Durum değerlendirmesi

Arada bir soluklanmak ve durumun genel bir değerlendirmesini yapmak gerekli olur. Bugün bunu siyasi durum bakımından yapmaya çalışalım.

AKP rejimi "iktidara ne ölçüde yerleşti?" sorusuyla başlayalım ve sonrasında "geleceğe ne ölçüde egemen" sorusuyla sürdürelim. Birincisi, yani "iktidara yerleşme" açısından ele alınırsa, AKP'nin bunu büyük ölçüde başardığını kabul etmek gerekir. Şimdiye kadar, içerde ve dışarda günün koşullarına uygun her türlü doğrudan/dolaylı ittifak ilişkisini kurarak ve kullanarak, bir ittifak ağından diğerine geçerek, söylemlerini anlık ihtiyaçlarına göre değiştirecek bir "oynaklık" sergileyerek, iktidara yerleşme mücadelesinde kendisine ortak seçtiklerini sonraki aşamada ayıklamaktan çekinmeyerek veya şiddet öğelerini de içeren iç iktidar kavgaları sonucunda, aslında yeni rejim inşasında amaç birliği içinde olduklarının bir bölümünü de hasımlaştırarak yol aldı.

Bu yol alışın çeşitli virajlarında kitleleri her durumda peşinde tutacak bir ideolojik hegemonyayı -algı oluşturma araçları tekeli üzerinden- kurarak yoluna devam etti. Birçok badireyi, büyük yolsuzluk suçlamalarını, büyük dış politika yalpalamalarını ve bunların içeriye şiddet olayları olarak yansıyan sonuçlarını, sadakati denetim altında tutulan kitle desteği sayesinde atlattı, bu sayede bunların hukuki/siyasi faturasını ödemekten -birkaç bakanın kellesi dışında- şimdiye kadar kurtuldu. Kitlelerin desteğinin azalır göründüğü her yokuşta ise, seçim hilelerini, seçim sistemini lehine dönüştürecek düzenlemeleri, örtük/açık seçim ittifaklarını devreye soktu (2019 seçimleri arifesinde, tam da bugün görüldüğü gibi). Yetmezse, 2015 Haziran sonrasında olduğu gibi, terör saldırılarının sahneye sürülmesini bahane ederek veya yıllarca Güneydoğu'da hakimiyet kurmasına ve bölgeye silah yığmasına göz yumduğu PKK'nın başlattığı "hendek savaşlarını" fırsata çevirerek, daha önce "ayakları altında ezdiği" milliyetçiliğe tutunarak bir "terörle mücadele" stratejisini devreye soktu.

Bütün bunların yetersiz kaldığı veya kurulmak istenen dinci-totaliter rejim yolunda yeni sıçramalara gereksinim duyulduğu uğraklarda, dış savaş koşulları da hazırda bekletildi. Sıkıştıkça başvurulan bu "dış tehdit/dış fetih" imgesi, aynı zamanda dış politika başarısızlıklarının daha da göze batar duruma gelmesini perdelemenin (şerden hayır üretmenin) araçlarından biri olarak da devreye sokuldu.

***

"İktidara ne ölçüde yerleşildiği" konusundaki somut göstergeler, yürütmenin yasamaya hakimiyeti dışında aranmalıdır; çünkü bu kadarı gelişmiş kapitalist demokrasilerde dahi (belki biraz daha düşük derecelerde olsa da) sıklıkla görülebilen sıradanlaşmış güç yoğunlaşmalarındandır. Daha temel konu, yargının bütün kademelerinin yürütmenin ve onun başındaki kişiselleşmiş gücün emrine sokulmuş bulunmasıdır. Erkler birliği çemberini tamama erdiren bu aşamanın gerçekleştirilmesinde FETO hareketinden alınan vazgeçilemez katkıları daima akılda tutmak gerekir.

Ama dahası var: TSK'nın vesayetinden kurtulmak adına gerçekleştirilen gene FETO destekli Ergenekon-Balyoz saldırıları ve askeriyeyi bölen 15 Temmuz darbe girişiminin, bugün artık TSK'yı iktidarın tam vesayetine sokmuş bulunmasını da bir "iktidara yerleşme" pratiği içinde sınıflandırmak gerekir. Artık Özal'ın "bir koyup üç almak" peşine düşerek Kerkük-Musul hayalleri kurduğu Birinci Körfez Savaşı sahnesinde, Aralık 1990'da istifa ederek buna engel olabilen bir Genelkurmay Başkanı örneğine yer yoktur. (Nitekim, daha ağır bir istifa zincirinin, Genel Kurmay Başkanı ile üç kuvvet komutanının, kurulan kumpaslarla ordunun aşağılanmasına ve FETO'cu subayların ayıklanmamasına tepki olarak 29 Temmuz 2011'deki toplu istifalarının, Ağustos 2011'deki YAŞ toplantısında birçok FETO'cu subayın generalliğe terfi etmesine -ki 15 Temmuz darbesinin önemli gücünü bunlar oluşturacaktır- engel olamadığı bilinmektedir). Bu süreci sakın gelişmiş kapitalist demokrasilerde silahlı kuvvetlerin sivil otoriteye bağlılığı üzerinden okumayalım. Anayasal sisteme ve hukuk devletine sadakat üzerinden hareket eden bir sivil otoriteye bağlılık ile bunun tersi bağlılıklar çok farklı sonuçlar üretir çünkü.

"İktidara yerleşme", 15-16 yıllık kesintisiz bir iktidar pratiği ve gitmemek üzere iktidara yapışma niyetleri söz konusu olduğunda da farklı görünüm arz eder. Artık genel idarenin bütün kademelerinde kadrolaşmış, yerel yönetimlerin önemli bölümünü de kapsayan bir "tavandan tabana iktidarı fethetme" biçimi geçerlidir. Sızıntılara, farklı düşünceden olanlara yer yoktur. Farklı düşünceden olanlar hâlâ şurda burda olabilir, eğitimde, sağlık sisteminde, kısmen yargıda tutunabilir. Bunların tümü hemen ikame edilebilecek elemanlardan değildir; tasfiyeleri zaman gerektirir. Ama tepelerine iktidarın adamlarının yerleştirilmesi önceliklidir ve bu, başlangıçtaki eleman kıtlığında önce FETO unsurlarından geçilerek gerçekleştirilmiştir.

Bütün bunlar kuşkusuz bir "mutlak iktidar" garantisi vermiyor. Nazi dönemi dahil hiçbir iktidara da vermediği gibi. Gene de, Türkiye örneğinde bir totaliter iktidar biçimine OHAL-KHK rejimiyle daha fazla yaklaşıldığını kabul etmek gerekir. Ancak bu iktidarın siyasi kırılganlıklarının önemsiz sayılamayacağı da Türkiye somutunda birden fazla sınanmıştır.

***

İktidarı ebediyen parsellemek niyetleri ancak "geleceğe egemen olacak" bir ideoloji inşasıyla mümkün olabilir. Bu, iktidara yerleşme çabalarından daha çetrefildir; iktidarın ideolojisinin sisteme yedirilmesi, toplumun ezici çoğunluğuna benimsetilmesi gerekir. Bu ne derece sağlanabilmiştir? Şimdiye kadarki seçim sonuçlarına ve yerel yönetimlerdeki dirence bakılırsa henüz sağlanamamıştır, sağlanması da kolay değildir.

İslamizasyonun başta eğitim sistemi olmak üzere aldığı yol ve kitle partileri düzleminde kararlı bir laiklik ve cumhuriyet savunuculuğunun yapılamaz duruma getirilmesi bakımından kurulan ideolojik hegemonya, kuşkusuz sıradan bir "iktidara yerleşme" amacını aşan şeylerdir. Eğer 2019 seçimleri, başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere, iktidar partisinin kurduğu karanlık koalisyon tarafından kazanılırsa Türkiye'nin demokrasi geleceğinin daha da kararacağı da açıktır.

Ama gene de mevcut iktidar biçiminin "geleceğe hükmetme" bakımından ciddi zaafları vardır ve bunun en çok farkında olan da bu iktidarın tepesindeki zattır. Paranoyalar bu nedenle eksik olmuyor.