Yitik…

“Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Krematoryum,  krematoryum, krematoryum.”

Hiçbir şeyin sevinci yok.

Ne uçan kuşun, açan çiçeğin, ne şu köpüren dalganın, oynaşan balığın, ne kadehin içine düşmüş sevdanın, ne şu çalan şarkının, bayır aşağı koşmanın, ne ağaç dalındaki kirazın, masmavi uçurtmanın, ne aklı kelepçeli şiirin,  afişteki filmin, tuvaldeki resmin, yontulan taşın, ne sahnedeki oyunun hiçbir şeyin sevinci yok.

Yitik.

Hava kan kokusuna esir.  

Rüzgârlar renklerini yitirdiler, kandan bulutlar düşecekler üstümüze, toprak kan kusacak.

Sonu bilinmez bir masalın orta yerinde söylenen ağlak bir ninni mi bu?

Yeter, bu ışığı yitmiş fotoğraflardan nefret ediyorum.

Bir tutam sevinç istiyorum, bir damla pınar suyu, bin kadeh aşk, seni omuz başlarından tutup halaya durmak, türküler çığırmak ışıklı ovalara, saklambaç oynayan çocuk sesleriyle uyanmak istiyorum.

Elâ gözlerinle gel dur karşımda istiyorum, ellerinde ay ışığı olsun, saçlarında umut, barış ekelim buğday tarlalarına istiyorum.

Düşmesin toprağa ne bir insan, ne bir can, ne bir ağaç, ne bir dal çiçek.

Ölecekse katiller ölsün, halkına kin, nefret ve öfke kuşanmış kan tacirleri ölsün. Olmaz olsun bu irin toplamış soysuzluk, olmaz olsun bu iğrenç savaş.

 “Bir deniz görüyorum
                     ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
yaşanmamış günlerimiz
                           çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan”

Yeter!

Ölmesin hayat.

[email protected]