Sahte refah algısı: Nereye kadar?

Bugünlerde AKP Türkiye'nin gündemini Anayasa ve Meclis İçtüzüğü değişiklerine kilitlemiş durumda. Buralarda ne yapmak istediği kimsenin meçhulü değil; 24. yasama dönemi deneyimlerine bakmak yeter de artar. Bu arada ülke ve bölge kaynıyor ama muhalefet iktidarın peşinden sürüklenmekten başka birşey yap(a)mıyor.

Biz şimdilik bu sıcak siyaset gündemini bırakalım. İslamcı otokratik bir rejim kurucusu olan bir siyasal oluşumun, hiçbir siyasi etik normu olmaksızın, din sömürüsünü ve siyasi konjonktüre göre değişkenlik gösteren barış veya savaş silahlarını kullanmak dışında kitleleri yanında tutabilmek için hangi ekonomi araçlarına başvurduğuna bakalım. Böylece yeni bir yılın başında AKP'nin 13 yıllık iktidarının ekonomi cephesinden kestirme bir muhasebesini de yapmış olalım.

***

AKP döneminin bütününde, milli gelir (MG) içindeki ücret payları azalmaktadır. Ayrıca ücretler emek üretkenliği artışına koşut bir artış da göstermemektedir. Ücret payları azalırken, ücretliler üzerindeki vergi yükleri de yükselmektedir. Bu, bir yandan bir doğrudan vergi türü olan Gelir Vergisi'nin yarıdan fazlasının ücret gelirleri üzerinden alınmasıyla, diğer yandan da ağırlığı sürekli artan dolaylı vergi yükünün en çok emekçileri baskılamasıyla ortaya çıkmıştır. Öyle ki, gelir ve vergi payları birlikte el alındığında, ücretliler üzerindeki hem dolaysız hem de dolaylı vergilerin baskısı dönem boyunca artış eğiliminde olmuştur; yani ücretlilerin vergi yükü artışı gelir artışlarını geçmiştir.

Çalışma koşullarındaki kötüleşme, eğretileşme, resmi işsizlik oranının yüzde 10 ortalamasının altına çekilememesi, gerçek işsizlik oranının bunun neredeyse iki katına yakın gerçekleşmesi, genç işsizliğinde tırmanma, kadın emeğinin sömürü oranının yüksekliği gibi ilave etkenler de emeğin durumunu ağırlaştırmıştır.

Diğer bir geniş kesim olan küçük köylülük de kaybedenler arasındadır. Tarımın milli gelir içindeki payı dönem boyunca azalmıştır. Ayrıca tarıma dönük bütçe transfer (destekleme) harcamaları da MG'in yüzde 0,6'sı düzeyinde sınırlanmıştır. Ancak bu desteğin de tamamına yakın bölümü çiftçinin kullandığı girdilerden sadece mazot üzerindeki vergilerle geri alınmıştır. (2014 yılında tarıma toplam destek 9,7 milyar lira iken, sadece çiftçinin kullandığı mazot üzerinden alınan ÖTV ve KDV toplamı 9,2 milyar liradır)!

Bu dönem boyunca ekonomi dış kaynaklarla beslenmiştir. Dış borçlar 129 milyar dolardan 2015 sonunda 400 milyar dolara tırmanmış, kamu iç borçlanmasında da buna koşut bir artış ortaya çıkmıştır. Bir diğer olağandışı kaynak, özelleştirmelerden elde edilmiştir. AKP döneminde 60 milyar dolarlık bir özelleştirme geliri elde edilmiş ve bunun bir bölümü de doğrudan yabancı sermaye girişine konu olmuştur.

Ekonominin bu kadar yüksek bir borçlanma kapasitesi geliştirebilmesi, uygun dış mali piyasa koşulları ortamında, yabancı sermayeye/sıcak para akımlarına çok yüksek reel faiz getirisi sağlanmasıyla mümkün olabilmiştir. (AKP/Erdoğan faiz lobisi arayacaksa, aynaya bakması yeterlidir).

Bunca kaynak girişine rağmen, ekonominin yüksek tempoda (yüzde 7'yi aşkın) büyümesi 2003-2007 dönemiyle sınırlı kalmış, 2008-2015 ortalaması Türkiye'nin uzun dönem ortalama büyüme hızının gerisine düşmüştür. Yani aslında, AKP'nin "ekonomik mucize" söylencesinin gerçek ömrü iktidarının ilk beş yılıyla sınırlı kalmıştır. Bu arada, en yüksek büyüme hızlarının olduğu dönemde dahi işsizlik oranında bir gerileme ortaya çıkmamış; buna karşılık, tasarruf oranlarının aşırı gerilemesi nedeniyle, ekonominin yavaşladığı dönemlerde dahi görece yüksek dış açıklar verilmeye devam edilmiştir.

Peki MG payları azalan ve üstelik daha fazla vergiye tâbi tutulan ücret ve kırsal küçük üreticilik gelirlerine dönük telafi mekanizmaları çalışmış mıdır ve yeterince uygun ölçeklere ulaşmış mıdır? Bunun yanıtı olumsuzdur. Sosyal yardım harcamalarındaki artış, çeşitli hesaplamalar göre, MG'e oranla yüzde 0,68 ile yüzde 1,5 arasında değişmektedir. Oysa sadece ücretlerin MG paylarındaki kayıplar MG'e oranla 4 puanın üzerindedir.

Buraya kadar sayılanların beklenen sonuçlarından biri, bölüşüm ilişkilerindeki bozulmadır. Nitekim bu dönemde hem gelir dağılımında hem de -daha da dramatik biçimde- servet dağılımında çok önemli bozulmalar ortaya çıkmıştır.

***

O zaman kritik soru şudur: Ekonomik koşullar geniş kitlelerin aleyhine çalışırken AKP'nin kitleleri efsunlamasının sürekliliği (ekonomik krizin etkisini gösteren 2009 yerel seçimleri ile 2013 sarsıntılarının izlerini taşıyan 2015 Haziran seçimlerindeki gerilemeler hariç) nasıl sağlanabilmiştir?

Bunun ekonomi düzlemindeki yanıtı, hanehalklarının da tıpkı kamu ekonomisi ve şirketler kesimi gibi yüksek bir borçluluk içine girerek gelecekten tüketmeleridir. Hanehalkı borcu 2003'te MG'in yüzde üçü kadar bir büyüklükteyken, bu oran 2013'e gelindiğinde yüzde 23,8 olmuştur! Bu, bütün gelir aşınmalarını fazlasıyla telafi eden, hatta fazladan harcama kapasiteleri yaratan bir gelir/borç akımı olmuştur. Böylece hanehalkı harcanabilir geliri 2003'te MG'in yüzde 7,5 düzeyindeyken, 2013'te MG'in yüzde 55,2'sine kadar tırmanabilmiştir. İşte AKP'nin kitlelerin gözünde yarattığı ekonomik mucize algısı budur. İçerde tasarruf oranları sürekli gerilerken tüketim oranları yükselmiş, bu tüketimin giderek artan bir bölümü de -ucuzlayan dövizin de katkısıyla- ithalattan elde edilmiştir. Kitleler sahte bir refah algısı içine sokulmuştur.

Şimdilerde döviz kurunun yükselmesi, yüksek borçluluk düzeyinin hanehalkı bütçelerini kemirmesi bu algıyı kısmen silmektedir ama her birey/aile borçlanmasının sorumluluğunu izlenen ekonomik politikalara değil de kendi kararlarına atfettiği için bu algının kırılması zaman alacaktır.

AKP'nin hâkim parti konumuna gelmesinin kuşkusuz iktisat-dışı etkenlerini, özellikle de 12 Eylül darbesinin etkileriyle kitlelerin aşıra sağa meyletmesinin AKP ile yeni bir ivme kazanmasını, köylülüğün ideolojik zemininin hızlı bir dönüşüme tâbi tutulamamasını da hesaba katmak gereklidir.