Defne…

"Günler ağır

günler ölüm haberleri ile geliyor."

Dostların yitim haberleri canımı yaralıyor.

TYS ikinci başkanı, Mustafa Köz arkadaşımdan geldi ilk kara haber,

- Süha Tuğtepe'yi kaybettik.

Yüreğim yandı. Mis Sokakta çay yudumlayıp, dertleştiğimiz o son an sepya bir resim şimdi:

- Osmanlıyı ilan etmeye hazırlanıyorlar. Sana, bana, bizimkilere zehir olacak bu hayat!

İllete yenik düşen dost yüreğin, yaşama kattığı kelimeler düştü aklıma. Sonra Avrupa'da bana yaptığı yol arkadaşlığı gezindi belleğimde.

Yoksulluğun gözü kör olsun!

Tramvaylara kaçak bindik.

İstanbul simidi yemek için çektiğimiz eziyet, her seferinde serüvene dönüştü!

Ceplerinde kelimeler yaşatan, yaşamı kavgaya çevirmek için, sürekli kendini zenginleştiren gurbetlik şair, yolun şiirli olsun.

İkinci haber, Nazım Hikmet Kültür Merkezi bahçesinde, defneli masada yakaladı.

Efe Duyan geldi yanıma

- Kemal Özer ağabeyi kaybettik dedi.

Düğümlendi soluğum. Elim defne dalına uzandı. Onunla en son bu masanın başında kucaklaşıp, söyleştik:

- Sizin heyecanınız bana nefes oluyor. 'Ölüm İlan'ı yazınız, önemli bir akıl yenileme.

Dört yanımın kuşatıldığı puşt günlerdi!

Gözlerim doldu. Zaten yufka yürekli adamım. Sarıldım boynuna.

- Şundan yaprak devşirsek birkaç tane, acaba sahibi izin verir mi?

- Bilmem soralım, belki evet der.

- Fazla değil birkaç yaprak alalım, mümkünse kurumaya yüz tutmuşlardan, canı yanmasın!

Efe ile göz göze geldim. Yüreği yanıyor.

Nimet kardeşimin pınar olmuş göz yaşlarından anladım, bir kişi daha eksildiğimizi.

Karşımda Cansu yitmiş, tüm bedeni ateş almış gibi, titriyor!

Efe Duyan ve Cansu Fırıncı, Kemal Özer ile yeni kapılar aralamak için birlikte kavga ediyorlardı.

Tutamadım kendimi, hüngür hüngür ağladım. Elim defne dalında.

- Ah Ağabey ah... ne ettin böyle?

Sennur Sezer'in de kelimeler düğümlenmişti boğazında. Zor konuştuk. Adnan Özyalçıner'i sordum:

- Gidiyorum deyip gitti. Sessizce sıyrıldı kapıdan. Kemal onu bekliyordur!

Yılmaz Onay'ı aradım. Sustu. Uzun uzun sustu.

- Vay canım... ne ettin böyle... hiç zamanı değildi...(nefes nefese suskunluk)... nasıl olmuş... yeni kitaplar hazırlıyordu... 15-16 Haziran için didiniyordu... ne olacak şimdi...(hıçkırık...inceden bir sızı)... baktınız mı iyice, doktor gördü mü?

Teyfik Taş'ı aradım. Telefonun öte ucunda, içi çekiliyor.

- Buluşmamız cami avlusuna kaldı yine.

Üff.. İstemiyorum cami avlularını.

Başka yer mi yok. Bir deniz kenarı mesela, yada bir ormanda bir ağaç gölgesi filan yok mu?

Niye gömülüyoruz?

2 Temmuz'da, günün akşama kavuştuğu saatlerde, Aksaray'dan uğurladık sizi.

Sonra, Kadıköy İskele Meydanındaki mitingde canlar, sizin için de alkışa durdular.

NHKM bahçede defneli masada başka dostlarımız vardı o gece. Hiç tanımadığımız, hiç bilmediğimiz yeni dostlar. Yanlarına sokulup anlattım.

- Kemal Ağabey burada olsaydı, bu masada birlikte oturuyor olacaktınız.

Elinizde baston, yüreğinizde esenlik, son kez çıktığınız sahne, bu sahne Kemal Ağabey.

Bizlere kattıklarınıza, alkışlar tanıklık ettiler.

Yılmaz Onay ve sizin, 'gerçekçilik' inadınız dolaşıyor uslarımızda.

- İnat mı? Bilmem. Gerçek gerçektir.

Şimdi ardınızdan konuşurken, boğazımıza koca koca düğümler atılması bundan ötürü değil yalnızca 'kır bahçesinin değil de, kırların daha özgür ve eşit olduğunu' da sizden belledik.

- Özgürlük, alabildiğine özgürlük. Dağ gibi, ova gibi, orman gibi, ırmak gibi, şiir gibi.

Kelimelerin kucaklaşmasının şiirine, ateş yerinden ulaşmak, nasıl acı verici anlayabiliyorum.

Şimdi, Behçet Aysan, Metin Altıok, Nesimi Çimen, Asaf Koçak, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin, Asım Bezirci, Muhlis Akarsu ve onlarca can ile birlikte anılacaksınız.

Bu yüzden artık, temmuz sıcağında "yaralı bir semah" gibi hayat.

Yanıbaşınızda küçük bir yer açarsanız, bir defne ağacı dikmek isterim.

[email protected]