Değinmeler

Haftalar yoğun geçiyor. Geçen hafta da seçim siyasetinden, seçim paketlerine ve futbola kadar her uğrakta yozlaşmış ve kapkaçcı siyasetin bütün görüntüleri bolca vardı.

Saray'dakinin futbola açık müdahalelerinin sürmesi, otokratın, hiçbir alanın kendi iradesi dışında özgür bir gelişim çizgisine sahip olmasına müsaade etmeyeceğinin adeta uygulamalı bir kanıtı gibidir. Bunun yakın bir örneğini Galatasaray-Başakşehir maçı öncesinde vermiş, Başakşehir taraftarlarını stadyuma çağırmıştı. Herhalde çifte bir amaçla: Hem Başakşehir bu iktidarın bir proje takımı olduğu için, hem de "muhterem" Fenerbahçeli olduğu için... Ettiği tarafsızlık yeminine bile uymayarak Cumhurbaşkanlığını partizan bir anlayışla yöneten ve taraflılığını futbol takımlarını kayırma noktasına kadar götüren bu zihniyete gereken tepkiyi Galatasaray seyircisi (diğer takım taraftarlarının da anlamlı desteğiyle) maç sırasında göstermişti.

Fenerbahçe-Beşiktaş arasında oynanan Türkiye Kupası yarı finalinin, Beşiktaş yedek kulübesine yapılan sözlü ve fiziki saldırılar ve Beşiktaş teknik direktörünün yaralanması sonucunda tatil edilmesinden sonra Türkiye Futbol Federasyonu Disiplin Kurulu üzerinde iki cepheden baskı kuruldu. Başlangıç startını veren, Saraylının "Burada bir kumpas var" açıklaması oldu. İddianın iması, hiç kuşkusuz, ev sahibi olduğu için olaylardan sorumlu tutulması gereken Fenerbahçe'ye karşı kumpas kurulduğuydu. Sonuçta olay, Reis'in işaretini kapanlarca, bir polisiye vakaya indirgenerek halledilmek istendi. Başbakan ve Bahçeli de koroya katılmakta gecikmediler.

Ama bir karşı suçlamayla ortalık bulandırılmadan bu kadarı hafif kalacaktı. Bundan sonra ikinci cephe açıldı. Yakınlarda Demirören'e hediye edilen Doğan Medya'nın Hürriyet'inde birinci sayfada manşet-üstü bir haber olarak Fenerbahçe kulübü teknik direktörünün Şenol Güneş'in 'sahtekarlık yaptığına' dönük iddialarına yer verildi. Ertesi gün Aziz Yıldırım da koroya katıldı. Aslında Hürriyet'in yeni sahibi aynı zamanda TFF Başkanı da olduğundan, Hürriyet'in haberi sunuş biçimi ve zamanlaması adeta bir "ihsas-ı rey" gibiydi.

Ardından, esasen başka seçenek bırakılmadığından, Federasyon Disiplin Kurulu'nun "maçın kaldığı yerden devamı" kararı geldi. Beşiktaş Divan Kurulu (YK böyle bir kararı almaya cesaret edemediğinden topu Divan'a atmıştı) yürekli bir kararla "maça çıkılmayacağını" bildirdi. Bu karar TFF'den ziyade, onun kararının arkasındaki Saray'a yönelikti. Başkan ve yöneticileri sermayedar olan bir büyük kulübün bu kararı alması böyle bir dönemde kuşkusuz yürek ister; ama cesaret, bu kararda direnilmesi halinde geçerli olacaktır.

Yazımın yukardaki bölümünü geçen hafta kaleme almıştım ve her an bu kararı geri aldırmaya yönelik baskıların gelmesini bekliyordum. Nitekim iki gün önce Bahçeli'nin medya açıklaması geldi. Saray'ın -dolaylı- müdahalesinin ise onun adına telefonla yıpıldığı anlaşılıyor. Beşiktaş YK konuyu tekrar değerlendirmek üzere dün toplanma kararı almıştı. 

Federasyonun maçın oynatılmasına dönük kararı sonrasında Türkiye'de hiçbir maçın güvenliği kalmamıştır. Hiçbir hakem, ölüm (ler) olmadıkça tatil kararı veremeyecektir artık. (Onu bile kumpasa bağlamak pekala mümkündür elbette).

Konu futbol fanatizmi olunca, sosyalist cenahta bile her türlü mantıklı değerlendirmenin önüne geçebileceğinin farkındayım. Örneğin son Galatasaray-Beşiktaş maçında evsahibi takımın seyircisi "tiyatrocu Güneş" sloganıyla rakibini aşağılamaya çalışırken, aslında Başakşehir maçında kendisine yapılanı hiç hatırlamaz gibiydi. Anlık rekabetlere kilitlenerek olaylar arasında ilişki kurma kapasitesini tamamen yitirmişti. 

Ancak mesele takım taraftarlığının çok ötesindedir. Aslında bütün takımların taraftarlarına düşen, bu müdahaleci, adaletsiz, pervasız anlayışa karşı ortak hareket etmek ve 24 Haziran'da kırmızı kart göstererek onu siyaset dışına atmak olmalıdır. 

***

SEÇİM PAKETİ

AKP dün itibariyle yeni bir seçim paketi açıkladı. Seçime iki aydan az zaman kala, adeta "kör kör parmağım gözüne" şeklinde, seçmenin gözüne sokulan bir paketti bu.

Ama ekonomi öylesine bıçak sırtındaydı ki, paketin açıklanması -tıpkı büyük sermayeye 135 milyar dolarlık süper teşvik paketinin açıklandığı günde olduğu gibi- borsada yüzde 3,1'lik rekor günlük düşüşe yol açtı. Dövizde de yukarı doğru gidiş oldu. 

Peki, niçin böyle bir tepki? Bir kere dün sabahtan açıklanan dış ticaret verileri dış ticaret açığı ile cari açığın durdurulamaz bir artış temposu içinde olduğunu gösteriyordu zaten. Üstüne bu paket açıklandı. Açıklanan paket yeni bir genişletici maliye politikasını haberliyordu. Oysa bütçe sadece Mart ayında 20 milyar TL açık vermişti. Yeni paketin bütçeye hemen yansıyacak doğrudan maliyetinin (yalnızca bayram ikramiyeleri ve yaşlılık aylığı artışının) 30 milyar TL dolayında olacağı tahmin edilebilir. (Bu ekonomik destekler, veriliş amacı ve zamanı dışında yanlış değildir). 

Kamu alacaklarının yeniden yapılandırılması, stok affı, Bağ-Kurlulara "prim ödemeksizin" sağlık hizmeti gibi ikramların bütçe gelirlerinde azalış ve giderlerinde artış gibi dolaylı/dolaysız maliyetlerinin ise daha da yüksek bütçe kayıplarına neden olabileceği söylenebilir. Kuşkusuz kamu maliyesini birbuçuk/iki yıldabir af/barış çevrimleriyle döndürebilenler açısından, vazgeçilen gelirlerden ziyade, kuşkulu veya uzun vadede tahsil edilebilecek alacakların o mali yıl içinde kasaya girmesi ilgilendirmektedir. Maliye teşkilatı adeta sürekli bir factoring şirketi gibi çalışmaktadır.

Bu arada paketle getirilen imar affı ile kimlere peşkeşler çekildiği, hangi doğal afetlere yıkıcı davetiyeler çıkarılmış olduğu, hangi kentleşme dinamiklerine ölümcül darbeler vurulmakta olduğu da incelenmek durumundadır.

AKP ve RTE'nin ülkeye maliyeti giderek kabarmaktadır.