Dünya siyasetinde çalkantılar

İngiltere'den sonra Fransa'da da siyaset çalkalandı. Benzerliklerden çok tezatlar ön planda. Önce bunlara bakalım:

İngiltere'de geleneksel partilerin egemenliği sarsılmadı; Fransa'da altüst oldu.

İngiltere'de Muhafazakâr Parti birinci sırayı korudu ama tek başına iktidar olanağını yitirdi. Fransa'da merkez sağ eridi; sağdan soldan beslenen Macron'un merkezci (aslında sağcı) Yürüyüş Halindeki Cumhuriyet (REM) partisi ezici bir çoğunluk sağlama yoluna girdi. 

İngiltere'de İşçi Partisi yeni lideri Corbyn ile sola kayarken, 8 Haziran'da ciddi bir seçim başarısı yakaladı. Fransa'da ise 11 Haziran'da solun çöküşü bir kez daha tescillendi. Asıl çöküşü merkez sol (Sosyalist Parti=PS) yaşadı; ama onun solundaki sol, Mélenchon liderliğindeki "Boyun Eğmeyen Fransa" hareketi ve Fransız Komünist Partisi de darmadağın girdikleri genel seçimlerde cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarıya yaklaşmayı dahi beceremediler.

Fransa'da çöken bir başka şey ise seçimlere katılım oranıydı; yüzde 48,7'lik katılım oranı Fransa'da 1958'den beri görülen en düşük orandı. Dolayısıyla, çok partili sisteme olan güvenin büyük ölçüde sarsıldığı bir dönemden geçilmekte. (Bu güvensizliği 2012 seçimlerinde tüm iktidar alanlarını PS'e veren seçmenlerin yaşadığı hayal kırıklığı ile başlatmak mümkün). İngiltere'de ise henüz bu boyutta bir katılım isteksizliği görünmüyor. Bir başka tezat, Fransa'da 34 yaş altındakilerin üçte ikisi sandıklara gitmezken, Corbyn'in başarısında her kesime ama özellikle gençlere hitap edebilmesi rol oynadı ve önemli bir 'sandığa çekme' dinamiğine dönüşebildi.

Genel düzlemde benzerlikler de kurulabilir: 

Yıpranmış siyasetlerden/yüzlerden ve kendilerine dönük olmayan politikalardan bıkmış olan halk kitlelerinin yeni siyasi hareketler veya daha genelde yeni siyasi simalar arayışı içinde olduğu bir kez daha kanıtlanmış oldu. Aynı saptamayı ABD'de Donald Trump ile (Corbyn ile benzerlik gösteren) Bernie Sanders'in beklenmedik çıkışları üzerinden de yapmak mümkün. Gerçi Amerikan egemen güçlerinin tutarsız Trump'ı yola getirmek veya devirmek için giriştikleri "anayasayı ve yasaları ihlal" suçlamasının yargı aşamasına gelmiş bulunması yeni bir kol güreşine de işaret etmektedir. Dolayısıyla, siyasette yeni çalkantılar her yerde beklenebilir duruma gelmiştir. 

 

Bir diğer genel ve temel benzerlik, egemen ekonomik sistemin her durumda kendi varoluş koşullarının devamını bir biçimde sağlıyor oluşudur. Ama bunun giderek güçleştiği, kitlelerin kendiliğinden tepkilerinin bazen denetlenemez olduğu bir sürece girildiği de görülmektedir. Sistemin egemen güçlerinin bu tür açmazlardan çıkış için dünyada sıcak çatışma koşullarını canlı tutmakta yarar gördüğü yeni bir dönem açılmış gibidir.

***

Şimdi Fransız genel seçimlerinin birinci tur sonuçlarına biraz daha yakından bakalım:

Macron'un hareketi (REM), kendisine yüzde 4'lük bir katkısı olan Modem (François Bayrou'nun Movement Démocrate hareketi) ve diğer heraketlerle ittifakı sonucunda ilk turda yüzde 32,3'lük bir skorla birinci gelmiştir. Dar seçim çevresi üzerine kurulan bir çoğunluk sisteminde bunun anlamı parlamentoda iki misli bir temsil olanağıdır, çünkü ikinci tura kalanlar arasında önde gelen aday olmak her zaman avantajlıdır.  Nitekim, 577 milletvekili olan parlamentoda 18 Haziran'daki ikinci tur sonunda REM'in 415 ila 455 arasında (yani görece yüzde 72 ila yüzde 79 arasında) bir çoğunluk elde etmesi beklenmektedir. (Bu, Meclis'te AKP'den daha ezici bir temsil hakkı demektir).

"Cumhuriyetçiler"in başı çektiği merkez sağ ittifak ise yüzde 21,5 oy oranıyla ikinci sıradadır; bu oranla ikinci turda kazanabileceği milletvekili sayısı 70-110 arasında (milletvekili toplamının yüzde 12-19'u arasında) değişebilecektir. Bu, PS için olduğu kadar bir çöküntüyü temsil etmese de açık bir hezimet anlamına gelecektir.

Merkez sağı ve solu kapatan geleneksel partilerin siyaset sahnesinden çekilmeye zorlanması, bugün Mélenchon'un siyaset diline Fransa başkanlık seçimleri sırasında soktuğu ama 11 Haziran'dan sonra herkesin benimsediği bir terimle anılmaya başlandı: "dégagisme". Sanki 1989 Yerel Seçimlerinde SHP'nin sloganının yeniden vücut bulmuş hali gibi. Yani 'Boyun Eğmeyen Fransa' hareketinin afişlerine yansıdığı şekliyle, 'yenilenmeye direnen bir politik kastı süpürmek' çağrısı. Meydanı temizleme eylemi gerçekten de başarılmış durumda mı? 

PS açısından öyle görünüyor. 2012'de genel seçimlerin ilk turunda yüzde 29'luk skor yapan parti, şimdi yüzde 9,5'ta kaldığına ve milletvekili sayısında 300'lerden 30'un altına ineceğine göre, temizlik bu cephede başarılmış gözüküyor. Merkez sağdaki 'Cumhuriyetçiler' ve müttefikleri için de 'süpürge' kısmen çalışmış görünüyor.

Bu arada cumhurbaşkanlığı seçimlerinin finalisti olan Marine Le Pen'in Milliyetçi Cephesi'nin (FN) önemli bir düşüşle yüzde 13,2'de kalması da bu seçimlerin ilk turunun önemli bir sonucuydu. İkinci turda FN'in şansı daha da az olacaktır; çünkü Fransa'da seçmenler her zamanki gibi ikinci turda oylarını FN adayının karşısında kim varsa onda  birleştireceklerdir. Bu nedenle FN sadece 1 ila 5 milletvekili çıkarabilecektir. Buradaki yenilik, Avrupa milletvekili olmaktan öteye gidemeyen Marine Le Pen'in şimdi Ulusal Meclis'e girmeye çok yakın olmasıdır.

Macron hareketi ise, sağdan ve soldan siyasi simaları bünyesine katmıştır. Siyasi depreme rağmen parlamentodaki eski milletvekillerinin yüzde 40'a yakınının yerlerini koruyacak olması bununla ilgilidir. Bununla birlikte bu gene de Fransız siyasi tarihinde pek görülmemiş bir yenilenme anlamına da gelmektedir. Çünkü hem Fransız siyasetinin kısırlaşmış özellikleri hem de dar bölge sisteminin kısıtları, kaşarlanmış siyasi simaların fazlaca değişmesine şimdiye kadar pek izin vermiyordu. 

Bu arada, merkez solun solunda tanımlanan ve kitle tabanı olan siyasi hareketler içinde belirli bir gelecek programına, üstelik neoliberal eksen dışına çıkan bir programa sahip tek hareket olan 'Boyun Eğmeyen Fransa'nın da yüzde 11'lik bir oy oranını (Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda bu oran yüzde 19,5 idi; bkz. 25 Nisan tarihli yazımız) ve 8-18 arası milletvekili beklentisini aşamaması, bu cenahtaki dağınıklık kadar sınıf eksenli siyasetin henüz toparlanamamış olmasıyla da ilişkilidir. Mélenchon'un Pazar gecesi ikinci tur için verdiği ilk mesajın ezici bir hakimiyet kurma arifesinde olan iktidara yönelen kitleleri, artık biraz gecikmiş olsa da hâlâ frenlemeye çabalaması, 'cumhurbaşkanın partisine tüm iktidarı vermeyin' şeklinde uyarması ve katılım oranının yüzde 50'nin altında kalması nedeniyle 'iktidarın anti-sosyal düzenlemeleri için çoğunluğun desteğini alamadığı' üzerinden yeni bir mücadele ekseni belirlemesi, Fransa kadar Avrupa'nın geleceği açısından da önemliydi. Fransa'da neoliberal sistemin adamı Macron etrafında ortaya çıkan güç yığılmasının, "gelişkin" demokrasiler açısından atipik bir durum olduğunu ortaya koyan siyasi yorumcular da Fransız ekranlarından eksik olmadılar. Mélenchon'un, temsil ettiği hareketin çöken merkez sol partiden daha fazla oy almasını artık solun anamuhalefet partisinin 'Boyun Eğmeyen Fransa' olacağı iddiası ise, biraz züğürt tesellisi gibi durmaktaydı.

***

Dünyadaki siyasi çalkantılar Türkiye'yi de dışarda bırakmıyor. Ama giderek farklı tezahürler alarak. 21. yüzyılda kalırsak, bu çalkantı önce 2002'de İslamist bir partinin iktidarı ele geçirmesiyle başladı. 2007-2013 diliminde bu hareket -Gülen hareketi ile liberallerin etkili katkısıyla- iktidar alanını pasif darbeler silsilesiyle genişletme aşamasına geçti. Son olarak 15 Temmuz 2016'yı izleyen sivil darbe süreci ve çok partili sistemi bitiren 16 Nisan 2017 referandumuyla yeni şoklar birbirini izledi. Ama olaylar durulmuş değil, ülke şimdi yeni çalkantıların arifesinde gibi görünüyor; gerçek bir çoğulculuğu olanaksızlaştıran totalitarizm arayışları bu nedenle de tırmandırılıyor.

Katar örneğindeki gibi körlemesine dış politika angajmanlarının çıkaracağı fatura ise henüz tam bilinemiyor. Birçok Ortadoğu-Afrika ülkesini karşıya alma pahasına girişilen bu askeri angajmanın doğuracağı siyasi ve iktisadi sonuçların hiç hesaplanmamış olması sanki mümkün değil gibi. O zaman akla, Katar'a yönelen tehdidin kendisine dönebileceği paranoyası ile Katar ile kurulmuş bulunan gizemli özel ilişkiler olasılığı gelmektedir. Suudi Arabistan'ın Hikmetyar üzerinden damardan tepki vermekte gecikmemesi ise, Türkiye'deki iktidar mücadelesinin giderek uluslararasılaşabileceği izlenimini de vermektedir. İlginç olduğu kadar şiddetli günler de kapıda gibidir.