Yeni yıla şiddetli başlangıç

Yeni yıla savaş tezkeresinin gölgesi altında girmiştik. Sonuçları gecikmedi. Libya'daki iç savaşa Trablus Hükümeti yanında doğrudan askeri müdahalede bulunmak üzere, Saray'dakinin deyişiyle, "Askerlerimiz peyderpey gidiyor; harekât merkezi kurulacak, bir korgeneral süreci yönetecek. Muharip güç olarak bizim orada farklı ekiplerimiz olacak, bizim askerimiz içinden değil". Dikkati çeken nokta, "orada farklı ekiplerimiz olacak" sözleri; bundan, TSK'nın yanında götüreceği ÖSO türü paralı askerler ile sahadan devşirilecek güçlerin kastedildiğini anlamak için derin bilgilere ihtiyaç olmayabilir. Her durumda deniz aşırı Libya "seferinin" Suriye operasyonları kadar kolay olmadığını, hele Libya enerji kaynaklarına dönük emellerin boylarını aşabileceğini belki ancak görerek/yaparak öğrenebilecekler (başka türlü öğrenemiyorlar). Kaldı ki, sınırımızın dibindeki Barış Pınarı harekâtının bile Beyaz Saray'dakinin bir tvitiyle nasıl aniden durdurulduğunu biliyoruz. Emperyalizme sırtını dayayarak alt-emperyal güç olma hevesinin sorunu, kırmızı çizgilerin egemen güç tarafından çizilmesidir.

ABD'nin İranlı tümgeneral Kasım Süleymani'ye ve Iraklı resmi Şii örgütü Haşdi Şabi'nin başkan yardımcısı Ebu Mehdi el Mühendis'e karşı 3 Ocak'ta düzenlediği suikast (ayrıca Süleymani'nin konvoyunda biri tuğgeneral olmak üzere dört subay daha bulunurken, Haşdi Şabi'nin halkla ilişkiler ve protokol müdürü Cabiri de yaşamını yitirdi), bölgede vekaletli/vekaletsiz savaşların yeni bir evreye gireceğinin işaretini de veriyordu. ABD yönetimi, emperyalizmin haydut devlet kostümünü bölgede pervasızca kuşanmaktan şimdilik pek gururlu görünebilir, ancak eyleminin sonuçları şimdiden beklediğinden farklı olacak gibi duruyor. 

REJİM İNŞASINDA VİTES BÜYÜTMEK

Şimdi yeni soru şu olabilir: Bölge daha da karışırken bizim Saray erkânı gerek Libya'da gerekse Suriye ve Irak'ta "selden kütük kapmaya" mı çalışacak? Bu olasılığın bizim Saray'da tartışılmakta olduğunu sezmek için uzman olmaya gerek olmayabilir. "Selden kütük kapmanın" bir dış cephesi var: ABD-İran ilişkileri sertleşirken, Türkiye, Rusya-İran ile ABD/NATO cepheleri arasındaki salınımında yeni bir momentum kazanabilir mi? Yoksa bu salınımın tamamen sona ermesi ve Türkiye'nin safını belli edecek bir tercihe zorlanması olasılığı yükselir mi? Birinci olasılığın ömrünün artık sınırlı olabileceğini, ikinci olasılıkta ise AKP Türkiye'sinin ABD/NATO cephesinden kopamayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. (RTE'nin, "Kanal İstanbul Montrö kapsamında değildir. Boğazların Montrö'ye tâbi olmasına da bir çözüm buluruz" sözleri, hangi kıbleye dönük durduğunun, eğer gereği varsa, son işaretidir). ABD-İran arasındaki çatışmanın büyümesi olasılığı da buna eklenirse, bölgede yeni güç dengelerinin oluşmasına, Türkiye'nin Suriye'de "selden kütük kapma" heveslerini büyütmesine kapı aralanacaktır.

İç cephedeki "kütük" ise, oy tabanı zayıflayan İslamcı iktidarın temel varoluş nedenini hızlandırması yani İslamcı rejim inşasında vites büyütmesi olarak anlaşılmalıdır. Bunun bütün işaretleri, örneğin MİT'in KALE'sinin dualarla açılması gibi, peşpeşe gelmektedir. Ama daha önemli işaret RTE'nin "şehirlerimizi korumak için kolluk güçleri yeterli değil" sözleriyle verilmiştir. Gerçi Saray emrinde paralel kolluk güçleri oluşumu hazırlıklarının yeni olmadığını biliniyor. Şimdi yeni olan, bunun sahaya yansıtılması aşamasına gelindiğine dair işaretler. Saray'ın askeri danışmanı ve kolluk güçlerine paralel güçler oluşturma projesinin mimarlarından olan SADAT Başkanı Adnan Tanrıverdi'nin "Mehdinin gelişine hazırlanmalıyız" sözleri, sadece hastalıklı bir kişiliğin tezahürü olarak algılanmamalı. 

Paramiliter bir İslamcı milis gücünün oluşturulması, buna ülkücü tayfadan da destekler alınması, gönüllü ve yarı-profesyonel/profesyonel birlikler halinde örgütlenmesi, gerekirse meşruiyet sorununun bir CBK ile çözümlenmesi gibi hazırlıklar içine girildiyse eğer, bunun iki temel nedeni olduğu doğru kavranmalı. Birincisi, ikna/rıza yoluyla (seçmen çoğunluğunun desteğiyle) kurulması artık imkânsızlık sınırı içine giren İslamcı rejim (şeriat devleti) projesinin zor/şiddet kullanılarak (iç savaş olasılığını da içerecek şekilde) gerçekleştirilme aşamasına geçilmesi. İkincisi, İslamcı iktidarı yerinden edebilecek her türlü olasılığın (Gezi Direnişi gibi halk hareketlerinin veya sandık tepkilerinin) tamamen bertaraf edilmesi. Bertaraf etmekten maksat, örneğin sandıkta seçimler yitirilirse bunu geçerli saymayarak iktidar milislerinin sahaya sürülmesi anlaşılmalı. Başarılı olur mu, o ayrı bir hikâye; burada nelerin göze alındığından söz ediliyor.

Saray'ın kanatları altındaki SADAT'ın başka marifetleri de eklenirse, belki iktidarın neleri göze aldığı daha iyi farkedilebilir. SADAT'ın İstanbul'da düzenlediği, THY, Aselsan, Beyoğlu ve Sancaktepe Belediyeleri gibi resmi kuruluşların da destek verdiği "3. Uluslararası İslam Birliği Kongresi" bir "ASRİKA İslam Devletleri Birliği" önermekle kalmıyor, bu birliğin bir şeriat Anayasasına göre yönetilecek bir "İslami Ülkeler Konfederasyonu" oluşturmasını, resmi dilinin Arapça, merkezinin İstanbul olmasını ve Anadolu dahil olmak üzere eyaletler sistemini (kuşkusuz hepsi İslami temelde) benimsemesini öngörüyor. (2008'de "AKP'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu"na dair Anayasa Mahkemesi kararının gerekçeleri, bugünkü durum yanında neredeyse masum kalıyor. Eksiklik, artık Cumhuriyet Savcılarının ortalıkta olamaması).

Faşizmin mevcut durumda zaten tüm kurumlarıyla oluşmuş olduğunu düşünenler nahoş sürprizlere açık olsunlar: İslamcı faşizmin tam yerleşmesi durumunda bugünkü özgürlük kırıntılarının bile geçerli olamayacağını, hatta belki de çok partili düzenin dahi tarihe karışabileceğini hesaba katmalılar. Bu denli büyük bir altüst oluş için tam da dış cephelerdeki savaşların kızıştırıldığı, içerde kışkırtılmış bir terörün ve bir iç savaşın tohumlarının yeşertildiği, yani tam da düzen ve otorite taleplerinin yükseldiği bir momentumun kollanacağı veya yaratılacağı düşünülmeli. Demokrasiyi sadece kendisi için kullanan bu faşist cerahatin kolay kolay temizlenmeyeceği bilinmeli.

***

Cumhuriyet Gazetesi hakkında zorunlu bir not: Türkiye'de anti-komünist hezeyanların liberal ve İslamcı basının ortak paydası olduğu bilinir. Şimdi bunlara Elçin Poyrazlar adlı kişinin "İçi geçmiş varoluşçular, azgın Marksistler" başlıklı yazısına 5 Ocak tarihli Pazar ekinde yer veren Cumhuriyet Gazetesinin de katılmış olduğunu görmek, öncelikle bu gazetenin kendisi ve okuyucuları adına büyük talihsizlik. Bir karikatür bile denemeyecek bir marksizm algısına sahip zavallı bir entelektüel kapasitenin ürünü olduğu anlaşılan bu yazı, aynı gazetenin marksist kimlikli yazarlarına da bir hakaret ayrıca.