Siyasi seçenek olabilmek

İktidar içte ve dışta zor günlerden geçiyor. Bu zorlukların önemli bölümü bizzat iktidarın ve liderinin kendi yanlış politikalarının/ideolojik saplantılarının sonucu. Bununla birlikte iktidar bunlardan ders çıkarmakla uğraşmıyor. Daha önce hep yaptığı gibi, bazen bir geri iki ileri, bazen -daha da sıkışmışsa- iki geri bir ileri adımlarla hedefine doğru mehter takımı yürüyüşünü sürdürmeye odaklanıyor. Geri adımlarını asla siyasi karşıtlarıyla veya Cumhuriyet'in kurucu ilkeleriyle bir uzlaşmaya veya ana hedefinden uzaklaşmaya dönüştürmüyor.

2018 ortasındaki döviz krizinde olduğu gibi, faiz inadından büyük geri adımlar atmayı (yani hem ekonominin gerçeklerine hem uluslararası finans kapitale boyun eğmeyi) içine sindiriyor; ama faizleri enflasyonun tek nedeni görerek hızla düşürme saplantısından vazgeçmiyor. Bunun için 2019'da TCMB'nin kısmi karar bağımsızlığının son tortularını dahi askıya almaktan çekinmiyor. Eskiden bir yasanın geçmesinde sorunlar olduğunda bunu dinlendirip tekrar getirmek veya torba kanunlar içine yedirmek gibi yöntemleri kullanırdı. Şimdi artık CBK'larla çok daha geniş bir hareket alanı elde etmiş durumda. Gene de torba kanunlarla veya gece yarısı önergeleriyle, yasal düzenlemelerin gerçek mahiyetini gizleme uygulamaları rafa kaldırılmış değil. Çünkü çok işlevsel; çünkü muhalefetin gecikmiş tepkilerini karşılamak ve yönetmek, sıcak tepkilerini yanıtlamaktan daha kolay. 

AKP'nin iktidar süreci yalnızca sürekli yenilenen iç koalisyonlar, bunlarla kurulan iktidarı paylaşma / iktidardan tasfiye / çatışma ilişkilerinden ibaret değil. AKP ve RTE, kendileri için "her şer'den bir hayır çıkarma"yı düstur eylemiş durumdalar. Bu nedenle, en zor durumlarda (örneğin 17-25 Aralık 2013 sürecinde) bile bir karşı saldırı zemini oluşturulmaya girişiliyor; bakanların istifa ettirilmesi bile bir geri çekilmeden farklı bir şey gibi sunulmaya çalışılıyor. Her türlü toplumsal denetimin dışında kalmayı garanti ederek toplumun en azından yarısının kendisine biat edeceğinin hesabı yapılıyor. Bunun için, Demirel'in ünlü deyişini yani "taraftarlarının ağzına laf vermeyi" de hiç ihmal etmiyorlar. 

Dolayısıyla, iktidar kanadı iç ve dış zorluklardan sürekli olarak kendi iktidarı lehine sonuçlar çıkarmaya çalışmaktan geri durmuyor. Dış sıkışmışlıkları, milliyetçi hezeyanlara dönüştürerek içerde siyasi hasımlarının eleştirilerini geçici olarak sönümlendirmenin veya dahası onlara yüklenmenin fırsatı olarak kullanmaktan çekinmiyor.

Fakat şimdilerde işleri o kadar da yolunda gitmiyor. Anketlerin gösterdiği gibi iç desteği her alanda zayıflıyor. En az destek gördüğü alan da Suriye politikası... Dün itibariyle "beş askerin daha şehit olduğu" haberi gelince, mevcut iktidar aklının gerginliği tırmandırmadan başka bir seçeneğe meyletmesi zor görünüyor. Daha önce söylenmişti: Suriye'ye girmekten daha zor olanı, Suriye'den çıkmaktır. "Onurlu bir çıkış" olanağının da artık giderek yitirilmekte olduğu bir yeni dönüm noktasına giriliyor olabilir.

ŞİMDİ SEÇENEK OLUŞTURMANIN TAM ZAMANI

İktidarın toplumsal desteğinin zayıfladığı bir ortamda anamuhalefete düşen şey, yeni bir siyasi seçenek oluşturabilmektir. Bunun temel ekseni de, topluma iktidarınınkinden farklı bir toplum projesi sunabilmekten ve bunu halka maledebilmekten geçiyor. Bunun için 2014 öncesine dönüş gibi kolaycı ve kestirme çözümler bulunmuyor.

İktidarın toplum projesi iki bölümlü: Cumhuriyet'ten arta kalanları tamamen tasfiye etme ve kendi rejimini kurma. Bunları kâh açık kâh örtük biçimlerde topluma sunuyor. Farklı toplum kesimlerine de farklı siyaset dilleriyle hitap edebiliyor. Tamamen dışladığı "karşı mahalledeki" seçmenleri (bir yerel seçimi alma gibi fırsatçılıklar dışında) zaten genellikle umursamıyor. Her durumda, sınırları/hedefleri belli bir programı topluma sunma ve tartıştırma ekseni üzerinden ilerlemiyor. İslamcı otokratik rejimini, inşa sürecini göstere göstere uyguluyor; hiçbir adımı için hesap vermeye yanaşmıyor, bu adımlar kendi Anayasasına bile aykırılıklar içerse dahi... Laikliği ayaklar altına bu yöntemle alıyor örneğin. Meclis içi muhalefetin tümünün laiklik üzerinden bir tartışmayı göğüsleyemeyerek edilgen bir konuma çekileceğini öngörüp fırsata da çevirerek.

***

Anamuhalefet partisi bugünlerde kongrelerini yapıyor ve önümüzdeki ay toplanacak kurultayına hazırlanıyor. Bu hazırlık, CHP'nin kendi iç demokratik tartışma ve yarışma sürecinin önemli ölçüde budanması üzerinden gerçekleşiyor. Genel merkezin istemleri doğrultusunda büyük illerde (hatta büyük ilçelerde) tek adaylı il (ilçe) seçimlerine gidiliyor. Buna tepkiler de oluşuyor. Örneğin İzmir'de seçilen il başkanı kullanılan oyların yarısını bile alamadan seçiliyor! Başka deyişle, geçersiz oylar birer tepki oyuna dönüşüyor. Gerçi çok adaylı kongreler yapılıyor olsaydı dahi buralarda CHP'nin iktidara yürüyüş projelerinin tartışıldığı ve yarıştığı bir havanın oluşması beklenemezdi. Bu gelenekler 1980 öncelerinde kaldı. Aynı durumun 28-29 Mart'ta yapılacak Kurultay açısından da geçerli olacağı söylenebilir. Gerçi, seçilme olasılığı olmasa da, Kurultay'da adaylık sürecini tamamlayabilen bir partilinin hiç olmazsa böyle bir tartışma başlatması olasılığı sıfır değildir. Ama bu tartışmanın -en azından bu Kurultay'da- bir yere varması beklenemez.

Bununla birlikte, CHP içinde "iktidara yürüyüş" stratejileri bakımından olsun, iktidara gelinirse hangi siyaset çizgisinin izleneceği bakımından olsun, iki ayrı yaklaşım olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi CHP Genel Başkanı üzerinden yürütülen stratejidir ki uzunca bir süredir uygulandığı için ve kenarından köşesinden bazı öğeleri alenen dillendirildiği için esas olarak bilinmektedir. Dinci iktidarın seçmen kitlesine ters gelmeyecek, toplumdaki genel kabullere ters düşmeyecek, "cennette ev vaadi" gibi endüljans ve din ticareti saçmalıkları dışında eğitimin ve devletin dincileştirilmesi topuna girmeyecek (5 temel sorundan biri "eğitim" olarak görülürken, anti-laik eğitime dolaylı bir ima yapıldığıyla avunabilirsiniz, ancak TÜSİAD bile bu konuda daha açık görünüyor), egemen ekonomik sistemi ve sermaye çevrelerini karşısına almayacak, dış politikada köşeli görünmekten kaçınıp güvenilir siyasi alternatif imgesi verecek bir uzlaşmacı orta yol tutturulmasıdır. Burada AKP artığı siyasi oluşumlarla yakın ilişkiden, sağ siyasetçilere önemli temsil görevleri verilmesi de vardır. İstanbul ve Ankara seçimlerinin kazanılması, bu politikanın doğrulanması olarak sunulabilir veya öyle düşünülmesi sağlanabilir, ama gerçek tam da böyle değildir.

Parti tabanında ve küçük temsiliyetlerle Parti Meclisi ve Meclis Grubunda, eski parti yöneticilerinde tam da böyle düşünmeyen, laiklik konusunda olsun, iktidarın dinci bir rejim inşası projesine veya otokratik eğilimlerine karşı çıkış konusunda olsun, neoliberal ekonomik politikalara seçenek oluşturma konusunda olsun iktidara tam cepheden ve çok daha sol bir perspektiften muhalefet edilmesi ve alternatifin bunun üzerinden oluşturulmasını düşünenler bulunmaktadır. Ancak bu yaklaşımın CHP'nin hâkim güncel yaklaşımı olmasının bugün için koşulları bulunmamaktadır.

Önümüzdeki haftalarda belki bu konuya yeniden dönme fırsatı bulabiliriz.