Enflasyonun anlamları

Dün açıklanan enflasyon verilerinin neler ifade ettiği konusunda ayrıntılı bir tahlil yapmak ufuk açıcı olabilir. Madde madde ilerleyelim.

1- Eylül ayından sonra Ekim ayı enflasyon verileriyle Orta Vadeli Program'ın (OVP veya YEP=Yeni Ekonomi Programı) henüz 20 Eylül'de açıklanan 2018 enflasyon hedefi bir kez daha kadük oldu. Merkez Bankası'nın henüz geçen günlerde yapılan yılsonu enflasyon tahmininin de (yüzde 23,5) ömrü çok hızlı tükenmiş oldu. Geçen yılın Ekim ayındaki yüksek enflasyonun baz etkisine ve geçtiğimiz iki aydaki (Ağustos+Eylül) şok fiyat yükselişlerinin soğurucu etkilerine umut bağlayarak bu yılın Ekim enflasyonundan kısmi bir düzeltme bekleyenlerin de hevesleri kursaklarında kaldı. 

2- Kasım ve Aralık aylarında geçen yılın baz etkisi pek olumlu sayılamayacağından dolayı, şimdiden yüzde 25,24 düzeyine çıkmış olan yıllık tüketici fiyatları enflasyonunun (TÜFE)'nin bu yılı yüzde 26'nın üzerinde bitireceği kaçınılmaz görünüyor. Daha vahimi, üretici fiyatlarının (ÜFE) yüzde 45 gibi yüksek bir platoya yerleşmiş olması. TÜFE ile arasındaki 20 puanlık açıklık, önümüzdeki aylarda TÜFE üzerinde potansiyel bir maliyet baskısı yaratmaya devam edecektir. 2019'da TÜFE artışını OVP ve TCMB tahmini olan yüzde 15,9 düzeyinde tutmanın da zor olacağı şimdiden söylenebilir. Her durumda, Nisan 2019'a kadar baz etkisinin alayhte çalışacağı bellidir.

3- TÜİK'in 12 aylık yurtiçi ÜFE verisinin yüzde 23,73 olmasının bize gösterdiği ise, ithalata bağımlı ekonominin kur artışlarına koşut olarak enflasyonu da önemli ölçüde ithal etmekte oluşudur. Doların 31.12.2017'de 3,77 TL düzeyinden 5 Kasım 2018'de 5,45 düzeyine geldiği esas alınırsa, yüzde 44,5'luk bir kur artışı (veya TL devalüasyonu) söz konusudur. Bu kur artışının gerek ÜFE artış oranına gerekse imalat sanayii ÜFE artışına (yüzde 42,6) yakınlığı dikkate alınırsa, kur artışlarının ÜFE'yi ne denli etkilediği anlaşılacağı gibi TÜFE'ye gecikmeli etkisinin bundan sonra da süreceği tahmin edilebilir. Kaldı ki, Ağustos ve Eylül'de kurun çok daha yüksek seviyelere çıktığı düşünüldüğünde, kurun gecikmeli etkilerinin bugün görünenden daha fazla olabileceği de öngörülebilir. Bir önemli saptama da şudur: AKP döneminin dörtte üçünde TL yüksek değerli tutulduğundan, ithalatın içerdeki enflasyon üzerinde aşağıya itici bir etkisi olmaktaydı. Şimdi işler tersine dönmüştür. 

4- İthal petrol ve gaz fiyatlarındaki artışı ÖTV üzerinden sineye çekmenin sınırlarına muhtemelen Mart 2019 seçimlerinde gelinecektir. Ondan sonrasında fiyatlara buradan da artış baskısı gelecektir. Bu arada, Eczacılar Birliği'ne yapılan dayatmayla ithal ilaçlar için uygulanan 1 Avro =2,29 TL gibi zorlama kurların sürdürülebilmesinin de sınırlarına gelinmiştir. Birçok ilaç bulunamamaktadır. Grip aşısı gibi hastalık önleyici bir ilacın dahi bulunamamasının SGK üzerindeki dolaylı maliyetlerinin daha yüksek olduğunun farkına varamasalar bile, ilaç bulamayan hastaların şikayetlerini sürgit duymazdan gelmeleri olanağı yoktur.

5- Yıllık ortalama fiyat artışının, geniş kesimlerin temel ihtiyaçlarını oluşturan ürün gruplarında çok daha yüksek seyretmekte oluşu, sorunu daha yakıcı kılmaktadır. TÜFE'nin yıllık artışı yüzde 25,24 iken, bu oran gıda ve alkolsüz içki grubunda yüzde 29,26; ev eşyası grubunda yüzde 37,92; ulaştırmada yüzde 32, çeşitli mal ve hizmetlerde yüzde 31,50, konutta yüzde 25,72'dir. Okulların açıldığı Ekim ayında giyim ve ayakkabıda yalnızca bir aylık fiyat artışı yüzde 12,74'tür. Düşük gelirli ailelerin maruz kaldığı enflasyon oranı demekki çok daha yüksektir. Bu gruptaki ailelerin gıda harcamalarının bütçelerinin asgari üçte birini oluşturduğu düşünülürse, satın alma güçlerindeki kayıpların daha önemli olacağı anlaşılır. Enflasyon, en adaletsiz vergi olma işlevini en çok sabit ve düşük gelirli aileler üzerinde hissettirir. 

6- Daha kötüsü ne olabilir? Daha kötüsü, enflasyon ile birlikte ekonomik durgunluk veya gerilemenin birlikte yaşanması (stagflasyon) olabilir. Ekonomik durgunluk veya küçülme dönemlerinde, aile içinde işini kaybedenler, şanslıysa geçici bir süre işsizlik sigortasının asgari ücreti geçmeyen ödemeleriyle durumu idare etmeye çalışanlar, işini kaybetme korkusuyla daha düşük nominal ücretlere "ikna" edilenler, iş bulmak kaygısıyla kayıtdışı istihdama razı edilenler, bütün bunların üzerine bir de acımasız enflasyon vergisini sırtlanırlar. Hane halkının gelir düzeyinin çok aşağıya çekilmemesi için daha önce işgücü piyasasına girmemiş kadınlar ve çocuklar da bu piyasaya emek güçlerini arzederken (kriz dönemlerinde işgücü arzı azalmak yerine artmaktadır) daha ağır sömürü koşullarını kabullenmeye hazırdırlar. Buna bir de, YEP'in öngördüğü gibi, sosyal korunma harcamalarını kısmaya yeltenen emek düşmanı politikalar eklenir.

7- Stagflasyon durumunda ekonomi yönetimi de ne yapacağını bilemez durumdadır. (Gerçi AKP yönetimindekilerin olağan dönemlerde dahi ne yaptıklarını bilir halleri pek olmamıştır!). Talebi baskılayarak enflasyonu kısmaya çalışsalar, zaten talep durgunluk nedeniyle kısılmıştır. Ekonomik büyümeyi teşvik etmeye kalkışsalar, enflasyonu azdırmaktan korkarlar. Maliyet enflasyonunu aşağıya çekme araçlarına ise hiç sahip değillerdir (bu nedenle, "enflasyona karşı topyekün seferberlik" hamlesi, Ekim enflasyonunun gösterdiği gibi ellerinde patlar). Bugünkü yalpalamaların bir nedeni budur; diğer nedeni ise, beklediklerinden daha büyük şoklar yaşanmakta oluşudur. Bu nedenlerle, bir yandan YEP'te sıkı maliye politikaları öngörürler (kamu harcamalarını 2019'da 60 milyar TL kısmak, vergi gelirlerini 16 milyar TL arttırmak), diğer yandan çöken talebi kıpırdatmak için otomotiv ve diğer dayanıklı tüketim mallarında ÖTV ve KDV indirimleri yapmak, konuttaki çöküşten çıkmak için İşsizlik Sigortası'ndan fonladıklarını kamu bankalarını konut faizlerinde indirimlere zorlamak, tapu harcı oranlarını düşürmek gibi çelişkili önlemlere başvururlar.

8- Kamu TİS'lerinden yararlanan veya memur statüsünde olan emekçi  kitlelerin ve onların emeklilerinin enflasyonla ilgili şimdiki beklentileri, enflasyon farkları üzerinden günü kurtaracak zamlar sağlanabilmesidir. Öyle ki, enflasyon farkının yüksek olması için adeta enflasyonun yüksek seyrini sürdürmesi beklentisi içine girilmiş, "enflasyona karşı topyekün savaş" bile iktidarın enflasyon farklarını düşük tutma hamlesi olarak görülmüştür. Bu, çaresizlikten çare çıkarma arayışıdır. Ücret artışlarının fiyat artışlarını hep geriden izlemesi ve enflasyonun aşındırmasına karşı gecikmeli zamların tam koruma sağlamaması şimdinin sorunu gibi gözükmemektedir. Kitlelerin sezgilerine güvenmek gerekir; aslında enflasyon farklarının dahi alınamayacağı bir gelecek hesabı yapıyorlarsa, sadece kamu ekonomisinin giderek kötüleştiğini değil iktidarın gerçek niteliğini de kavramaya başlamışlar demektir. Nitekim, seçimler nedeniyle Ocak'ta enflasyon zammı garanti gibidir; ama Temmuz için kim garanti verebilir? (Belki de, Emeklilikte Yaşa Takılanlar örneği bile tek başına öğretici olmuş olabilir!).

9- Emeğin ücret ve ücret dışı sosyal haklarında, bu arada çalışma hakkında çok önemli geri gidişlerin yaşanacağı bir döneme girilmektedir. Buna sadece inanç sistemi üzerinden rıza üretmenin zorlaşacağı bir dönemdir de bu. Bu nedenle, kitlelerin hoşnutsuzluğuyla başedebilmek için iktidarın devletin zor unsurlarını daha fütursuzca kullanmaya meyledeceği bir dönem de şekillenmektedir. Siyasal ve sendikal mücadelenin de buna karşılık verebilecek biçimde yeniden yapılanması şarttır.

***

Bir yıldönümü: Bugün YÖK'ün 6 Kasım 1982'de kuruluşunun 26. yılı. Bir zamanlar bu meşum tarihin yıldönümlerinde öğretim üyeleri ve öğrenciler protesto yürüyüşleri yaparlardı. Son birkaç yıldır üniversiteler üzerinde kurulan baskılar YÖK'ün ilk hallerini bile aratacak düzeylere geldiğinden ve YÖK'ün kendisinin dahi Saray yanında hiçbir hükmü kalmadığından olacak, kimsenin aklına 12 Eylül rejiminin bu merkezi baskı aygıtını protesto etmek bile gelmiyor. Faşizmin nasıl sıradanlaştığının ve ürkütücü hale geldiğinin çarpıcı bir resmidir.