Bu nasıl ülkedir arkadaş…

İşi-gücü bıraktık Adliye Karakol arası mekik dokuyoruz.

Şu son 15 gün içinde Çağlayan Adliyesi denen gudubet binadan da içinde olup bitenlerden de daral geldi.

Dünya’nın en büyüğü imiş, hay yerin dibine geçsin böyle büyük!

İçi bilmece, dışı keşmekeş.

İç Güvenlik Yasası denen dayatma onaylandığı günden ve cinayetler yaşandığı andan beri tıpkı 1 Mayıs’ta İstanbul’un kelepçelenmesi gibi bu bina da kelepçelendi.

Dört bir yanı bariyer, C kapısının önündeki meydan kuşatılmış, çay ocakları kapatılmış, tuvalet yok, anlayacağız girişine ‘Açık Hava Cezaevi’ yazılsa kimse şaşırmaz.

Neden korkuluyor belli.

İçeride yaşanan adaletsizlikler, hukuksuzluklar kapının önünde protesto edilmesin, ‘aman efendimiz böyle bir şey görmesin’ derdindiler.

Kapı girişlerinde yaşanan arama-tarama, avukatlara, işi olan yurttaşlara yapılan darp bir ‘Ali kıran baş kesen’ tavrı.

İnanın uçağa binmek daha kolay!

Orada halka yaşatılan her şeyin bilinçli yapıldığına inanıyorum.

Yani RTE ne istiyorsa o.

Başsavcının Vali’nin Emniyet Müdürü’nün filan hiçbir yetkileri yok.

Taksim Dayanışması’nın Haziran Direnişi duruşmasının olduğu gün binanın içinde kayboldum.

Önce mahkeme salonunu bulmak için bir yap-boz bulmacasının içine düştüm. İn çık-çık in, sağa dön, sol yap, asansöre bin sonunda buldum, ara verildi bir çay içelim dedik, iki kat aşağıda bir balkonda çay içtik, sonra ara ki duruşma salonunu bulasın!

Film gibi, çeksen müthiş bir gülmece olur ama içi küfür ve hakaret dolu olduğu için anında sansür yer.

Aynı şey Anadolu yakasındaki beton yığını için de geçerli.

Ne zaman gitsem yolumu kaybediyor, küfürbaz oluyorum.

Bu binaları düşünen aklı da, tasarlayan mimarları da, uygulayan inşaat şirketlerini de tefe koymak lazım.

Çağlayan Adliyesi’ne en son, 1 Mayıs’ta AKP’nin Taksim yasağına okkalı bir şamar indiren Komünist Partili kardeşlerimin karar duruşmasına gittim.

Akşam 19.30, duruşma halen sürüyor, dedim ya bina ve çevresi kelepçeli, 250 kişilik onurlu bir çoğul bariyerlerin arkasında bekleşiyor, zifiri karanlık, hani üstümüze ay doğmasa göz gözü görmeyecek, içerden haber geldi, “3 yoldaşımız tutuklandı, 26’sı denetimli serbest”, önce kızgınlık taştı adalet denen ucubenin üstüne, sonra elden hiç bırakılmayan faşizme karşı mücadele kararlılığı.

Taksim’i özgürleştiren gençler geldiler; alkışlar, sloganlar ve “AKP yargıçları, savcıları aldıkları emri uyguladılar, bu hukuksuzluk bitecek, bu düzen sıfırlanacak” açıklaması yapıldı.

Tanıklık ettim.

Bu gençler var oldukça biter bu zulüm.

Sosyal medya da ‘oyuncu adamsın be kardeşim ne işin var oralarda, git çık sahnene işini yap, sana ne bu işlerden’ diyenler var!

Ama işin ucu öyle değil, artık oyuncular da, yazarlar da, çizerler de bunu bana söyleyenler de birer ‘makul şüpheli’ birer potansiyel sanığız.

Bu tanıklığı çoğaltmadan, ‘sanık’ yaftasını silip bu sıradanlığın suratına fırlatmadan hiç birimize rahat yok, hele benim gibi tez canlı birinin yazdığı ve söylediği hemen her şeye davalar açılırken, gericilik dörtnala ülkemi tarumar ederken susmak ölümdür.

Bu arada, Taksim Meydanı’ndaki ‘030’ adlı ‘köpek’ ile dost oldum, biline.

[email protected].