Yıkım müteahhitleri

Yönetim ilkeleri öğrenilir. Okulunda veya yaşamın içinde veya daha iyisi ikisini birleştirerek. Kapitalist sistemde aile şirketlerinin irileri, profesyonel yönetime olan gereksinimlerini uzun denemeler sonunda öğrendiler. Diğerlerinin önemli bir bölümü hala öğrenme sürecini tamamlayamadılar belki ama büyüme patikasına girenler öğrenme sürecini daha hızlı katediyorlar.

Yönetici pratiğim olmaksızın Tariş Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri (TSKB)’ne (üniversiteyle ilişiğimi kesmeden) Genel Müdür olarak atandığım zaman (1992), şartlar bana öğrenme sürecinin nasıl hızlı katedilmesi gerektiğini öğretti. Tariş’te dört ayrı birlik (ürünlere göre pamuk, zeytinyağı, kuru üzüm ve incir birlikleri), hepsinin ayrı ve kooperatif ortaklarınca seçilmiş yönetim kurulları vardı. O zamanki mevzuat gereğince, üçlü kararnameyle atanan genel müdür, aynı zamanda yönetim kurullarının da başkanıydı. (Bir seçilmiş yönetici YK başkan vekili oluyordu; genel müdürlerin yönetim kurulu başkanlığı sıfatı 1 Ocak 1994’te kaldırılınca, YK başkanlığı seçilmiş yöneticilere geçmişti).

Mart 1992’de göreve başladığımda manzara şuydu: Önceki genel müdür, uzun görev süresi sonlarında görevini iyice gevşeterek kendi görevlerini fiilen bir müdüre devretmiş, birliklerin yönetim kurulu üyeleri (özellikle de YK başkan vekilleri) ipleri ele geçirmiş ve kendi aralarındaki ve içlerindeki çekişmelerin de izlerini taşıyarak herbiri birer genel müdür gibi davranmaya yönelmişti. Kaotik bir durum vardı; gerekli yatırımlar yapılamıyor, önemli kararlar alınamıyor, personel tayinlerinin herbirine (odacılar dâhil) karışılıyor, personel ise çelişkili talimatlar aldığında kimi dikkate alacağına karar veremiyor, bu nedenle profesyonel idarecilerin herbiri bir yöneticiye yaslanarak kendisini güvenceye almaya çalışıyordu. Bana bağlı personelin benim verdiğim talimatları bile bir yönetim kurulu üyesinin onayından geçirmeye gayret ettiğini gördüğümde bu durumun sürdürülemez olduğunu henüz görevimin ilk haftasında ortaya çıkmıştı. Tarişbank hariç 3500 personelin çalıştığı, 4 birlik toplamı olarak yılık cirosu 300 milyon dolara ulaşan bir kooperatif birlikleri bütünü böyle yönetilemezdi. Esasen, yönetim kargaşası bir yana, yönetim kurulu üyelerinin hiçbiri de büyük işletme yönetimi deneyimine sahip değillerdi. (Ama büyük imkânların verdiği hızlı çıta atlamalar nedeniyle hiçbiri de durumdan şikâyetçi değildi).

Duruma bulduğum ilk acil çözüm, idari personeli toplayarak talimatları sadece tepesinde benim bulunduğum idari silsile içinde alabilecekleri, bunun dışında YK üyelerinden görev talimatları alamayacakları yönünde oldu. Bunun etkisi gecikmedi ve yönetim kurulları (ve öncelikle de başkan vekilleri) benimle görüşme talep ettiler. Onlara şunu söyledim: “YK, bir karar organıdır, icra organı değil. İcranın başında ben varım, sizin muhatabınız da benim. Personele ilişkin bir tasarrufta bulunmak istiyorsanız, bunu benden talep edin; yoksa ben bu personele söz geçiremem, burada yöneticilik yapamaz duruma gelirim. Genel müdürün fiilen devreden çıktığı geçen yılların özlemini duyuyor olabilirsiniz, ama artık o dönem geri gelmeyecek. İlerde birgün kendi genel müdürünüzü kendiniz belirleme olanağına kavuşursanız -ki bence de doğrusu bu olacaktır- o zaman dahi bu profesyonel yönetim anlayışından sapmayın; muhatap olarak genel müdürü alın, beğenmezseniz onu değiştirin”. Bu buluşmalar defalarca yapıldı, çünkü ellerindeki gücü devretmek istemediler; bir aile şirketinden bile daha geri (çünkü aile şirketinde iyi-kötü bir hiyerarşi vardır) bir yönetim anlayışını sürdürmek istediler. O dönemde DYP-SHP koalisyon hükümeti işbaşındaydı, önce Demirel sonra Çiller başbakandı; çoğu DYP’li olan seçilmiş yöneticiler benim görevden alınmam için o noktalara kadar ulaşıp şikâyetçi oldular. İşe yaramayınca yeni duruma uyum sağlamaya mecbur kaldılar. Bunun olumlu sonuçları kısa sürede görüldü. 3 yıllık görev sürem içinde, zarardaki Tariş’in (özellikle o zamanki en büyük birliği olan Pamuk Birliği’nin) kâra geçip üretici ortaklara risturn dağıtması mümkün hale geldi. (TSKB’ler, IMF-Dünya Bankası tarım programı kapsamında Haziran 2000’de özerk hale getirildiler, artık kendi genel müdürlerini kendileri belirler oldular, ama Program bu adımı Birliklerin devletten aldıkları mali destekleri kesebilmek adına atmıştı; mali kaynakları kuruduğu için TSKB’lerin birçoğu ağır borç yükleri altında zor duruma düştüler; profesyonel yönetim anlayışını benimseyemeyenlerin zorlukları daha büyük oldu, bir kısmı battı veya fiilen işlevsiz kaldı).

***

Bu deneyimimi neden anlattım? Bunun nedeni, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iktidarın TSK’yı çok geri bir yönetim anlayışıyla yeniden yapılandırmak istemesi oldu. Askeri okullarını kapatılması ve Fethullahçı ordu yerine imam hatipleştirilmiş bir ordunun ikamesi sürecinin başlatılması yeterince vahim bir gelişmedir kuşkusuz. Ama buradaki konumuz bakımından, genelkurmay başkanı ile ordu komuta kademelerinin ayrılması, bunların farklı sivil otoritelere bağlanması, her türlü yönetim ilkesinin dışına çıkan, iktidarın vesveselerinin ürünü olan ilkel bir dağıtma operasyonudur. 15 Temmuz Fethullahçı kalkışmasının TSK’ya ve ülkeye verdiği zararların katmerlenerek arttırılmasıdır. Eğer darbe girişimine destek veren emperyalizmin bir amacı da TSK’yı daha da güçsüzleştirmek idiyse, bu yeni yapılandırma tam da bu amaca hizmet edecek niteliktedir. Yukarıda dört parçalı bir TSKB için verdiğim örnek, TSK gibi hiyerarşi ve iç disiplinin herşey demek olduğu bir yapıda fazlasıyla geçerlidir.

Peki ama, TSK içinde dal budak sarmış Fethullahçı örgütlenmeye karşı zamanında hiçbir önlem almayan, adeta bunu yok sayan, darbe girişimini haber aldığı halde kalkışmayı önleyemeyen, hatta darbe gecesi aciz duruma düşürülmekten kendini kurtaramayan, şimdi de Anayasaya aykırı bir KHK ile kendi komuta kademesinden koparılan bir genelkurmay başkanının Yenikapı mitinginde kahraman edasıyla kürsüden konuşmasına ne demeli?

Başarıya ulaşmayan bir darbe girişimi kadar iktidarın işine yarayan bir şey olamazdı. Zaten bu nedenle “Allahın lütfu”dur. Eski rejimin yıkım müteahhitliğinde son hesaplaşmaların radikal bir biçimde görülebilmesinin yollarını açtığı için. Ama daha önemlisi, yeni rejim kurmanın siyasi meşruiyetini, bunun için kitleleri seferber etme olanaklarını iktidara verdiği için. İktidardan hesap soramayan muhalefetin, iktidarın hamlelerinden sakınmak adına, kendini iktidara destek vermeye mecbur hissetmesini sağladığı için. Daha ne olsun?