Kıdem tazminatı: Yeni hesaplar

Başlangıç sorusu şudur: Kıdem tazminatı fonunu (KTF) iktidar ve sermaye neden bu kadar büyük arzuyla isterler?

Sermaye açısından bu sorunun yanıtı basit gibidir: Kıdem tazminatı yükünü azaltmak ve zamana dengeli yaymak. İktidar açısından da basit gibidir: Sermayenin iktidarı olduğuna göre, bu yıllanmış talebi yerine getirmekten daha doğal ne olabilir?

Ama mesele bu kadar basit değildir. Daha büyük hesaplar vardır. Bu hesabın özeti, bir koyundan kaç post çıkarılabileceği üzerinde düğümlenmektedir. İktidar ve sermayenin büyük bölümüyle birbiri içine geçmiş çıkarlarının düğümünü çözmeye çalışalım. 

İktidar açısından: 

Bir: Bu tür cesametli fonlar oluşturma girişimleri, her zaman ilk bakılacak yerin kamu kesimi iç finansman dengeleri olduğunu fısıldar. Bu her zaman böyle olmuştur.  Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı (ÇTTH:1986)  ve Konut Edindirme Yardımı (KEY:1987) gibi istihdam fonlarının hangi büyük aldatmacalarla tezgahlandığını ama esas olarak kamu finasmanına uzun yıllar kaynak oluşturduğunu hatırlayın. ÇTTH primleri 2000 yılında aynı oranlarda yeni kurulan İşsizlik Sigortası Fonu'na (İSF) devredildiğinde de "bu bir kamuyu fonlama projesidir" diye yazmıştık. Sonuç ortada değil mi: (i) 2000-2015 arasındaki birikimli İSF gelirleri 128,7 milyar TL idi; bunun sadece 10,6 milyar TL'si işsizlik ödeneğine ayrılmıştı! (ii) Üstelik bundan daha fazlası (13 mr. TL) bütçeye yama yapılmış ve olası bütçe açıkları azaltılmıştı. (iii) Ama ayrıca, sermayeye yönelik teşviklerin (bölgesel, istihdam teşvikleri) önemli bir bölümü de buradan karşılanmıştı. Bitmedi: (iv) 2015 sonundaki 93 milyar TL'lik fon bakiyesinin yüzde 92'si uzun vadeli devlet tahvillerinde yatıyordu. Yani? Yani, kamu kesimi piyasadan bulamadığı uzun vadeli tahvil alıcısını, emrindeki fonda buluyordu. Böylece hem kamu iç borçlanma vadeleri uzatılmış oluyor, hem de bunun için ilave faiz maliyetleri yükü taşınmamış oluyordu. Az kıyak mı? Ama hala bitmedi: (v)  kamu kesimi, IMF'ye verilen taahhütler doğrultusunda kendi faiz dışı fazla (FDF) hesabını MG'e oranla yarım puan iyileştiriyordu. Ortalama tasarruf oranını yukarı çekmesi de cabası.

Daha ne olsun? Daha fazlası, bir rezerv fon yerine iki rezerv fon ile sağlanabilir. Kıdem Tazminatı Fonu da bunun için biçilmiş kaftandır. Eğer gerçekleşirse, üç etkinin ortaya çıkması garantidir: FDF ve tasarruf oranı yükselecektir, kamu borçlanması için yeni bir rezerv fon oluşacaktır. Diğer etkiler olursa, cabası olur.

(Ama durun, üç fon iki fondan daha iyidir: Medyaya yansıyan "otomatik BES" -Bireysel Emeklilik Sigortası-  tasarımı gerçekleştirilebilirse, KTF için geçerli olan bütün finansal etkiler burada da geçerli olur. Hatta dikkat: BES'in güçlenmesiyle uzun vadede SGK'ca ödenen emekli maaşlarını kısmak dahi gündeme gelebilir; SGK'nın merkezi bütçeden yapılan transferlerle dengeye gelebildiğini düşünürsek, bu işlem merkezi bütçe açıklarını da azaltır). Şimdiden kaç post etti? 

AKP iktidarı şimdiye kadar kamunun iç açıklarını makul düzeyde tutarak ikiz açıklar vermekten kurtuldu. Kredi notunun idare eder noktalarda tutulmasının en önemli nedeni buydu. İç açıkları sınırlaması, hem sıkı maliye politikalarına başvurması hem de sürekli olarak bütçeye yamayacak bir defalık gelir kaynakları bulmasıyla ilintiliydi. Özelleştirmeler, vergi afları,  2B uygulaması, yabancılara toprak satışı, döviz satışından elde edilen MB kârları vs. gibi olağanüstü transferler, bütçe açıklarını uzun yıllar dizginledi. Öte yandan, kamu-özel ortaklığı uygulamaları, dev yatırımlarında örtülü Hazine kefaletleri gibi yollarla da, bütçe harcamalarını kısa vadede perdelemeyi başardı; ama bunlar, görünmez kamu açıklarını sürekli şişirmektedir; yani sıkışıklık büyümektedir. İç açıkları dizginleyen olağanüstü gelir kaynakları ise büyük ölçüde tüketilmiş veya aşındırılmıştır. Dış borçların gerileyen MG'e oranı büyürken dış (cari) açıklar da önemini korumaktadır. Demek ki, iç açıkların mutlaka tutulması gerekir; bunun için olağanüstü kaynaklara ihtiyaç vardır ve KTF tam da bu işe yarayabilir. 

İki: İktidarının şu an için bir alternatifi olmasa da, sermayenin asıl iktidarının kendisi olduğunu arasıra sermaye kesimine hatırlatması ve kendisine mecbur olduklarını hissettirmesi gereklidir. Özellikle de, akıldışı dış politikasının birçok sektörü (turizm, ihracat, tarım, sanayi, ulaştırma) içine soktuğu kriz nedeniyle sermayenin belirli kesimlerine taşıttığı ilave yüklerin sorumluluğu üzerindeyken. (Bu, sermayeye dönük olağan taahhütlerini aşan olağandışı bir sorumluluk halidir).

Üç: Kıdem tazminatı konusu yabancı sermayenin de talepleri arasında olduğundan, iktidara, vazgeçilmezliğini bu çevrelere tekrar kanıtlama ve birkaç yıldır sarsılan itibarını da onarma fırsatı sunabilecektir; buna şu an her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Kaldı ki, yeni fon rezervleri demek, sermayeye yeni teşvik mekanizmalarının tasarlanabilmesi demektir.

Dört: Devletin kendisi de bir işveren olduğundan ( üstelik en büyüğüdür), kıdem tazminatı yükü kendisi için de azalabilecektir.

Sermaye açısından:

Bir: Kayıtlı istihdam yapan ve kıdem tazminatı yükünü taşeronluk uygulamalarıyla üzerinden tam atamayan sermaye kesimleri açısından kıdem tazminatı yükünden kurtulmak  onyılların talebidir. Kıdem tazminatı yükünü fonsuz aşağıya çekme yöntemleri (örneğin çalışılan her 12 ay için 30 gün tazminat hesaplanmasını 15 güne düşürmek gibi bir formül de önerilmişti işveren kesimince), fon sisteminde elde edilebilecek avantajlara kıyasla daha az cazip görünmektedir. Özellikle bugünlerde yeniden tartışılan Avusturya tipi fon modelinde, 12 ay çalışma karşılığında hak edilen tazminat bir haftaya kadar düşebilecektir. (Bk. Aziz Çelik, Birgün: 26.05.2016; Atilla Özsever, Birgün: 06.06.2016). 

İki: Sermayenin tazminat ödemeyen/kayıtdışı çalıştıran kesimlerine de yük aktarılmış olacağı için, büyük/orta boy sermaye böylece rekabet avantajı elde edebileceğinin hesabını yapacaktır.

Üç: Toplu ödemeler yerine Fona aylık düzenli küçük ödemeler yapılacağından sermayenin kendi fon yönetimi bundan olumlu etkilenecek ayrıca belirsizlikler ortadan kaldıracaktır.

Dört: İktidara yeni bir borçlanma kaynağı sunulmuş olacağından, devletin sermayenin üzerine yeni dolaysız vergi yükleriyle gelmesi frenlenebilecektir (tam da şu sıralarda yeni Gelir Vergisi Kanunu hazırlıkları yapılırken).

Beş: İSF'de olduğu gibi sermayeye yönelik teşviklerde yeni bir fon kaynağı oluşmuş olacaktır. Bir de şu sıralarda sermaye çevrelerin talep ettiği gibi İSF işveren payı yüzde 2'den 1'e düşürülüp bunun KTF primine sayılması iktidara kabul ettirilebilirse, sermaye açısından ballı börek bir durum oluşur. Prim yükü aynı kalırken, kıdem tazminatı yükü sıfırlanmış olur!! 

Altı: Varsa sendikalarla toplu olarak, yoksa da çalışanlarla bireysel olarak kurulan ilişkiler, orta-uzun vadede kıdem tazminatı gerilimlerinden/ kaygılarından/ tepkilerinden kurtulacağı için özellikle işveren açısından çalışma yaşamının denetlenmesini kolaylaştıracaktır. (Sendikaların başlangıç tepkileri atlatılabilirse).

Peki işçi açısından?:

Saymaya gerek var mı? Yukarıda dolaylı olarak anlatıldı. Ayrıca anlatılmayanlar da çıkarsanabilir durumda. Kıdem tazminatı hakkının büyük ölçüde tırpanlanması bir yana, bu tazminatın iş güvencesi bakımından oynadığı rol de büyük ölçüde silinmiş olacak.

Peki büyük bölümü iktidarın arka bahçesine dönüşmüş olan işçi sendikaları/ konfederasyonları bu saldırıya karşı direnebilecek mi? Türk-İş'in bu konunun genel grev nedeni sayılacağına ilişkin genel kurul kararı olduğunu biliyoruz. DİSK zaten direnecek gözüküyor. Hak-İş bile tabanına yenik düşebilir.

Yeterli olur mu?

Bu şimdiden bilinemez. Ama 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi de öngörülememişti.