Siyasetin yeniden tanzimi

Fransa’da sistemin adayı Cumhurbaşkanlığını kazanmış olabilir. Ama bu, sistem partilerinin bayram edebileceği bir durum değil. Haziran’daki genel seçimlerde yeni bir deprem bekleniyor; bu depremin partiler sistemini daha derinden sarsması artık kaçınılmaz görünüyor.

Macron’un yerleşik siyasi partiler tekelini genel seçimlerde kıramadığı olasılıkta, Fransa’da cumhurbaşkanı ile parlamento çoğunluğu arasında zoraki bir birlikte yaşama (co-habitation) dönemi açılacak demektir. Ama bu artık mümkün görünmüyor.

Önce Macron’a kanca atarak kendilerine çekmeye çalışan merkez sol Sosyalist Parti’nin (PS) sağ kanadı ile merkez sağ ve liberal partiler/hareketler, şimdi Macron’un adayları arasında daha fazla yer bulma telaşındalar. Malum, Fransa’da her seçim çevresinden tek bir milletvekilinin seçildiği dar bölge sistemi uygulanıyor; dolayısıyla, Macron’un adayı olmak demek onun (bizdeki anlamıyla) birinci sıra adayı olmak demek. Tabii şanslar her seçim çevresinde aynı değil.

Eğer Macron’un siyasi hareketi bu seçimlerde Meclis çoğunluğunu sağlayacak bir başarı kazanabilirse, bu, Fransa’da bildiğimiz siyasi yelpazenin çöküşü anlamına gelecek. Macron ve hareketi, kurduğu ittifaklar (Bayrou’nun liberal hareketi vs.) ile yola ne kadar devam edebilecek ayrı bir konu; fakat çatırdayan partilerin yeniden toparlanması pek zor olacak. PS açısından bakılırsa, bu partinin en azından sağ ve sol kanatlarının vuruşması sonrasında kendi içinde önemli dönüşümler geçirmesi ve uzunca bir süre siyasi yaşamın marjında kalması beklenebilir. 

Macron’un gelişini başından itibaren desteklemiş olan Fransız büyük sermayesi ve medyası açısından, siyasetin yeniden tanzimi kendi çıkarları doğrultusunda olacağından şimdilik sorun yoktur. Sorun, sermayenin bu yeni Truva atının tökezlemeye başladığı andan itibaren ortaya çıkacaktır.Bu tökezlemenin ortaya çıkması için çok fazla beklemek de gerekmeyebilir. Henüz bu yıldan itibaren ortaya çıkabilecek sınıfsal/sendikal tepkiler Macron iktidarının başını ağrıtmaya başlayabilir. Le Pen’ci sağın da boş durmayacağı söylenebilir.

Macron’un gecikmiş (ve hatta anakronik) bir “üçüncü yol” retoriği dışında yeni bir hikâyesi de yoktur.  Serge Halimi (Le MondeDiplomatique, Mayıs 2017), “Macron’u dinlemek, ta 1990’lardan itibaren William Clinton’u, AnthonyBlair’i ve GerhardSchröder’i birkaç yıl gecikmeyle yeniden dinlemek gibi bir şey; ve onun peşine takılmak, Hollande’dan daha fazla neoliberal ilerlemenin ‘üçüncü yolu’na angaje olmaya götürecek” diyor. Belki bu bize kapitalizmin egemen sınıflarının barutlarının tükendiğini de göstermektedir: Aynı politikaları sürdürmek için genç, parlatılmış yeni simaları büyük medya operasyonlarıyla sahneye sürmek. Peki, nereye kadar?

***

Ya Türkiye’de siyasetin yeniden tanzimi? Aslında bu tanzim 1980 darbesinden itibaren siyasi partileri kapatmak üzerinden kaba yöntemlerle başlatılmıştı. Daha sonra, siyasetin kendi iç dinamikleri ile iç ve dış güçlerin müdahaleleri etkili oldu. 

Merkez sola bakarsak, 12 Eylül kısıtlarının ürünü Halkçı Parti, daha bağımsız bir SODEP ile birleşerek SHP içinde ömrünü tamamladı. SHP’nin ömrünü tüketen, DYP koalisyonu kadar 1994’teki emek karşıtı 5 Nisan Kararlarına angaje olmasıydı. 1994 yerel seçimlerine yeniden kurulan CHP’nin de katılması sonucunda, SHP’nin 1989’da büyük bir başarıyla kazandığı üç büyük il ile birlikte birçok önemli yerel yönetim biriminin dinci sağa (RP) ve sağa kaptırılması sonucu doğdu. Yeni CHP, aldığı yüzde 4,7 oy oranıyla merkez solun yerel seçimlerde ülke çapında siyasi bir çöküntüye uğramasına yol açarken, SHP ile yarıştığı kulvarda “vazgeçilmezlik” ünvanını kazanıvermişti. Seçimlerin kaybedilmesi pahasına partilerin birleşmesi sağlanmış, CHP’nin SHP’yi içinde eritmesiyle aile içi sorunun kısmen çözüme kavuşması becerilebilmişti.  Ama bu 1995 seçimlerinin kaybedilmesini ve 1999 genel seçimlerinde baraj altında kalınmasını engellemeyecekti. Seçmen, 1994 hatasını henüz affetmemişti ve oylarını DSP’ye kaydırmıştı. 2002 seçimleri DSP’nin de tarih olmasına yol açacak, CHP ise merkez solun tek ama -palazlanan dinci sağın karşısında- yetersiz hareketine dönüşecekti. 2010’daki lider değişimi, 3-4 puan artışa rağmen, merkez sağı kendi içinde eriten dinci partiye karşı güçsüz bir konumda kalmasına ilaç olamayacaktı. 

Türkiye siyasetinin sağının yeniden tanzimi belki daha radikaldi. 12 Eylül’ün partisi ANAP, AP geleneğinin uzantısındaki DYP’yi tasfiye edememişti. Ama 2001 krizi ile yükselen dinci sağın birlikte etkisiyle her ikisi de tasfiye sürecine girecekti. (AKP’nin etkisi bu partilere dıştan müdahaleleri de içeriyordu). AKP’nin bugün milliyetçi sağı da kısmen yedeğine almaya kadar gidebilmesi, bu metamorfozun nihai bir evresi gibidir de. 

***

AKP’nin varlığı ve sağ siyaset üzerindeki tahakkümü, aslında giderek merkez solun hareket alanını da belirlemeye başlaması demekti. Görünürde tek parça haline gelmiş bir sağ hareket, Türkiye koşullarında açık ara siyasi çoğunluğunu garanti etmek anlamındaydı. Böylesine baskın bir siyasal İslamcı hareket iktidarı tutunca, onun dışında kalan üç siyasi akımın (CHP, MHP ve HDP) onu dengeleyici bir ağırlık taşıması güçtü, hele milliyetçi sağın partisi de iktidar partisine yanaşma çabası içindeyse (son referandum şimdilik istisnai niteliktedir). Dolayısıyla muhalefetin merkez gücü olan CHP’nin önemli bir işlevi de, mütehakkim iktidar partisine karşı eşitsiz bir dengeleme aracı rolünü oynamak olmaktadır. 

CHP’nin politikalarının eleştirisinden bağımsız olarak şu söylenebilir: AKP’nin iktidardaki baskın niteliği, CHP’nin de ağırlığını korumasına olanak veriyor. Yüzde 25-26 oranındaki oyu belki yukarıya gidemiyor, ama aşağıya da gitmiyor veya bir başka merkez sol hareket veya sosyalist sol hareket tarafından (şimdilik) tehdit edilemiyor. AKP tehdidi, CHP açısından bir vazgeçilmezlik ve bölünemezlik formülüne dönüşüyor.

Sonuçta, AKP’nin ezici ağırlığı sadece sağı başka siyasetlere kapatmakla kalmıyor, solu da CHP dışına önemli ölçüde kapatmış oluyor. Böylece adeta simbiyotik bir ilişki doğuyor. AKP ile CHP’nin belki de birlikte varlığı nesnel olarak bunu başarmış oluyor. AKP’nin arzuladığı iki partili sistem de bunun üzerine kurgulanıyor.

Ama şimdi artık bütün bunların sorgulanacağı yeni bir döneme de giriliyor olabilir. Çünkü son referandumun da gösterdiği gibi, AKP’nin sağı tutması artık o kadar kolay değil; AKP çözülürse solda da alternatifler ortaya çıkacaktır; en azından sosyalist solun önü de açılabilecektir.