üçüncü havalimanı ve bağlantı yolları için İstanbul’un kuzeyinde balta değmemiş ağaç bırakmadılar. Sadece Marmaris’e diktiği “yazlık saray” için 40 bin ağaç kesti reisimiz efendimiz. Biliriz sol bitmişse vatan bitmiştir…

***

İda’da halkımız vatanı hainlerinden korumak için yürürken Alamos Gold’un yerli ortakları ile ilgili pek çok iddia dolaştı ortalıkta. Siyasal iktidardan feyz alan pek çok inşaat şirketi adı zikredildi. Bunlardan birinin sahibi, kendini ülkenin sahibi sanan adamın akrabasıydı. O sayede eşi de vekil atanmış, iktidar partisinde söz sahibi olmuştu. Ankara’nın tart edilmiş eski belediye reisinin inayetiyle şehrin merkezindeki belediye mülkiyetindeki en büyük arsayı yok pahasına nasıl satın aldığı, üzerine yaptığı inşaatları birkaç katına satarak nasıl zengin olduğu anlatılıyordu ballandırılarak. Rize’nin gariban köylüsü milyarla oynuyordu artık. Büyük reisinin oğlu ile ortak olduğu iddia ediliyordu gerçi ama olsun, komisyonu bile yedi sülalesine yetecek miktarlar dolaşıyordu ortalıkta. İddia o ki, Alamos’a da ortak olmuşlardı.

Bülent Arınç’ın “parsel parsel sattılar” dediği “küçük” bir vatan toprağının hikayesinin arkasında işte böylesi ürkütücü hikayeler ve karakterler var. Bozuldu vatan, çürüdü. Her tarafında iğrenç kurtçuklar dolaşıyor.

Bunlardan birine verdiler İda’daki ağaçların kesilip arazinin düzlenmesini. Beş milyon dolar karşılığında. Acımadan salladılar baltalarını, millet aşkına!

***

Bize soruyorsanız söyleyelim; vatandır balta salladıkları o ağaç. Uğruna ölünesi bir direniş sembolüdür. Haziran’da çocuklarımız o sembolü korumak için gözlerini kırpmadan ölüme atılmışlardır. 

Hem ağacı değersiz vatan mı olur? Bu toprağın ağacı, taşı, kurdu, kuşu bizim. Kimseye vermeyiz, dövüşürüz, savunuruz. Düşeriz, kalkarız yine dikiliriz tecavüzcüsünün karşısına. Çünkü üç ağaç değil mesele; Ağaç vatanımız, toprak yurdumuz…

Madem “bok böcekleri”nden açıldı mevzu onunla bitirelim: 

Karadeniz’de, İstanbul’da, Ankara’da, Çankırı’da dağı, taşı, toprağı, ormanı, kurdu, kuşu yağmalanıyor ülkenin, zehirleniyor. Beton dökülüyor yağmalanan her metrekare toprağın üzerine. Eski olan ne varsa kaldırılıp atılıyor, her şey yenileniyor. Bu kadar yol, bu kadar köprü, bu kadar bina, bu kadar alışveriş merkezi, bu kadar beton, beton, beton… Ama Allahtan dini bütün bunları yapan arkadaşların hepsi. Kendilerine sorsan muhafazakârlar da. Sadece neyi muhafaza ettikleri belli değil, o kadar.

Tabloya bakıp kendinizi bir “bok böceği” gibi hissediyorsanız doğaldır bu da. Çünkü bok böcekleri, adı üstünde, yumurtalarını top haline getirdikleri bokun içine saklar. Doğan yavruları orada pislikle beslenerek büyür. Mısırlılar bu nedenle bok böceklerini kutsal bellemişlerdir. Fark etmişlerdir her yeni hayatın bir çürümenin içinden doğduğunu.

Biz mi? Yağmalanmış o fındık bahçelerindeki bok böcekleriyiz biz. Mecburuz bu çürümeden yeni bir hayat yeşertmeye…