Diyarbekir ve…

F-16 uçakları adeta savaş günleriymiş gibi fır dönüyor kentin üstünde. Kahvede oturuyoruz aynı sesle irkiliyorum, sokaktayım aynı ses, yemekteyiz aynı ses, sahnedeyim aynı ses, uykudayım aynı sesle ayağa fırlıyorum.

Böylesini 15 Temmuz gecesi yaşamıştım, koca İstanbul kentine korku salan o duvarları delen sesten camlarım patlamıştı. Buradakilerin farkı daha yukarıdan uçuyor olmaları. Doğudan batıya, kuzeyden güneye iki saatte bir buradayız diyor birileri.

Halk artık umursamaz olmuş, başlarını bile kaldırıp bakmıyorlar çünkü o uçakların evlerin, meydanların üstünden uçtukları, silah sesleri ile insan çığlıklarının birbirlerine karıştığı günlerden geriye; kan-gözyaşı-hüzün ve ölüm kalmış bir de içinde öfke ve direniş gizli zılgıtlar.

Kentin her sokağını adımlayışta, aynı yaranın kanayan ellerine tutunuyorsunuz.

İnsanlığın ortak mirası Sur’u betona gömüyorlar. Betonun altında annelerin çığlıkları, betonun altında körpe çocuk bedenleri, betonun altında ölüm.

Belediye ziyaretimde Eş Başkanlarla dostça kucaklamanın daha ilk adımında, korkunun ve saltanatın belgesi zırhlı bölmeye yöneliyorum.

Halkın parasıyla kendine saray yaptırmış bir korkak soysuzun, roketatarların bile yıkamayacağı, her tür konfor ile donattığı sığınağını görünce küfür kuşatıyor bedenimi. Hitler’in yerin dibinde kendine inşa ettirdiği in gibi.

Akşam sahnede “yalanla besliyorlar sizi hâlbuki açsınız, etle ekmekle beslenmeye muhtaçsınız” derken aynı görüntüler geziniyor yüreğimde, halkından korkanların sünepeliği, zavallılığı.

Gece Ud eşliğinde şiirler, zılgıtlara ve Ermenice, Kürtçe, Türkçe türkülere karışıyor. Acıları, hüzünleri çocuk gözlerindeki sevinçlere çeviriyor insanlık. Yaşanan kedere, yoksulluğa, işsizliğe, zulme, çaresizliğe inat sanat.

Güneşli bir yeni günün sabahında surların üstünden Hevsel bahçelerine baktıkça gözlerim ışıyor. Dicle kıyılarından surların tepelerine toprak kokusu taşıyor ve kavak ağaçlarının arasından bahar çiçeklerinin ışığı.

Sokaklarda adım başı toma, adım başı siviller ve adım başı “Hoşgeldiniz Amed’e” deyip kucaklaşan canlar arasından Dört Ayaklı minarenin önünde buluyorum kendimi, üstündeki binlerce kurşun yarasına el sürüyorum, kanlar içinde yere serpilip düşen Tahir Elçi’nin acı ve barış dolu gözlerine dokunuyorum.

Tutamıyorum bedenimden fışkıran “kahrolsun faşizm” sözcüklerini, savuruyorum bulutların arasından bakışan mavi gökyüzüne.

Aynı gün İstanbul’da Maltepe sahilinde bir sahne kuruluyor. Binlerce insan kendi olanaklarıyla kardeşliğe ses vermenin, birlikte dayanışmanın halayını kurmaya koşturuyorlar. 25 yıl sonrasının sevincini paylaşacaklar birden bir haber düşüyor orta yere, Ankara Çubuk’ta, tekmeler, yumruklar, yuh sesleri, vatan hainleri ulumaları arasından Kılıçdaroğlu bir eve sığınıyor. Kapının önünde “ateşe verin o evi” diye böğürüyorlar, asker-polis seyrediyor, bir bakan kin ve nefretle ölüm isteyen sürüye “vazifenizi yaptınız, dağılın” diye çağrı yapıyor. 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta arkadaşlarımın yakıldığı o kara gün düşüyor aklıma, titriyor yüreğim.

Şimdi yağmur var Diyarbekir’de, MORDEM Sanat Merkezi’nin önüne çıkıp çiçeğe durmuş Ayva ağaçları altında Ahmed Arif ağabeyin şiirine sığınıyorum.

“Bunlar Engerekler ve çıyanlardır.

Bunlar

aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır.

Tanı bunları,

tanı da büyü.

Bu namustur

künyemize kazılmış

bu da sabır

ağulardan süzülmüş.

Sarıl bunlara,

sarıl da büyü.”

Yağmurda ıslanmak istiyorum sırılsıklam olmak, üşüyor bedenim, bahçedeki menekşe fidanlarıyla bakışıp gülüşüyoruz, yarı hüzün, yarı sevinç ama daha çok umut. Bir tekir kediyle konuşuyoruz duvar dibinde, üşümüş. Yumuk yumuk elleriyle çocuklar koşturuyor sanat merkezine, kucaklarında keman, yüreklerinde henüz başlamış bir uzun masal. Alt kattan cıvıl cıvıl insan sesleri taşıyor bahçeye, bir şarkıdır tutturmuşlar dinmek bilmiyor, bahar ortasındaki sarı güneş gibi. İçeri koşturuyorum, ellerimde yağmur, bir dans izliyorum, karanlığın ortasından ışığa yürüyen beyazlar içinde bir yalnızlık. Cumartesi Anneleri’nin gözbebeklerindeki acı düşüyor bedenime.

“Öyle yıkma kendini

öyle mahzun, öyle garip.

Nerede olursan ol

içerde, dışarda, derste, sırada

yürü üstüne-üstüne

tükür yüzüne celladın

fırsatçının, fesatçının, hayının.

Dayan kitap ile

dayan iş ile.

tırnak ile diş ile

umut ile sevda ile düş ile.

Dayan rüsva etme beni.”

[email protected]