Umudun çiçeği mavidir

- Tut şu ipin ucunu... Yürü şimdi dört adım ileri... Gergin tut gergin.. İşte tam oraya çak o kazığı ve ipi sıkı bağla... Kördüğüm atma sökerken kolaylık olsun.

- Büyük mü bu, kaç kişilik?

- İçine kulis yapacak kadar büyük. Haydi, gel şimdi diğer tarafların kazıklarını çakalım.

- Bir yandan şu bizim sahneyi ezber mi geçsek?

- Sahne dediğin şiir, ezber değil misin?

- “Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları,
Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan, hâlâ çocuktur.”

- İşte bu.. “Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri...
Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bir evde oturuyor” diye devam edeceksin, sonrası pamuk ve ekmek bahsi. 

- Makyaj aynasını almış mıydık?

- Evet, kostümlere sardım.

- Kaç işçi gelecek diye merak ediyorum. Nasıl bulacaklar gösteriyi? "Ne yapıyor bunlar mı" diyecekler yoksa alkışlayıp eşlik mi edecekler?

- Dün üniversitede ne olduysa o olacak. Sonunda bizimle halay çekecekler. Rahat ol, sesini, soluğunu, bedenini yüksek tut yeter. Anlamalılar sanat onların asıl silahıdır ve bilmeliler asla yalnız değiller.

- Bazen içinde erik ağaçlarının çiçekler açtığı oluyor mu ağabey, böyle durup dururken, birdenbire kalabalıklaşıyor mu sesin soluğun, nefes alışın filan ılgın rüzgarlar gibi oluyor mu?

- Evet, her seferinde. Her sahneye çıkışımda, her meydanı adımlayışımda titriyor bedenim. Geçiyorum aynanın karşısına gözlerimin içine içine bakıp masmavi bir umut kuşanıyorum. Oyunlar oynayarak geçiyoruz bir tarihin içinden. Hem de kavganın tam orta yerinden işçilerin, işsizlerin, yurduna tapınan gençlerin bağrından. Anadolu bu, güzellikler evi. Kaldırıyor başını ve biz tanıklık ediyoruz isyan ateşini tutuşturanların yüreklerindeki sevdaya. Hatırla ne demişti dün Ayşe arkadaş.

- Nâzım şiirini bağırmıştı. “Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar, Güneşli Güzel Günler Göreceğiz.” 

- Oh be kardeşim oh be şiirle direnmenin coşkusu Zap suyunun köpüren suları gibi apak ya da Kızılırmak boylarındaki İğde ağaçlarından hayata yayılan buram buram çiçek kokusu gibi bulut bulut. 

Polisin karşına “Bu Memleket Bizim Kahrolsun Emperyalizm ve Uşakları” diye dikilen gençleri gördüğümde, kendimi Marmara’nın mavi sularında kanat çırpan martılar gibi hissetmiştim.

Olacak bu iş olacak. “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini.”

- Kulisi hazırlayalım mı ağabey?

- Yarın maden işçilerine oynamaya giderken bu kostümleri bir bavula koymuş olalım. Depoda bir tahta bavul var, işimize yarar. Düzgün olması gerekirken kırış kırış olan bir kostüm izleyene saygısızlığın ta kendisidir.

- ODTÜ'de olanları duydunuz mu, şarkılarla şiirlerle toplanmışlar stadyuma, İsmet anlattı. Gruplar farklı sloganlar atmış ama her seferinde birbirlerini alkışlamışlar. “Faşizme Geçit Yok”, “Faşizme Ölüm Halka Hürriyet”, “Tek Yol Devrim” sloganları birbirine sarılmış.

- Sanatın gücü bir kuşluk vakti, sıcacık içilen çayı gibi ağabey, yanında da Ankara gevreği.

- Oyunlar oynamış tiyatro grupları, danslar edilmiş, Güneşi İçenlerin Türküsü şiirinde koro olmuş stadyum. Sonra hep bir ağızdan Gündoğdu marşı söylenmiş. Biz de söyleyelim işçilerle birlikte.

- Paris’te öğrenciler ve işçiler meydanları dolduruyor, Londra ayakta. Balkan ülkelerinin hepsinde bahar gibi çiçeklenmiş hayat, Münih ve Berlin sel olmuş coşuyor, kızıl bayraklı insanlık el sallıyorlar hayata, özgürlük marşları duyuluyor Latin Amerika’dan hepsinin dilinde şarkı, şiir, bedenlerinde dans coşkusu. 

Yaz bir köşeye 1968, insanlığın haramilere karşı vicdan savaşıdır.

- Yarın grev dalgası daha da büyüyecek. Zonguldak’ta “eşitlik” diye bağıran işçileri Bursa’dan tekstil işçileri "özgürlük" diye yanıtlıyorlar. Karabük ayakta. İskenderun, Adana, Antep ayakta. Kartal, Pendik, İzmit, Tekirdağ ayakta, üniversiteler ayakta.

- Sıra bizde haydi, bak geliyor bizimkiler. Müziği aç, İhsani’nin kaseti vardı orda, “Odun kırıcıydı adı İlyas'tı, yanaştım yanına yüzünü astı, işin ne dedim bir küfür bastı, arkasından baltasını biledi.” 

Çadırın önünde oynayalım. Hapishane avlusu gibi düşün burayı. Voltalarken Çankırı Cezaevi'nde demir parmaklıklar ardındaki şairi düşle. Masmavi bak hayata onun gibi. Umudu büyük ve kedersiz olsun. Sevinçli ve vatan koksun her mısra, toprak gibi, su gibi, güneş gibi.

- Ege'de tütün mitingi hazırlığı var, toprak işgalleri başlamış. Söke Ovası'nda jandarmalar köylülerin üstüne yürüyor. Ellerinde tarım aletleri İstiklal Marşı okumaya başlıyor köylüler. Ne yapsın Mehmetler hazır ola geçiyorlar. Ardından “Jandarma biz sosyalistiz, dostuz yalnız biz sana” marşını söylüyorlar. Saldıramıyor asker. “Ağalar cehennemin dibine” diye bağırıyor kadınlar. Karşılıklı gülüşüyor halkın çocuklarıyla halk.

- Olacak bu iş olacak. “Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir.” 

İstanbul Üniversitesi avlusunda 4 bin devrimci toplandı dün, Bağımsızlık Yürüyüşü’nden söz ediliyor. Ellerde bayraklar gençlik ve halk el ele yürüyecekler. “Samsun’dan başlayalım” demiş Deniz Gezmiş. Okulu kuşatmış jandarma ve yüzlerce Fruko kasalarıyla polis. Umursamamışlar. “Faşizme Karşı Omuz Omuza” sloganıyla inlemiş Beyazıt meydanı. Faşistler Küllük Kahvesi’nde toplanmışlar sonra yürüyüşe geçen devrimci gençlerin kalabalıklığını görünce polis desteğinde dağılmışlar. İki el ateş sesi yükselmiş Kapalıçarşı tarafından, istiflerini bozmamış bizimkiler. Çemberlitaş’ta konuşmuş Deniz: 

“Kardeşler bu vatan haramilere teslim edilmeyecek kadar güzeldir. Aman vermeyin Amerikan uşaklarına, işbirlikçilere, faşistlere. Ya istiklal ya ölüm deyip kazanılan bu topraklar hepimizindir. Emekçi halkımızın acılarını sahiplenerek yürüyeceğiz tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye’ye, işçi kardeşlerimizle kol kola, omuz omuza.” 

“Kahrolsun Faşizm” sloganlarıyla inlemiş yer gök.

- Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde forum üstüne forum yapılıyor. Hocalar devrimcilerle “Bilimsel Sosyalizm’i” tartışıyorlar. Aydınlanıyor sokaklar, caddeler. Gecekondu mahallelerinden türküler yükseliyor. Kızılay’ın orta yerinde al bayraklarıyla yürüyen kadınlar “İş Ekmek Özgürlük” pankartı taşıyorlar. Ankara Sanat Tiyatrosu ve Halk Oyuncuları tiyatrosunun önünde kuyruklar oluşuyor. Aylık tükeniyor oyunların biletleri. Halk Oyuncuları, Pir Sultan Abdal oyununu oynuyor. Sahneden “yürü bre Hızır paşa” dendikçe ayağa kalkıyor seyirci. Ülke şenlik yeri gibi, terk etmiyor seyirci salonu, birlikte “gelin canlar bir olalım” türküsü söyleniyor.

- Dışarıda 200 işçi toplandı ağabey, müziği susturup başlayalım mı?

- Kaseti değiştir. Beethoven yazan kaseti koy ve aç sesini. Haydi, kolay gelsin.

- “Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.

- Ona sorarsanız: 'Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’

- Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.

- Ona sorarsanız: 'Bütün bi hayat...’
Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’

- Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri
Yedibuçuğu doldurup çıktı.
Dolaştı dışarda bi vakit,
Sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar.
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocuğu olacakmış baharda...

- Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.

Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları,
Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan, hâlâ çocuktur.

- Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri...
Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor.

- Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene.

- Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayın için.
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız.

- Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz
Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşima'ya.

Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.

- Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor Amerikan doları.

- Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri
Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya.

- Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine
‘Onlar ki; toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar.

- Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır’

- Ve gayrısı
Mesela, benim on sene yatmam
Laf’ı güzaf.”

(Nâzım Hikmet)