Ölüyoruz Azar Azar…

Ne bu böyle?

İçimize ölüm düştü de haberimiz mi yok?

Neredeyse her gün bir arkadaşım toprağa kavuşuyor.

Ankara’dan gelen ‘Adnan’ı kaybettik’ iletisine önce inanamadım.

Aradım yanıt yok, bir daha aradım, bir daha aradım yok.

Tutuştu bedenim, ellerim titredi, böğüre böğüre ağladım.

Otuz yıl az olmasa gerek.

Adnan Azar ile delikanlı zamanlarımız birbirine karışır.

Her şeyin aydınlık olduğu Ankara yılları.

Babam ve annesi aynı okulda birlikte çalışırlarken biz TRT kapılarında sokaklarda, meydanlarda, kitapçı dükkânlarında en çok da Remzi İnanç Ağabeyin Zafer Çarşısı içindeki Toplum Kitap Evi’nde ve karşısındaki Ahmet Telli’nin dükkânında, sergi salonlarında ve elbette tiyatrolarda damıtırdık yaşamı.

Sonra Mülkiyeliler Lokalin’de, Tavukçu’da demlenir şiir konuşurduk bitirip tüketmeden, kadınları ve aşkı konuşurduk ve yazılmamış onlarca film senaryosu üstüne sabahlar günlere karışırdı.

Adnan’a ‘sanatla değişir her şey’ dediğimde ‘önce kendimizi değiştirelim, gerisi kolay’ derdi.

Okuma listeleri yapardık.

O hep şiir kitapları-hikâyeler katardı dağarcığına ben oyun metinleri-romanlar.

Aynı notaların içinde gezindik.

Mozart, Beethoven, Çaykovski sonra ege türküleri, zeybekler, bozlaklar ve Karadeniz ezgileri.

Ruhi su dinlerken yüreklerimiz ağlardı.

Onca ortak dostumuz, yol arkadaşımız Adnan’dan önce düştüler toprağa.

Asım Bezirci, Behçet Aysan, Uğur Kaynar, Asaf Koçak Sivas’ta ateşe verildiğinde ‘biz niye orada değiliz’ diye dokundu omzuma, ‘yakılan biziz.’

Hep yazdı.

Ceplerinde kelimelerle dolaşan tüm arkadaşlarım gibi.

Sevdi kelimeleri, insanları ve doğayı ve sokak hayvanlarını sevdiği kadar.

Sevdi hayatı, çocukları ve çiçekleri ve yolculukları sevdiği kadar.

Rüzgârlı ve yağmurlu günleri sevdi, toprak kokusunu ve çınarlı gökyüzünü.

Bir İstanbul gecesini anlatır dururdu.

Taksim Meydanı’nda buluştuk, yağmur deli gibi, kucaklaşıp daldık Beyoğlu’na, sokak kedileri gibi ıslanıyoruz, kitapçılar, İnci Pastanesi sonunda Balık Pazarı’nda Entelektüel Cavit’te demirliyoruz. Masamıza martılar konuyor sanki Müzeyyen Senar çalıyor biz şiirle küfrediyoruz hayata.

Nâzım, Orhan Veli, Brecht, Aragon, Neruda birbirlerinin sözcüklerine dalıp çıkıyorlar, çıkıp dalıyorlar. Edip Cansever, Ece Ayhan ve Oktay Rifat orada bizimleler sonra bir bilinmez sevda öyküsü ve kış bahçesinde bahar gibi yaşanan başka bir aşk sonra Bilge Karasu’nun Göçmüş Kediler Bahçesi sonra Orhan Kemal, Çukurova’da bir ırgatlık öyküsü sonra Yılmaz Güney sonra Costa Gavras, Fellini sonra içimizden yağmur suları gibi akıyor hayat.

Atıyoruz kendimizi Beyoğlu’nun bağrına, bir türkü tutturuyoruz ‘leylim ley’. Yükseldikçe yükseliyor sesimiz, yolumuz Kulis Bar’a doğru, niyetimiz Cahit Irgat’ı anmak ve birkaç dost yüzle paylaşmak geceyi. Kalabalıklaşıyoruz birden, iki iken beş, on oluyoruz, gençler çevreliyor türküyü, Ses Tiyatrosu’nun önünden bir koro yükseliyor, ‘döndüm daldan düşen kuru yaprağa’

Uzaklaşıyoruz sesler doluyor içimize ‘yârin çıplak ayağına sür beni’

O gece sabaha erdiğinde, martılara ‘merhaba’ demek için Fındıklı Parkına yürüyoruz, şimdi yerinde olmayan ‘bir alet bir insan’ heykelinin önünde konaklıyoruz.

İstediğimiz oluyor martılar doluşuyor sahile, gün doğuyor, aydınlanıyor boğaz, gemiler geçiyor önümüzden, Kadıköy vapuru ilk seferine kalkıyor, ‘bu kent bir batık aşklar müzesi’ diyor usulca ‘baksana şuna altı üstü aşk’

Bir yıl sonra Batık Aşklar Müzesi’ni TRT için filme çekiyor.

Filmde oynaması için İstanbul’a çağırdığımız Kaya Küçükönder dönüş yolculuğunda fenalaşıyor ve düşüyor toprağa.

O gecemiz ve sonrası zindan oluyor hayat.

Kaya, adam gibi adamdı, şen şakrak, yaşama sevinci saçardı ışıl ışıl.

‘Işığımız söndü.’

Batık Aşklar Müzesi filminin girişinde ‘Kaya Küçükönder’in anısına’ yazması bundandır.

Sonra ZDF ortak yapımı bir film daha çekti, ardından 13 bölümlük bir dizi. Filmde birlikte olamadık ben yaban ellerdeydim, dizi de ise geceler yine gündüzlere karıştı.

O hep Ankara’da olmayı seçti.

Hazal’ın yanı başında ‘dostlukların dostluk olduğu’ yerde.

Yazdı, hep yazdı.

*Unutmak Suları.

*Parçalanmış zamanlar.

*Beyaz ayarı.

*Yeni Zaman.

*Rüzgâr İstasyonu.

Bu kitaplar, şiirimize can vermeye çabalayan insanlık adına sevecen, ışıl ışıl katkılardır.

Kitap tanıtımları, eleştirileri yazdı onlarca ve bildiklerini edindiklerini paylaştı.

Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde genç kardeşleriyle buluştu ve Abdullah Nefes Ağabeyin dost yüreği ile yeniden kucaklaştı.

Hayatı değiştirme mücadelesini ve geleceği kurma tutkusunu hiç ertelemedi.

Yakın zamanlar bir Salı sabahı telefonum çaldı.

-Ne haber?

-İyi senden ne haber?

-Yeni bir şey yok, Türkiye Komünist Partisi’ne üye oldum.

Durdum, uzunca durdum ve usulca.

-Merhaba Yoldaş… Dedim.

-Merhaba Yoldaş… Dedi sıcacık.

Adnan Azar öldü.

Tüm şairler ölür zaten.

Şiirlerdir yaşayan.

İnanın bunca kötülükle, yalanla, talanla yaşamak eziyet verici.

Elbette teslim olmayacağız bu sıradanlığa ama bazen dayanamıyor yürek sızlıyor, tekliyor, hıçkırıyor, ağlıyor ellerim.

Bilinmez, kim bilir ne zaman?

[email protected]