Daha Dün Gibi...

Kuşkusuz, Tiyatromuzun içine sürüklendiği birçok açmazın başında, ‘metin’ sorunu geliyor.

Ülkemizde artık, 'işte bu!' diyebileceğimiz bir yeni oyun metniyle karşılaşmak neredeyse olanaksız.

Bu saptama, elbette ülkemizde tiyatro yazarı olmadığını göstermez.

Şu an, isimlerini alt alta sıralayabileceğimiz onlarca yeni yazardan ve ustalaşmış kalemden söz edebiliriz.

Ama çok değil 30 yıl öncesindeki insan, ülke, dünya sorunlarını dillendiren, sarsan ve akıl zenginliğimizi çoğaltan 'toplumsal gerçekçi' oyun yazarlarımız, bugünlerde az.

12 Eylül darbesinin Tiyatromuza attığı tırpanın bıraktığı asıl izlerden biri de bu olsa gerek.

Bu ülkenin, Güner Sümer'i, Oktay Arayıcı’sı, Haldun Taner'i, Vasıf Öngören'i, Aziz Nesin'i, Nâzım Hikmet'i artık yaşamıyor.

Onlardan bize kalan oyunlar ise, aşağı yukarı tüm ödenekli-ödeneksiz tiyatrolar tarafından oynandı, oynanıyor, oynanacak.

Oyun müziği alanı da öyle.

Son 20 yılda izlediğimiz hangi oyunun müziğini mırıldandık?

Galiba çok az.

Bu saptama da, ülkemizde oyun müziği yaratıcısı olmadığını göstermez.

Her sezon besteleriyle ödüller alan onlarca yaratıcımız var.

Anımsıyorum.

Tiyatroların önünde kuyrukların oluştuğu, aylık oyun biletlerinin seyirciye sunulduğu ve daha ilk haftalarda bittiği yıllardaki oyunlar ve o oyunların müzikleri, yaşamlarımızın birer parçası olmuştu.

Bazı müzikler geniş kitleler tarafından beğenildi-benimsendi, marş olup gönüllerimize yapıştı.

Genç arkadaşlarımın 1 Mayıs marşının, aslında ANA oyununun müziği olduğunu duyduklarında şaşakaldıklarını görmek, hep tuhafıma gitmiştir.

Ankara Sanat Tiyatrosu'nun (AST) altın yıllarında Rutkay Aziz rejisiyle sahnelenen oyunun müziklerini Sarper Özhan yapmıştı.

O günler dün gibi.

Oyun oynanışının daha ilk haftasında marş seyirciler tarafından da söylenmeye başlamış ve oyun her gösteriminde seyirciler, oyunculara eşlik eder olmuştu.

1 Mayıs marşı, önce üniversitelerin avlularında, sonra grev alanlarında ve giderek eşitlik-özgürlük mücadelesi verilen her alanda söylenir oldu.

Timur Selçuk, Cem Karaca gibi alanları dolduran kalabalıklara seslenen müzisyenler, marşı tüm katılımcılarla aynı anda, aynı duyguyla çoğaltarak, çoşkuyla söylemesine ve yüreklerde yer edinmesine katkı sunmuşlardı.

Bu olgu tiyatro tarihimiz açısından bir ilktir.

Yine aynı oyunun bir başka şarkısı olan 'Boşa Didinmek Fayda Vermez', Ruhi Su ustanın sesinden, sazından kavuştu insanlığa.

Timur Selçuk, AST için yaptığı oyun müzikleri ile adını doruklara çıkarmış, emek cephesinin en fazla dinlediği sanatçı olmuştu.

'ODTÜ Konseri' dillere destandır.

Timur Selçuk tarafından oyunlar için yapılan tüm besteler, oyunlara katkı sunan, hatta yücelten besteler oldular.

Rumuz Goncagül oyunundaki 'Halet-i Rezakinin Şarkısı', Sakıncalı Piyade’de 'Döneğin Türküsü', Nereye Payidar oyunundaki 'Kasanın Şarkısı' unutulmazlar arasındadır.

Örnekleri çoğalmak mümkün.

Aynı yıllar, benim de içinde olduğum Çağdaş Sahne’li yıllarla örtüşür.

Birçok usta oyuncunun ve genç yaratıcının bir arada olduğu bu topluluk, şimdilerde Ankara’da, Devlet Tiyatrolarına ŞİNASİ SAHNESİ diye hizmet veren yapının, ilk ev sahibidir.

Kadrosunda: İhsan Sanıvar, Gülsen Tuncer, Köksal Engür, Metin Çoşkun, Nuri Gökaşan, Teoman Özer, Serpil İnanç, Yaman Altıok, Tayfun Çorağan, Erdinç Bora, Savaş Akova, Güzin Çorağan, Cihat Mağara, Onur Utku, Berrin Ötenel ve Yusuf Dağüstün gibi farklı enstürmanlara, ses ve beden zenginliklerine sahip oyuncuları barındıran yapının başında, Yılmaz Onay usta vardı.

ÇAĞDAŞ SAHNE çatısı altında, ‘Grev’, ‘Yusuf ile Menofis’, ‘Çimento’, ‘Kuvay-ı Milliye Destanı’ gibi döneme damgasını vuran oyunlar, büyük kalabalıklardan oluşan, her yaştan seyircisi ile buluştu.

Vasıf Öngören, Ali Taygun gibi tiyatro dünyamızın usta isimleri bu yapının vazgeçilmezleri olmuşlardı.

Ülkemizdeki ilk 'sinema-tek' çalışması da yine bu çatının altında, Mahmut Tali Öngören hocamız yönetiminde hayata katıldı.

Tiyatronun müzik yönetimi ise, yine o dönemlerin bildik yaratıcılarına teslim edilmişti: Ferhat Livaneli, Maksut Göksu ve Ömer Özgeç.

Özellikle, iki oyun için yapılan iki çalışma, belleğimde tüm tazeliği ile yaşıyor.

Müzik yönetmenliği Ömer Özgeç tarafından yapılan 'Çimento' adlı oyunda, Türkiye tiyatroları sahnelerinde ilk kez 'Enternasyonel Marşı' söylenirken, tüm salon eşlik ediyordu.

“Uyan artık uykundan, uyan” der demez, salon ayağa kalkıyor, müthiş bir saygı ve disiplin içinde seyirci ile birlikte bitiriliyordu.

O günlerden bugüne taşınan ve biz bir kısım tiyatrocuya göre 'en iyi Nâzım bestesi' olarak adlandırılan bir diğer beste, 'Yusuf ile Menofis' oyunundaki Maksut Göksu imzalı 'Yapıcılar Türkü Söylüyor' şarkısıdır.

Şarkı, seyirciler tarafından hemen kabul görmüş, Yusuf Dağüstün'ün o pırıl pırıl çağlayan sesiyle plak haline de getirilerek hayata katılmıştı.

Şimdilerde halen meydanlarda bantlardan çalınan, ama müzisyen dostlar tarafından söylenmeyen bu şarkı, Nâzım'ın devrimci ruhunu en iyi yansıtan beste olarak ün yaptı.

Bugün, kendimi fulya kokusuyla dolu bir yaz bahçesinin bağrına bırakmışken, içimi Ruhi Su ustanın gür sesi dolduruyor.

“Boşa didinmek fayda vermez/ Her geçen gün daha beter dünden/ Böyle gelmiş, böyle gitmez/
Sömürü, zulüm devam etmez/ Kaldırmadıkça başlarımızı, sefaletimiz bitmez....”

[email protected]