Çomak...

Ülkemizde televizyon yayımcılığı, bugününü ve geleceğini TV dizilerine bağlamış durumda.

Öyle ki tüm ulusal kanallar dizi yapmadan, yaptırmadan yollarına devam edecek durumda değiller.

Her gece iki yayın kuşağında iki ayrı dizi var ekranlarda. Yetmedi yayın tekrarı.

Dışardan bakıldığında büyük paraların döndüğü bir 'sektör' görünümü var.

Öyle ya her dizi için senaristlerinden, teknik kadrosuna, oyuncusundan yönetmenine, seslendirmesinden montaj çalışanlarına kadar onlarca insan ter döküyor.

Basit bir dizi setinin en az 50 kişilik ekipten oluştuğunu düşünüp, bunu var olan 87 dizi ile çarparsak, ortada yığınla çalışan oluşur.

Kaldı ki bir çok dizi, bu rakamın iki-üç katı insan barındırır.

Figüranlar, ulaşım, yemekçiler, kiralanan mekanlar eklendiğinde ise kadrolar daha da genişler.

Bölüm başı maliyetleri ise hiç azımsanmayacak rakamlardır. En basit olanının bile 250 bin liraya kotarabildiğini düşünürsek, alanda dönen rakamlara erişebiliriz.

Yine, çok kadrolu ve çok mekanlı bir çok dizinin bölüm başı maliyetleri bu rakamın iki-iki buçuk katına ulaşır.

Şimdi ortada duran sorunun cevabını aramak gerekir.

Kim kazanır bu işten?

Yanıt ise çok açık. Yayıncı kurum, reklam verenler, yapımcı şirketler.

Figürasyon ve yardımcı oyuncuların sırtındaki asalaklar olarak tanımlayabileceğimiz ajanslar ise, bu işin 'açıktan haraç alıcıları' durumundadırlar.

Sonu belirsiz işlere, her yaş gurubundan insanlar adeta karın tokluğuna 'pas' edilmektedirler. Gündelik alacakları olan, o tuhaf, anlamsız rakamlar aylar sonrasına ötelenir.

Hiçbir dizi setinin çalışma saatleri belli değildir. Sabah 07'de hareket verilir, işin bitiş saatinin ise ucu açıktır.

İnsanlar gündüzlerini gecelere katarak, çağdaş bir köle gibi çalıştırılırlar.

Anlaşmalar, 'haftalık' ya da 'bölüm başı' üstüne olduğu sürece de bu böyle olacaktır.

Bu insanların yüzde 99'u sigortasızdır.

Alanda telif diye bir hak, hiçbir zaman konu edilmemiştir.

İş güvenceleri yoktur. Her şey yapımcının ve yayıncının iki dudağı arasındadır.

Setlerde sağlık hizmetleri yoktur. Hastalanır ve sette kaza geçirip iş yapamaz duruma gelirsen, sen sorumlu olursun!

Ücretler dengesiz ve 'pazarlık' sistemine tabidir. Kaldı ki konuşulan rakamları zamanında alabilene de aşk olsun!

Sözleşmeler, çalışanların haklarını korumak için değil, yapımcı ve yayıncının haklarını bildirmek için yapılır.

Çalışma ortamları, çoğunlukla insan haklarına aykırıdır. Kısa süreli yemek aralarının dışında dur-durak yoktur.

Stok yapamamış bir dizi ekibi, en büyük işkence olan stresin altında adeta kıvranır.

'Yayına yetiştirmek' faslı, zamanla ve hayatla amansız bir didişmenin adıdır.

Bu sömürü çarkının son bulması için yapılması gerekenleri görmezden gelemeyiz.

Alanda örgütlenmiş ve her gün örgütlenmesini artırarak hak ihlallerinin önüne geçmeyi hedefine koymuş bir tek sendika var, SİNE-SEN.

Sinema Emekçileri Sendikası, yıllardır yasal statüye kavuşmak için mücadele vermektedir.

Bunun için görüşülmedik hükümet-bakan-vekil-bürokrat nerede ise kalmamıştır.

Tüm verilen sözler çöp olmuştur. Hazırlatılan yasa taslakları çöp olmuştur.

Nedeni ise açıktır. Sistem partileri, medya tekellerini karşılarına almak istememiştir.

Kaldı ki bu günde olduğu gibi, çarkın kendileri için dönmesi adına, medya gruplarını satın almayı yeğlemiş ve bu sömürünün asıl sahipleri haline gelmişlerdir.

Açılım paketlerinin kese kağıdı durumuna geldiği şu günlerde, bu alanın açılıma filan gereksinmesi yoktur.

Yapılması gereken sanat alanlarının meslek tanımlarını da kapsayan çalışmalar yürütmek, alandaki meslek örgütleri ve SİNE-SEN ile ortak bir konsensüs oluşturarak, Ulusal Sinema ve TV Yasası'nı bir an önce hayata katmaktır.

Bu durum bir beklenti değil, olması gerekendir.

Elbette, AKP'nin ve tüm sistem partileri ile medya tekellerinin görmezden geldikleri şey tam da budur.

Alanın ise sabrı zorlanmaktadır.

Setlerde, servis araçlarında, set yollarında kazaların, ölümlerin ve her türden hak gasplarının, sonu gelmez olmuştur.

Bakarsınız günü gelir, 'bu böyle gitmez' diyenler tıpkı İngiltere ve İtalya'da olduğu gibi ortaya çıkar yayınları bile durduracak güçte olduklarını dosta-düşmana anımsatırlar.

Yoksa, böyle el-etek öpüp, diz çöken bir biat etme saygısızlığı, insanlık tarihimizin yüz karası günleri olarak anılmaya devam eder.

[email protected]